Indecision

2.1K 181 28
                                    

Telefonların çekmemesi demek ıssız bir ormanda mümkünmüş gibi başımızın daha fazla belada olması demekti. Eğer bu gece kötü bir şeyler olacağını tek ışık kaynağımız olan ayın önünü kapatan gri duman yığını benzeri bulut göstermiyorsa ne gösterirdi bilmiyordum. Cılız ışığını bulutların arasından etrafa saçmaya devam eden ay, yeşil yaprakları gümüş suyuna batırılmış bir renkte göstererek nemli toprağa iç içe geçmiş gölgeler düşürüyordu. Ayın önünü kapatan bulut yığını bize alaycı bakışlar atıyormuş gibi olduğu yerde kalıp gökyüzünü ay ışığından mahrum bırakarak uçsuz bucaksız karanlığa boğmaya devam etti.

"İçeri gelmelisin," dedim Jared'a. "Ve kapıyı kapatmalısın." Üşüdüğümü saklamak için üzerimdeki yün kazağın ucunu sıkıca kavramış dişlerimi sıkıyordum. Azalan umutları sürdürme görevi üstlenmeyi düşünürken titreyemezdim. Jared dediğimi ikiletmeden sürücü koltuğuna geçip kapıyı kapattığında dikiz aynasından arkada ifadesiz bir şekilde oturmaya devam eden Sarah ve Riley'ye kısaca göz gezdirdim. Paniğe kapılmamaları güzel bir şeydi. Jared emniyet kemerini bağlayıp arkasına yaslandı. "Anlamıyorum," dedi gözlerini kısarak. "Arabada görünen hiçbir sorun yok. En son bakımını yaptıralı bir hafta bile olmadı." Emniyet kemerinin üzerinde parmaklarını gezdirirken sıktığı elinde belirginleşen kemiklerden gergin olduğunu anlayabiliyordum. Ve Jared araba kullanırken emniyet kemeri takmamasına rağmen araba bozulduğunda emniyet kemerini takacak kadar garip bir insandı.

Aklıma mantıklı fikirler getirmeye çalışırken yanımda oturan Jared'ın kısık sesle mırıldandığı küfürleri duyabiliyordum. Cebimdeki şarjı azalmış telefonun ekranına bakıp biraz ileride çekebileceğini düşünerek bu fikri onlarla paylaşmaya karar verdiğim sırada istem dışı soğuktan birbirine çarpan dişlerimin sesinin arabada yankılandığı fark etmemle durdum. "Üşüyor musun?" diye sordu arka koltukta oturan Riley uykulu sesiyle.

"Hayır," derken dilimi ısırdım. Demiri andıran kan tadı ağzıma geldiğinde tiksintiyle yutkundum.

"Üşüyorsun turuncu kafa," dedi Jared. "Hasta olacaksın. Bekle." Arabanın kapısını açıp dışarı çıktı ve birkaç dakika sonra bagajdan aldığı çantamla geri geldi. Ağır çantayı üzerime fırlatıp kemiklerimin ezilmesine neden olduktan sonra, "Giyecek hırkan vardır sanırım," diye ekledi.

Ağzına kadar dolu çantanın patlamanın eşiğinde olan fermuarını açıp elime ilk gelen sarı kazağı üzerim geçirdim. Bir önceki gece Emily'nin yanlışlıkla üzerime döktüğü bitki çayının lekesi üzerinde duruyordu ama kazağın lekeli olmasını dert edecek değildim. Zayıf bir bağışıklık sistemim vardı, zaten Jared'ın hemen bana giyecek bir şeyler getirmesi bunu bildiğindendi. Kolaylıkla hasta olur ve genelde çok ağır bir şekilde atlatırdım. Birçoğunda da buna tanık olmuş hatta hemşireliğimi bile yapmıştı. Buz gibi tavırlarının altında saklanan küçük çocuğun masumiyetini görmek beni ister istemez gülümsetiyordu. Fakat bunu seslice dile getirirsem muhtemelen beni pişman ederdi.

"Belki biraz ileride telefon çekebilir, şansımızı denemeliyiz," diye önerdim. Gerçi arabada beni dinleyen var mıydı bilmiyordum. Jared parmaklarını ritmik bir şekilde direksiyona vururken transa geçmiş gibi açılan gözleriyle ileriye bakıyor, Riley uykuyla uyanıklık arasındaki o ince ipte yürümeye çalışıyor, Sarah bir ortamda yeni olmanın verdiği hoş olmayan duyguyu yaşıyordu. Beklediğim üzere kimseden tek kelimelik bir cevap veya en ufak bir onay-itiraz mırıltısı alamayınca kapıyı açtım. "Bu sessizliğinizi bir evet olarak alıyorum." İçeri dolan soğuk hava örgü kazağımdaki deliklerden içeri girip beni hazırlıksız yakaladı. Derimin altına sıvı buz enjekte ediliyormuş gibi titredim.

Jared kolunu üzerimden uzatıp açtığım kapıyı sessizliğe keskin bir bıçakmışçasına saplanan bir gürültüye sebep olacak şekilde hızla kapattı. "Tek başına hiçbir yere gitmiyorsun," dedi. Otoriter sesi sinir bozucu ve aynı şekilde haklıydı.

THE VOICE OF DARKNESS (Karanlığın Sesi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin