21. Bölüm #Valiz#

7.6K 518 88
                                    

Bölüm Şarkısı: Hello- Adele

*

İnsanlar kendi şanslarını kendileri yaratırlar, diye bir şey okuduğumu hatırlıyorum bir zamanlar. Bana istenen bir şeyin olmaması sanki insanın elindeymiş gibi konuşuyor gibi gelmişti. Gerçekten mümkün müydü, bütün eksileri artıya çevirmek?

Hayat nasıl gidiyor? Hayat gitmiyor.

Elimdeki zarfa bakıyordum ve bir çözüm düşünüyordum. Ona ait olan her şey geride kalan şeylere tekrar bakmama neden oluyordu ve tekrar önüme döndüğümde kendimi bir adım geride buluyordum, kurtuluştan biraz daha uzaklaşmış ve gitmeye çabalamıyor şeklinde. 

Gecenin geç saatine rağmen telefonumu almak için ayaklandım. Bir süre telefonu karış karış her yerde aramış daha sonradan telefonumu denize fırlattığımı hatırlamıştım. Telefonumun olmaması mı yoksa dalgınlığım mı beni bu kadar üzdü bilmiyordum ama kendimi çökmüş ve ağlarken bulmuştum. Nasıl akıl edememiştim, nasıl bu hale gelmiştim?

Bundan kaçmak nasıl mümkün olabilirdi? İçme, anlık unutkanlığa sebep olurken kalıcılığa kim bakıyordu? Bir iğne, bir hap? Hangi doktor buna bir çözüm bulacaktı?

Sırtım duvara dayalı bir şekildeyken dizlerimi kendime doğru çektim. Gözlerimi duvardaki beyaz sonsuzluğa diktim ve birden papatyaları düşünmeye başladım. Neden olduğunu bilmiyordum ama tekrar hayata gelmek ve bir papatya olmak istiyordum. Böylelikle biri beni kopardığında tekrar hayata dönmek için bir çaba sarf etmeme gerek yoktu. Bu şekilde birinin beni suya koymasını beklemek zorunda da değildim. Tek bir koparış, sonum olacaktı. Belki de bu yüzden çevremdekiler bana zarar vermekten korkardı, birinin ölümüne sebep olmaktan korkmaktan.

*

Sabah gözlerimi araladığımda gece kendimi koyduğum yerde buldum. Boynum bir yere dayanamamaktan tutulmuş ve sırtım soğuk duvardan zar zor hareket eder hale gelmişti. Kendimi zorlayarak ayağa kalktığımda erken saati evdeki sessizlikten anladım. Merdivenlerden inerken boynumun sınırlı hareketi beni zora sokuyordu. Buna rağmen son ana kadar hızımı kesmeden ilerledim. Evde az kullanılmaktan üstüne toz sinmiş ev telefonunu elime aldığımda bir süre numaraları izledim. Daha sonradan babamın numarasını çevirdim ve pek de temiz sayılmayan telefonu kulağıma götürdüm. Bunu yaparken kendimce mantıklı gelen bir nedenim vardı. Geri dönecektim. Ama en başa, hatta ondan öncesine. İstanbul'a gidecektim, onu tanımadığım ama artık onun izini taşıyan şehre. Ne bekliyordum, ne umut ediyordum? Buna cevap vermek istemiyordum. Çünkü çok tehlikeliydi. İçimde parlayan kıvılcımı tek bir üfürükle söndürebilirdi ve bu yüksek bir olasılıktı. O zaman neden bu tehlikeye girip, yanında olmak istiyordum?

Tekrar bir şans dilenmek için.

Ama bir insan aynı anda hem şans hem de umut ikilisini barındıramazdı. Ya şansın vardı ya da umudun çünkü umut, elinde şansı olmayan insanlara tanınan bir haktı. Komik olan durum ise, şansı olmayan bir insanın hayalinin gerçek olacağını düşünmesiydi. Bunun için tehlikeliydi her ikisi de. Ben ise ikisini de içime atmış ve sönük alevimi bu ikisi ile besliyordum. Herhangi birini elimden almak beni karanlıkta bırakacaktı, biliyordum.

Sabahın erken saatinde uyandırılmış tırtıklı bir ses diğer taraftan duyuldu. "Alo."

"Baba, yanına gelebilir miyim?" İlk sorumun bu olması karşı taraftaki sesi bir süre kesti. 

"Ece," babamın yatakta kıpırdandığı duyulabiliyordu. "sen misin?"

"İstanbul'a gelebilir miyim?" diye yineledim sorumu.

"Bunu daha sonra konuşalım, saat sabahın altısı."

Onu dinlememiştim. "Bu akşam gelmek istiyorum."

Ayvalık (İzmir #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin