Yolda düşüncelere o kadar dalmıştım ki araba aniden fren yaptığında yine bozulduğunu ve mahsur kaldığımızı sanarak irkildim. Ancak Riley anahtarları cebine atıp rahat bir şekilde arabadan inerken yavaşça aralanan sis tabakasının içinden beliren evi görmemle bu durumdaki biri ne kadar rahatlayabilirse o kadar rahatladım.
Telefonumun şarjının bitmeyeceğinden emin olmak biraz da olsa güven veriyordu, geçen seferki sorunlarla karşılaşmadan aradığımızı bulup hemen buradan gitmek istiyordum. Aslında ne aradığımızı bile bilmediğimizi göz önünde bulundurduğumda durum sandığımdan daha karmaşıktı.
"Hadi," dedi Riley beni çekiştirirken. "Fazla oyalanmasak iyi olur."
Onu kafamla onaylarken eve dışarıdan göz atmakla meşguldüm. Bir önceki gelişimizde çok dikkat etmemiştim ama ev bir şekilde canlıymış havası veriyordu. Belki de bir zamanlar içinde yaşanmış olabilecek olayların bıraktığı iz onu böyle kılıyordu fakat orada öylece durup evi izlerken kasvetli bir yüze bakıyormuş gibi hissetmekten kendinizi alamıyordunuz. Yanındaki göl de bir zamanlar akıttığı gözyaşlarının birikimiydi sanki.
Fazla renkli hayal gücümün ardı arkası kesilmeyen senaryolarını bölen şey kapıdan içeri adım atmamız oldu. Ev garip bir şekilde dışarıdan daha soğuktu, eve hakim olan ölüm sessizliği arkasında bastırılan bir çığlığı saklıyormuşçasına tedirgin ediciydi.
"Ne arıyoruz?" diye sordum kısık sesle. Neden fısıldama gereği duyduğumdan emin değildim.
Elindeki çakmağı yakarak karanlığın içinde küçük bir alevin kıvrılarak dans etmesini sağladı. Yüz hatlarını zar zor seçebiliyordum. "Bilmiyorum," diye fısıldadı aynı şekilde. Sonra yüzünde muzip bir gülümseme belirdi. "Sanırım bu sorunun cevabını aradığımızı bulduğumuzda alacağız." Korkutucu olma çabasıyla çakmağı yüzüne yaklaştırdığında göz devirdim.
Yukarı çıkan merdivenleri tırmanırken hiç beklemediğim bir şekilde, "Burası seni korkutuyor mu?" diye sorduğunda afalladım.
Ürkekçe nefesimi dışarı verdim. "Emin değilim," dedim, "belki bana güleceksin ama bu evde çok yoğun bir şeyler hissediyorum."
Tam önündeki basamağı çıkmak üzereyken olduğu yerde durup arkasını döndü. Gözlerini bana dikti. "Şimdi de medyum olduğunu mu iddia ediyorsun?" diye sordu sırıtarak.
Dediğini görmezden gelerek, "Sana da farklı bir şeyler hissettirmiyor mu?" diye sordum. "Nedenini bilmediğin bir şekilde huzursuz hissetmiyor musun?"
"Ah, inan bana hayatımı bundan daha az huzur dolu yerlerde geçiriyorum."
Konu hiç ummadığım bir noktaya geldiğinde bir süredir kafama takılan soruların cevaplarını almak için şansımı denemeye karar verdim. Ne kadar kirli olduklarına aldırmadan merdiven basamaklarından birine oturup yanıma oturmasını rica ettim. Sorun şuydu ki hayatında uzun bir zamandır yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ve olabildiğince bahsetmemeye çalışıyordu. Ancak onun için endişeleniyordum, bazen neden dalıp gittiğini, mutsuz bir şekilde ortalıkta dolaştığını merak ediyordum. En yakın arkadaşlarından biri olarak bilmeye hakkım vardı, yardım etmek istiyordum, onu mutlu etmek istiyordum. Çünkü bunu hak ediyordu.
Etrafımda gülücükler saçan birçok insan vardı ve Riley onların birçoğundan daha fazla mutluluğu hak ediyordu.
"Sorun ne?" diye sordu yanıma oturur oturmaz. "Bir şey mi oldu? Kendini kötü mü hissediyorsun?" Endişe dolu bir yüz ifadesiyle gözlerini yüzümde gezdirdiğinde, "Hayır," dedim, "hayır Riley, konu ben değilim."
"Jared mı?"
"Hayır, o da değil." Duraksadım. "Konu sensin."
Sanki söyleyebileceğim en saçma şeymiş gibi bana bakakaldı. "Ne olmuş bana?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE VOICE OF DARKNESS (Karanlığın Sesi)
Siêu nhiênGecenin bir vakti durduk yere uykundan uyandığın ve izlendiğini düşündüğün o tüyler ürpertici anı hatırlıyorsundur. Etraf saati göremeyeceğin kadar karanlıktı ama pek iyi bir saat diliminde olmadığına emindin. Kalkıp saate bakacak cesaretin yoktu, g...