Bir anlığına yanlış anladığımı düşünerek öylece kalakaldım ama soru gayet netti. Beklentiyle kaşlarını hafifçe kaldırmış beni süzüyordu, üzerindeki siyah montuyla gecenin karanlığına karışmış halde önümde dikilirken sokak lambasının turuncu ışığında kahverengi saçları benimkilerle aynı renkti, yeşil gözlerinde şüpheci bir parıltı vardı.
Sonunda kendimi toparlamayı başardığımda yalnızca güldüm. "Ne?" Aslına bakılırsa sinirlerim o kadar bozuktu ki durumla tamamen çelişecek şekilde deli gibi kahkaha atmak istiyordum fakat bunun için fazla yorgundum. Onun sabit ifadesini görünce gülümsemem yavaşça silindi, omuzlarım yorgunlukla düştü ve gerçeğin ağırlığı sert bir tokat gibi suratıma çarptı. Hayır, tokat da değil sert bir yumruk gibiydi hatta; sendeledim.
Aman Tanrım. Ben Riley'ye aşıktım. Gerçekten aşıktım.
Boğazımı tıkayan garip yumru nefesimi kesti, bunu içten içe kendime söylüyordum ama ilk kez başkasının ağzından duymak çok garip hissettiriyordu, çıplak bir şekilde sokakta dikiliyormuşum gibi tedirgindim.
"Saçmalık," dedim sonunda. "Sen neden bahsediyorsun?"
"Yapma Larissa." Jared'ın dudakları bir gülümsemeyle seğirdi. Bana doğru bir adım attı ve bir anda tepemde dikiliyordu sanki. "Bunu fark etmemek için kör veya salak olmak bile yetmez."
Bir anda göğüs kafesimdeki kemiklerin hepsi adeta kırıldı ve ciğerlerime keskin pençeler gibi saplandı. "Jared..." Elimi başıma götürüp alnımı sıvazladım. "Gerçekten bunu kaldıracak havamda değilim, benimle sonra uğraş, tamam mı?"
Hızla arkamı dönüp cebimden anahtarı kaptığım gibi kapıyı açmak istedim ama bileğimi tutarak beni kendine çevirdi, büyük bir ciddiyetle beni baştan aşağı süzdü. O kadar yakındı ki ruhumu okuduğunu bilerek gözlerimi kaçırdım; sigarayla karışık parfüm kokusu burnumun dibindeyken onu görmezden gelsem ne olurdu ki?
"Tanrım..." Duraksadı ve bileğimi tutan uzun ve güçlü parmakları yavaşça gevşedi. "Ona o kadar aşıksın ki..."
Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki göğsümden çıkıp Jared'a çarpacağını sandım. Vücudumda gezen adrenalin damarlarımı yakıp kavuruyordu, hızla elimi geri çekip deliğe soktuğum anahtarı çevirerek kendimi içeri attım. Kapıyı Jared'ın suratına sertçe çarparken orada hala hareketsizce durduğunu görebiliyordum, eli havada asılıydı, parmakları hala olmayan bileğimin hayaletini gevşekçe tutmayı sürdürüyordu.
Titreyen kollarımı kendime sararak kapının arkasına yaslandım ve karanlıkta kalbim gümbür gümbür atarken hareketsizce bekledim. Jared'ın bakışlarını hala üzerimde hissediyordum, kapıyı delerek sırtıma saplandıklarına yemin edebilirdim. Gözlerim karanlığa biraz alışınca yavaşça kayarak yere oturdum, cebimden telefonu çıkarıp Riley'yi aradım ama bir kez bile çalmasına fırsat kalmadan hemen kapattım.
Ben ne yapıyordum?
En yakın arkadaşlarımdan birine aşık olduğumu daha ne kadar gizleyebilirdim?
Telefonun siyah ekranına boş boş bakmayı sürdürürken bir anda gelen mesajla parlayan ekran gözlerimi kısmama neden oldu. Riley olduğunu düşünerek hemen atıldım ancak elbette değildi. Mesaj cehennemin derinliklerinden geliyordu, şeytanın ta kendisinden.
"Sarah'nın en sevdiği çiçekler pembe güllerdi, değil mi? Öyle değilse bile almış oldum; eh, kim gece sürprizleri yapan romantik erkek arkadaşlara bayılmaz ki? Ayrıntılarını merak ettiğini biliyorum ama yarın Sarah'dan öğrenirsin artık ;) –Tristan."
Harika, şimdi bir de yaptığımız anlaşma yüzünden bir de Tristan peşime düşmüştü ve muhtemelen asla durmayacaktı.
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VOICE OF DARKNESS (Karanlığın Sesi)
ParanormalGecenin bir vakti durduk yere uykundan uyandığın ve izlendiğini düşündüğün o tüyler ürpertici anı hatırlıyorsundur. Etraf saati göremeyeceğin kadar karanlıktı ama pek iyi bir saat diliminde olmadığına emindin. Kalkıp saate bakacak cesaretin yoktu, g...