Önümde paniklemek için oldukça geçerli nedenlerim vardı. Yardım bile çağıramayacağım bu lanet olası yerde arkadaşımı kaybetmiştim. Sürekli saate bakıp durduğum için elimin içinde duran telefon tenime bir titreşim gönderip yerimde sıçramama neden olduktan sonra şarjının bittiğini haber vererek kapandı. "Bir bu eksikti," diye kendi kendime söylenerek sıkıntıyla iç çektim. Asıl amacı olan iletişimi sağlayamasa da saati görmemi sağlayıp endişe kat sayımı arttırmakta iyi olduğunu inkâr edemezdim. Terli avuçlarımda sıktığım telefonu cebime sıkıştırdıktan sonra ağır adımlarla Riley'nin yanına yürüdüm. Odanın içinde volta atıp durmaktan başım dönmüştü. Cebinden telefonunu almak için üzerine eğildiğim sırada ten renginin tuhaf bir sarıya döndüğünü görmemle duraksadım. Sarışın olduğundan dolayı ten rengi zaten ışık altında sarımsı görünürdü ancak şu anki durumun normal olmadığını biliyordum. Yarı aralık dudaklarının arasından zorla dışarı salınan kesik nefesler, mora dönük dudakları ve göz altlarındaki koyu mor halkalar düşüncemi destekler nitelikteydi. Terden alnına yapılmış sarı saç tutamlarını geri atmak için elimi uzatmamla elimin ateş sıcaklığındaki tenine değmesi bir oldu; yanıyordu. Üzerindeki örtüyü çekiştirmeye çalışsam da iyice sarılarak bunu önledi.
Huzursuzca inledikten sonra titremeye devam etti. Ateşinin kaç derece olduğunu öğrenmemin bir yolu yoktu fakat tehlikeli boyuta ulaştığından adım gibi emindim. Omuzlarından tutup uyanması için onu hafifçe sarstım. Bir kâbus görüyormuş gibi sürekli yerinde kıpırdanıp anlaşılmaz şeyler fısıldayarak yüzünü buruşturuyordu. "Riley," dedim alçak sesle. Sesim, hissettiklerimin bir yansıması olarak korkakça titredi.
Uyanmayı reddedip gözleri kapalı şekilde yüzündeki elimi kavradı. Bir şeyler sayıklıyordu ama anlamam imkânsızdı. Uzun saç tutamlarından biri gözünün üzerine düştü. "Larissa," diye mırıldandı güçsüzce, kavradığı elimi biraz daha sıkarak derin bir nefes aldı.
"Buradayım," dedim hızlıca.
Dediğimi duymamış ve bir cevap duymayı bekliyormuş gibi adımı tekrar sayıkladı. Birkaç kez cevap verdikten ve onun beni duyamadığına kanaat getirdikten sonra Sarah'yı uyandırmaya karar verdim. Zaten içinde bulunduğum durumda bana yardım edebilecekler listesindeki insan sayısı oldukça kısıtlıydı. Yeni uyanan birine günaydın yerine, "Jared kayıp ve sanırım Riley'nin durumu kötüye gidiyor," demek fazlasıyla yanlıştı çünkü Sarah elleriyle başını ovuşturup kısık gözlerle etrafına bakındı. Dediğimi anladığından şüpheliydim. Nerede olduğumuzu soracak gibi kaşlarını çattı ama korkunç gök gürültüsüyle yerinde sıçradıktan sonra hafızası yerine geliyor olacak ki, "Demek kâbus değilmiş," diye mırıldandı kendi kendine. Örtüyü üzerinden atıp bacaklarını yere sarkıtırken belini tutarak inledi. Her tarafının tutulduğuna şüphem yoktu.
"Jared kayıp," diye tekrarladım. Panik, sivri dişlerini bana geçirmiş içimi kemiriyordu. Midemde garip hisler dalgalanırken odanın içinde yeniden ileri geri yürümeye başladım. Zihnimde çok fazla düşünce vardı ve sağlıklı düşünme yetimi kaybetmek üzereydim.
Saçlarındaki gevşemiş tokayı çekip eline gelen koyu kahverengi saç tellerini yere atarken, "Ne demek kayıp?" diye sordu. "Bizimle buradaydı, evin içinde nasıl kaybolabilir?"
Sorun da buydu zaten, evin içinden çıkmıştı. "Gitti," dedim koltuğun üzerinden Riley'ye göz atarken. Sürekli kıpırdanıp ve sayıklayıp durmasa öldüğünü düşünebilirdim. "Arabayı almak için gitti." En önemli detayı unuttuğumu birkaç saniye sonra fark ederek ekledim. "Saatler önce."
Sarah önce gözlerini kıstı ve sonra gözlerini pencereye çevirerek işaret parmağıyla dışarıdaki fırtınayı işaret etti. "Bu havada," dedi inanamıyormuş gibi. "Sen de öylece gitmesine izin mi verdin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VOICE OF DARKNESS (Karanlığın Sesi)
ParanormalGecenin bir vakti durduk yere uykundan uyandığın ve izlendiğini düşündüğün o tüyler ürpertici anı hatırlıyorsundur. Etraf saati göremeyeceğin kadar karanlıktı ama pek iyi bir saat diliminde olmadığına emindin. Kalkıp saate bakacak cesaretin yoktu, g...