Evin içine girmeden önce biraz daha kapının önünde dikildik. Soğuğun dışında tüylerimi ürperten bir şeyler vardı, sanki aslında ev güvenli olmadığını haykırıyordu ama biz kulaklarımızı tıkamıştık. Gözlerimi evin paslanmış demirden kapısı ve yanındaki gölde gezdirdim. Gölün üzerine yansıyan ay ışığı derin siyahlığı büyülü bir kapıymış gibi delip geçiyordu. Rüzgârın oluşturduğu küçük dalgalar yüzeyde dans ederken gölün derinliğini saptamakta zorlandım. İçine korkuların hapsolduğu derin bir çukura benziyordu, son kavramıyla tanışmıyor gibiydi.
Korku, bir kurdele gibi boğazımda düğümlenirken bakışlarımı iki katlı evin görebildiğimiz ön cephesindeki camlarına çevirdim. Pencere kenarları sağlam olmadığı oldukça belli olan çürük ve nemden rengi koyulaşmış tahtalardandı, camların bazıları kırıktı. Tavan arasındaki camda bulunan kırık, açık ağızlı bir aslanın dişlerine benzer bir görünümdeydi. Diğerlerinin kapıya yaklaştığını görünce onları takip ettim. Biraz önce içimden yakınıp durduğum soğuğun artık pek de bir önemi kalmamıştı. Kaybolma korkum şimdi yerini başka bir korkuya bırakmıştı. Kapının önünde iki tane tahta direk ve üzerine montelenmiş bir tahta vardı, pek büyük değildi. Küçücük bir verandayı andırıyordu. Evin verandasında duruyorduk ve yerdeki büyük damlalar şeklindeki koyu lekeler bana bir şekilde can çekişerek sürünen birinin geride bıraktığı izleri hatırlatıyordu. Belki de gereksiz bir şekilde fazla paranoyaktım. Gözlerimi kocaman açıp cesur görünmeye çalıştım, ihtiyacım olan son şey dalga geçilmekti. Yanınızda Jared gibi bir arkadaşınız varken bu işten bile değildi.
"Sanırım anahtar paspasın altındaysa şanslıyız demektir," diye mırıldandı Sarah.
Turuncu pas lekeleriyle dolu demir kapının anahtar deliğinin üzerinde parmağımı gezdirdim. Tozlu olması uzun süredir açılmadığına dair bir işaretti. Şaşırdığımı söylemek yanlış olurdu. Jared önümüzde duran yırtık paspası ayağıyla öne doğru iteledi, altından çıkan tek şey böcek ölüsünün etrafına doluşmuş karıncalar ve çürümeye yüz tutmuş garip bir et parçasıydı. Kusacakmış gibi elimi ağzıma bastırıp yüzümü buruşturdum. Jared paspası geri tekmelerken, "Sanırım pek şanslı günümüzde değiliz," diye yanıtladı.
"Sizce de çok garip değil mi?" diye sordu Riley, elini kapının üzerinde gezdirirken. "Evin kendisi tahtadan ama kapı demirden."
"Sonradan eklenmiş olmalı," dedi Jared. "Tahta kapının ardında güvende olmayacağını akıl edebilen birinin işi olmalı. Eğer eskiden de burası ormanlıksa geceleri buraya inen ayılar mutlaka oluyordur."
Bunu demesiyle istemsizce arkama dönüp ileri doğru uzanan ağaç topluluğuna baktım, sisin arasında belirsizce kaybolup giden siyah siluetlere benziyorlardı. Ağaçların iki yandan kuşatarak süslediği patika yol, gecenin siyahına karışmış beyaz sisle gizemli bir gri oluşturup sonsuzluğa doğru uzanıyordu. Anahtarımız yoktu, içimizden birinin demiri eğme gibi süper güçleri yoksa kapıda kaldığımız barizdi. Yine de Riley kapıyı birkaç kez tekmelemekten zarar gelmeyeceğini düşünmüş olmalıydı. Sert tekmesiyle kapı beşinci kez zorlanırken pes etti. "Kapıda kaldık," dedi bıkkın bir sesle. "Harika. Bir bu eksikti."
"Bu eve girmememiz gerekiyordur belki," derken dışarıda kalmanın verdiği güvensizlikle, bu korkunç eve girememenin verdiği garip huzuru yaşıyordum.
"Birazdan bunun kaderimiz olduğunu falan mı saçmalamaya başlayacaksınız?" dedi Jared yeşil gözlerini abartıyla devirirken. "Öncelikle anahtar olmaması kapıyı açamayacağımız anlamına gelebilir, ama yukarı tırmanıp kırık pencereden içeri atlayamayacağımızı kim söyledi?" İmkânsızlıkların sınırlarını zorluyordu fakat yapamayacağını iddia etmem durumunda sadece olayın olacağı zamanı ileri çekerdim. Çünkü biliyordum ki yapamayacağını söylediğimde daha çok yapmak isteyecek hatta muhtemelen inadına tek elle falan tırmanmaya çalışacaktı. Sarah ona bunun ne kadar aptalca olacağını söylemek üzereymiş gibi bir yüz ifadesi takındığında hemen araya girdim. "Belki," dedim hızlıca. "Ama tahtalar pek sağlam görünmüyor. Seni taşıyamayıp çökebilirler de, sanırım bacağın veya kolun kırılmış bir şekilde ormanın ortasında mahsur kalmak istemezsin." Sekiz yaşımızdayken bana sevimli bulduğunu söylediği gülümsememi yüzüme yerleştirdim. İkna edici olmam gerekiyordu. Hem ayrıca haksız sayılmazdım, 1.90'dan fazla boyuyla orantılı bir şekilde ağırdı ve tahtalar ancak otuz-kırk kilo taşırmış gibi duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VOICE OF DARKNESS (Karanlığın Sesi)
ParanormalGecenin bir vakti durduk yere uykundan uyandığın ve izlendiğini düşündüğün o tüyler ürpertici anı hatırlıyorsundur. Etraf saati göremeyeceğin kadar karanlıktı ama pek iyi bir saat diliminde olmadığına emindin. Kalkıp saate bakacak cesaretin yoktu, g...