Garip notla ilgili ilk ve tek düşüncem birinin benimle kafa buluyor olduğuydu. Yine de haritayı direkt olarak çöpe atmak yerine kitaplarımdan birinin arasına sıkıştırarak çoktan gittiğini bildiğim Jared'ı aramaya devam ettim. Şu an tek önceliğim oydu çünkü öfke kontrolünü yitirdiğinde ciddi anlamda yardıma ihtiyacı oluyordu. Okuldan çoktan çıkmış olmalıydı, nereye gitmiş olabileceği konusunda hem aklıma bir sürü fikir geliyor hem de hiçbiri mantıklı gelmiyordu. Sinirlendiğinde gidecek belirli bir yeri olan insanlardan değildi, bir keresinde onu sokağın sonundaki yıllardır kimsenin yaşamadığı evin çatısında hareketsizce otururken bulmuştum. Üvey kardeşiyle çok kötü kavga etmiş, kendini kaybettiğini, kimseye zarar vermemek için kaçtığını söylemişti.
Olay bundan bir buçuk sene önce gerçekleşmiş olmasına rağmen ne söylediğini dün gibi hatırlıyordum. "Kavga ediyorduk," demişti gözlerini dalıp gittiği boşluktan ayırmadan, "kavga ediyorduk ve bir an tamamen kontrolümü yitirdim." Ellerinin hâlâ titrediğini görebiliyordum. "Gözüm yemek masasının üzerindeki bıçaklardan birine takıldı. Ve öylesine bir düşünce değildi, Larissa, gerçekten düşündüm. Onu öldürmenin bana nasıl büyük bir haz yaşatacağını düşündüm. Evde hizmetçilerden başka kimse yoktu, onlar da biz her kavga ederken yaptıkları gibi odalarına çekilmişlerdi. Yemin ederim o an kapı açılıp annem içeri girmese bıçağı Katie'nin kalbine saplamış olurdum. Beni deli ediyor." Aniden bana döndüğünde gözlerindeki öfkenin alevini görmemle nefesim kesilmişti. "Hayatıma girdiği ilk saniyeden itibaren ondan nefret ediyorum." Göz bebekleri irileşmiş, dudaklarını sıkıca birbirine bastırmış, her an patlamaya hazır bir bomba gibi sinirle soluyordu.
Onu bulamayacağımı anlayınca öğleden sonraki derslerin bitmesini bekledim. Ders aralarında onu yaklaşık on kez aramıştım. Okul çıkışında bir kez daha aradığımda ve telefonunu yine açmadığında endişelenmeye başlıyordum. Korktuğum şey sadece birisine zarar vermesi değil, kendine zarar verme ihtimaliydi.
En sonunda sesli mesaj bırakmaya karar verdim. "Pekâlâ, aptal herif, seni kaçıncı kez aradığımı bilmiyorum bile. Bunu aldığında beni hemen ara. Ve umarım bunu aldığında aptalca bir şey yapmamış olursun."
Arkamı dönmemle neredeyse Riley'ye çarpacaktım, ancak o bunu fark etmemişti bile. "Hey," dedim yavaşça nefesimi bırakırken, "buradasın, değil mi?"
Dalgın bakışlarını yerden kaldırırken kafasını onaylarcasına salladı, yorgunluğunu bugünkü derslerin ağırlığına verdim çünkü dışarıdan hiç o profili çizmese de dersleri oldukça iyiydi, bu da derslerde ekstra çaba sarf ediyor demekti. Trigonometri, geometri, kimya, coğrafya ve fizik derslerini birkaç dakikalık arayla gördüğü bir günde iyi olmasını beklemiyordum.
Riley ve Jared en yakın arkadaşlarım olduğu için gerçekten mutluydum, gerçekten. Ama ikisi de kendi dünyalarında çok fazla sorunlu bireyler olduklarından bazen onların sorunlarının arasında kaybolup gittiğimi hissediyordum. İkisi de düşüncesizce şeyleri bir anlık öfkeyle yapabilecek kimselerdi, ikisi de bazen soğukkanlı olma olayını abartıyorlardı, ikisi de durduk yere ortadan kayboluyorlardı, ikisinin de aile hayatı birbirinden sorunluydu. Fakat bunun dışında ciddi anlamda birbirlerinden ayrıldıkları noktalar vardı. Mesela okulda kimin daha sıcakkanlı göründüğüyle ilgili bir anket yapsam Riley büyük farkla kazanırdı ve aşırı sıcakkanlı olduğu için değil, rakibi korkunç derecede soğuk biri olduğu için.
"Ah, hadi ama," dedim bıkkınlıkla. "Lütfen benim için bir şey yap ve gülümse. Günüm berbat geçti." Dediğim karşısında dudaklarını gülmek için yukarı doğru itse de bu ifade öyle yapmacıktı ki acı çekiyormuş gibi görünmesine neden olmuştu.
Yaklaşık üç saniye sonra tüm okulun mutluluk oranını kendi başına yükseltebilecek şekilde sırıtan Sarah yanımızda belirdi. Son dersten çıkmanın verdiği yorgunlukla robot gibi yürüyen öğrencilerin arasında atlayıp zıplarcasına yürümesi dikkat edilmeyecek gibi değildi.
Önüne düşen saçlarını geri atarken gülmeye devam ediyordu. "Selam," dedi etrafını incelerken.
Aynı şekilde karşılık verirken göz devirmeden edemedim. Tristan'ı bu kadar çok sevmesi mide bulandırıcıydı, eğer bu mutluluğu ondan kaynaklanmıyorsa neden olabileceği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Daha bir şey dememize fırsat vermeden kitaplarını yanımızdaki dolaba tıkıp, "Görüşürüz," dedi, "eve gidip hazırlanmam lazım."
Arkasından aval aval baktığım sırada, "Tristan'la randevuya falan çıktıklarını söyleme bana," dedim Riley'ye bakarak.
Omuz silkti. "Arkadaşlarından biriyle hangi elbiseyi giymesi gerektiği hakkında tartışırken duydum. Siz kızlar bunu randevuya çıkmadan önce yapmıyor musunuz?"
Birlikte çıkış kapısına doğru yürürken istemsizce yeniden göz devirmeden edemedim. "Tristan'da bu kadar çekici olan ama benim göremediğim şey ne?"
Uzaklardan boğuk bir gök gürültüsü sesi kulaklarıma dolup güneş bulutların arasından kaybolurken Riley güldü. "O konu hakkında pek bir fikrim yok. Ama kafası iyi olmadan bu kadar mutlu olabiliyorsa Tristan'la ilişkisi ilerledikten sonra ne halde olacağını düşünmek istemiyorum. Bulutların üzerinde uçabilir."
Bayan Summer'ın arabasına doğru ilerlerken araba anahtarlarını cebinden çıkardı. Arabaya binmeden önce, "Ne demek istiyorsun?" diye sordum. Emniyet kemerlerimizi bağladığımızda iç çekti. "Tristan'la bir ilişkisi olduğunda romantik akşam yemekleri yerine yer altındaki korkunç barlara gideceğini biliyorsun, değil mi? Kötü alışkanlıklar edinip madde bağımlısı olması ne kadar sürer sence? Özellikle saflığını göz önüne aldığımızda."
Ağzım şaşkınlıkla bir karış açılırken bunu daha önce düşünmediğime inanamadım. Birlikte olmalarının tek iğrendirici yanının yaş farkı veya Tristan'ın er ya da geç onu aldatıp kırılmış bir şekilde ortada bırakacak olması olduğunu düşünmüştüm. Madde bağımlısı olma ihtimali aklımın ucuna bile gelmemişti. Yüz ifademden Riley bunun aklıma gelmediğini anlamış olacak ki bilgilendirme gereği duydu. "Tristan'ın bundan önceki kız arkadaşı alkol komasına girerek öldü."
Gözlerimi kocaman açarak yutkunmakla yetindim. Terk edilip depresyona girmesi bunun yanında oldukça iyimser bir ihtimal kalıyordu. "Yılbaşı gecesinde kız o kadar içmiş ki... Partidelermiş, Tristan kafayı bulduktan sonra kızı unutmuş, kız kalabalığın arasında ne olduğunu bile anlamamış. İçmesi gerektiğinden çok daha fazlasını içmiş ve sabah polis partiyi bastığında kızı bar masasının altına her tarafa kusmuş halde bulmuşlar. Tabii çoktan ölmüş halde. Tristan bu olaydan paçayı sıyırabilmek için arkasına bakmadan kaçtı, kızın cenazesine katılma gereği bile duymadan. Ah, kızlara çekici gelen şeyin ne olduğunu mu soruyordun? İntihar fikri herhalde." Bunu der demez kendi yaptığı espriye gülse de ben bu duruma gülemeyecek kadar şoktaydım. O, sandığımdan çok daha korkunç bir insandı.
Tabii insan kelimesini kullanmayı tercih ederseniz.
Çok geç olmadan Sarah'yı onun elinden kurtarmamız gerekiyordu, bunu yapmam gereken şeyler listesinde ön sıralara taşısam iyi olacaktı. Öylesine donup kalmıştım ki araba U dönüşü yaparken kucağımdan düşen kitapları toplamak için yere eğildiğimde bulduğum garip haritanın varlığını yeni hatırlıyordum.
Riley göz ucuyla ayağımın ucunda duran haritaya kısa bir bakış atarken, "Onun sende ne işi var?" diye sordu. "Çöpe atmıştım."
Haritayı yerden alırken, "Çöp mü?" dedim şaşkınlıkla. "Bunu kendi dolabımın üzerinde buldum. Aynısından sana da mı gelmiş?"
Haritayı uzanıp elimden aldı ve kaza yapmadan inceleyebilmek için arabayı kenara çekti. Arkasını çevirip bir süre daha dikkatlice baktı. "Evet," dedi daha çok kendi kendine konuşur gibi. "Garip değil mi?"
"Garip," diye onayladım kısık sesle. "Hatta fazlasıyla."
Belki de biri bizimle kafa buluyordu, belki de cidden dahil olmak istemeyeceğimiz bir şeyin içine bulaşmıştık. O an elimde olmadan o haritanın gösterdiği yolun sonunda ne olduğunu merak ettim.
Ve bu merak, verdiğim en yanlış kararlardan birine mal olmak üzereydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VOICE OF DARKNESS (Karanlığın Sesi)
ParanormalGecenin bir vakti durduk yere uykundan uyandığın ve izlendiğini düşündüğün o tüyler ürpertici anı hatırlıyorsundur. Etraf saati göremeyeceğin kadar karanlıktı ama pek iyi bir saat diliminde olmadığına emindin. Kalkıp saate bakacak cesaretin yoktu, g...