10. Bölüm #İtiraf#

13.8K 918 466
                                    

Bölüm Şarkısı: Tove Lo- Timebomb

*

Derler ki bilinçaltı denen yerde biz daha doğmadan konulmuş bazı bilgiler vardır. Mesela bir yaşında yürümeye başlayacağızdır, sonra yavaş yavaş ilk kelimeler dökülecektir ağzımızdan. İlk dişlerimiz çıkacaktır. Ama en ilki ağlamaktır. İnsanoğlunun beynindeki ilk bilgi ağlamaktır.

Ne acı değil midir? Sanki bu dünyaya ne için geldiğimiz başından beri belli gibidir. Acı çekeceğimiz, mutlu olmayacağımız, başlangıçtan beri Tanrı denen kişi tarafından çizilmiştir.

Bir başka yerde de derler ki insanlar geleceği görebilir. Bazıları Tanrı'dan başkasının bunu yapamayacağını savunurken aslında çok mantıklı bir açıklaması vardır bunun. İnsanoğlunun ağlamak dışında beynine yerleştirilen bir bilgi daha vardır, seçim yapmak. Geleceği görüp algılayamadığımız bir şekilde seçimlerimizi yaparız. Bugün bu yoldan geçmeye karar vermişsinizdir, oysaki o yoldan geçeceğinizi zaten doğduğunuzdan beri biliyorsunuzdur. Yoldan geçerken birine rastlarsınız. Bu kişiye rastlayacağınızı da biliyorsunuzdur ama şaşırmış gibi yapmak gerekir bu durumda, Tanrı'nın oyununu bozmamak için. O kişiye rastlayacağınız aslında başından beri yazılmıştır bir yerlere. Beyninizin en uç köşelerine belki de. Ve zamanda insanlar buna bir sözcük de bulmuşlardır: Kader. Başlarına gelen her şeyin kader deyip bir kenara atmayı öğrenmiştir insanoğlu bu kelime bulunduktan sonra. Ne kolaylaşmıştır her şey böyle olunca. Aşık oldukları insanlara bakıp "Sen benim kaderimsin." demeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Unutmuşlardır ki aslında o kişiyi kendileri seçmişlerdir. Çok eskiden, çok uzak bir zamanda. Kader diye bir şey yoktur, aslında. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru tercihi yapmak vardır. Peki eğer her şey tercihse, insan ilk geldiğinde bu dünyaya neden ağlamayı seçer?

"Daldın?" Kerem elini önümde salladığında kaçıp gittiğim hülyalardan sıyrıldım. Böyle bir şeyin neden aklıma geldiğini kestirememiştim. Belki de kendimi ağlayacak gibi hissetmemden kaynaklanıyordu. Belki de burada, şu an bulunmak istemediğimden. Ya da daha doğrusu bulunmamam gerektiğini hissettiğimden oluyordu bunlar. Gerçekten burada olmayı seçmiş olamazdım, değil mi?

"Özür dilerim, uykumdan yeni kalktım." Uykudan yeni kalktığım her ne kadar doğru olsa da bunun için uzaklarda olduğum doğru değildi ama bunu Kerem anlamamış gibi duruyordu. "Ne konuşmak istiyordun benimle?" diye sordum.

"Birkaç gündür olanları düşünüyordum," diye başladı cümlesine Kerem "ve sana haksızlık ettiğimi düşündüm." Yaklaşıp Kerem'in üstünde alkol olup olmadığını anlamak için kokladım. Ancak tek aldığım koku, hoşuma giden bir parfümdü.

"Ne yapıyorsun ayıptır sorması?" Ayıpsa sorma, diye konuştu iç sesim ancak Kerem'e verdiğim cevap bu olmadı.

"Sadece bir şey içip içmediğinden emin olmak istedim."

"Yapma ya, o kadar mı korkuttum seni prenses." Tam da neredeyse Kerem'in düzeldiğini düşünmüşken eski alışkanlıkları karşımdaki kişiyi tekrardan hatırlatıyordu bana. "Yine de neden böyle davrandığımı bilmeni isteyeceğini düşündüm."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Günlerdir kendimi parçalayıp cevabını aradığım soruları yanıtlayacak kişi ayağıma kadar gelmişti ve bana anlayamadığım bir şekilde çok iyi davranıyordu. "Tamam." Derin bir nefes alan Kerem'in ağzındaki bakla her neyse söylenmekte zorlandığı kesindi.

Cesaret verici olsun diye dizinde dinlendirdiği elinin üzerine elimi koydum. Geri çekilmedi.

"Tamam." dedi tekrardan. "Ben-şey-bunu söylemek zor olacak." Derin derin nefes alıyor ve dinlene dinlene söylüyordu her bir kelimesini. "Nasıl desem bilmiyorum ki."

Ayvalık (İzmir #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin