13 Eylül 2006
Londra, İngiltere
Şu "dönüm noktası" olarak adlandırılan olayı bilirsiniz. İnsanların hayatına yön veren ama aslında her zaman beklendiği gibi iyi şeylere yol açmayacak olan noktadan söz ediyorum. Hani herkesin beklediği ve sözüm ona hayatlarını masala çevirecek olay. Öncelikle insanlara şunu söylemeliyim ki mucize ve dönüm noktası aynı şeyler değil, birinin bunu onlara acilen öğretmesi gerekiyor. Çünkü bahse varım "mucize" olarak adlandırılan şey hayatınızı sona doğru asla sürüklemez. Ama benim 'dönüm noktam'ın yaptığı şey tam da bu olacaktı. Tabii geleceği görme yeteneğine sahip olmadığım için bunu bilme şansım yoktu. Fakat emin olun bu yeteneğe sahip olsaydım o gece o eve sığınmak yerine arabada soğuktan donarak ölmeyi tercih ederdim.
***
Aptal okul kampları! Hayır, hayır, hava durumuna bakmadan kamp düzenleyen insanlara suçu atmalıydım belki de. Çadırın içine saçılmış eşyalarımı toplayıp çok da büyük sayılmayan koyu yeşil çantaya rastgele atarken geri savurduğum halde ısrarla sürekli önüme düşen saçlarımı kökünden kesmeme engel olan tek şey elimde bir makas olmamasıydı. Elimdeki çantayı yere fırlatıp derin bir nefes aldıktan sonra saçlarımı son kez geri attım, bir sinir krizinin eşiğindeydim ve eğer bir daha önüme düşerlerse saçlarımı tüm gücümle çekerek koparmak seçeneklerim arasındaydı. Gelirken kullandığım ve içine aynı eşyaları yerleştirdiğim çanta nasıl olur da şimdi aynı eşyaları almazdı? Aynı çadırda beraber kaldığım arkadaşım Emily'nin yere saçtığı ama giderken vakit kaybetmemek için toplamaktan vazgeçtiği dergi yığınının arasından kendi kitaplarımı yetersiz ışık altında bulmaya çalıştım. Kendisi aynı zamanda toparlanır toparlanmaz bana yardım etme gereği duymadan kaçmıştı. Fermuarı patlatacak kadar dolu olmasına rağmen inatla fermuarı kapatmaya uğraşıyordum. Çadırın çok sevgili arkadaşımın yanlışlıkla çakmağıyla oynarken eriterek deldiği küçük boşluğundan içeri süzülen hava buz dolu bir küvetin içine yatmışım hissi veriyordu. Pili azalan el fenerinin ışığı saniyelerle orantılı bir biçimde azalıp artarak etrafı kısmen görmemi sağlıyordu. Dışarıdan Bayan Summer'ın keyifsiz sesini duydum. "Herkes arabaya! Herkes! Çabuk olun!" Mekanik bir sesle sürekli aynı şeyi tekrarlamaya devam ediyordu. Kampın altıncı günüde –bugün- akşamüzeri beceriksizce ateş yakma deneyimlerinde bulunurken kamp fikrini ortaya atıp hayata geçiren Bay Jimmy ani bir kararla hava sıcaklığının çok düşeceğini ve rüzgâr yüzünden kampa devam etmemizin imkânsız hale geleceğini söyleyerek gitmeye karar vermişti. Bu kararı bir saat önce verip bize bu süre zarfında toplanmamız gerektiğini hatırlatıp ortadan kaybolmuştu ve evet, kendisi kampa gelmeden önce hava durumuna göz atmaktan acizdi. Veya şöyle mi söylemeliyim; kendisi meteorolojiden daha iyi bir hava tahmini yapabileceğine inanıyordu ama parmak uçlarımın donmasına neden olan havayı göz önüne alırsak bu inancına bir son vermesi tüm insanlık için daha iyi olacaktı.
"Tanrı aşkına!" Bayan Summer'ın tiz çığlığı kulak zarımın intihar etmesine neden olacak türdeydi. Maxwell'ın bu kadınla nasıl aynı evi paylaşabildiğini merak ediyordum, yerinde olsaydım sokakta yatmayı tercih ederdim. İçimden soğuk kadar güçlü bir acıma duygusu geçti. "Jonathan, eşyalarını toplamayı bitiremedin mi hâlâ?" Kafamı hafifçe kaldırıp çadırın içinde olmamdan dolayı göremeyecek olsam da etrafa bakındım. Toparlanmayı bitiremeyen sadece ben mi vardım? Dürüst olmak gerekirse şaşırdığım söylenemezdi, konu uyuşukluk olunca bazen sınırları zorladığım inkâr edilemez bir gerçekti.
"Geliyorum," diye seslendim fermuarla mücadeleme devam ederken. Ve... saç tutamlarımdan biri fermuara takılarak işleri olduğundan daha berbat hale getirmeyi ve bana bir kez daha ne diye yaşadığımı sorgulatmayı başardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VOICE OF DARKNESS (Karanlığın Sesi)
ParanormalGecenin bir vakti durduk yere uykundan uyandığın ve izlendiğini düşündüğün o tüyler ürpertici anı hatırlıyorsundur. Etraf saati göremeyeceğin kadar karanlıktı ama pek iyi bir saat diliminde olmadığına emindin. Kalkıp saate bakacak cesaretin yoktu, g...