Şirketten çıktığı gibi bir taksiye atladı. O kadar öfkeli ve kırgındı ki... Gözleri ara ara yaşlarıyla yansa da, bir şekilde onları akıtmamayı başardı. Şoföre adresi söyleyip başını pencereden dışarıya çevirdiğinde aslında şu yaptığının hiç huyu olmadığını kendine hatırlattı. Demek ki yoğun hissedilen duygular insanı aptallığa sürükleyebilirdi.
Yaklaşık bir saattir, yüksek taburenin üzerinde oturuyordu. Elindeki kocaman bardağı, birkaç büyük yudumla bitirdi. Şu an kaçıncıyı içiyordu bilmiyordu; ama başının dönmesi, midesindeki bu ilginç sesler ve ağzına doğru hücum eden bira artık durmasını söylüyordu.
Eve gitmeyi planlarken kendini bara atmıştı. Aslında inanılmaz yorgundu. Televizyonun karşısında biraz aylaklık yapıp ya da güzel bir kitap okuyup, kendini yatağa fırlatması gerekiyordu. Artık aklı da ona oyunlar oynuyordu. Şimdi aşk acısı çektiği için içen ve oracığa yığılan erkekler gibi olacaktı.
"Ne aşk acısı çekmesi? Ne biçim benzetme bu şimdi!" diye mırıldanırken, eli gayriihtiyari midesine gitti. "Allah kahr..." lafını bitirmeden, kadınlar tuvaletine koştu.
Zaten çok dolu olmayan midesini iyice boşalttı. Bugün bir şey yememişti öyle ya, şimdi hatırladı. Ah hayır yemişti! Tüm gün Timuçin nerde diye aklını bir güzel yemişti. Sifonu çekip klozetin kapağını kapatarak üzerine oturdu. Midesinde hala çıkmaya çalışan bir birikinti vardı. Gözlerini yumup kafasını plastik duvara yasladı. İçerideki serin havayla biraz rahatlayınca doğruldu.
Elini ve yüzünü makyajına aldırmadan yıkadı. Ağzındaki acı tadı aldığında suratını ekşiterek ağzını hızla çalkaladı. Başı inanılmaz dönüyordu. Bir an önce eve gitmeli ve uyumalıydı. Saat hayli geçti. Bu halde bir taksi bulmadan eve gidemezdi. Kalabalığı yararken hayli zorlandı. Topuklu ayakkabılarıyla sendeleyerek yürümeye çalışıyor, bir yandan da çatlayacak kadar ağrıyan başını tutuyordu. Tüm taksilerin dolu olması inanılır gibi değildi. Sokağın sonuna varmadan boş bir tanesini çevirebileceğini düşündü.
Fazla ilerlemeden yanında beliren beyaz arabaya yönünü çevirdi. Elini saçlarının arasından çektiğinde, onu aç bakışlarla süzen üç erkeği gördü. Arabayı kullanan sırıtıyordu. Diz kapağının üzerine gelen elbisesini şöyle bir süzdükten sonra, yılışık bir tavırla konuştu.
"Gideceğin yere bırakalım seni güzelim. Bu halde evi bulman zor..." diyerek göz kırptı.
Asya, adamı boş bakışları ardından inceledi. Yeşil gözlere, hoş denecek kadar yakışıklı surata sahipti; ama görünüşe göre bunu farklı şekilde kullanmak istiyordu. Zamanının birçoğunu kontrollü davranmaya ayıran genç kadın o gün kontrolünü fazlasıyla kaybetmişti. Tek başına bir bara gelmiş, saatlerce içmiş, kusmuş ve yollara dökülmüştü. O arabaya binmeyecekti, değil mi? Yavaş adımlarla yürümeye başladı.
Asya'nın cevapsız ağzı cesaret verdi. "Gel canım, yemeyiz seni."
Sonunda ağzından birkaç kelime çıkabildi. "Beni rahat bırak!"
"Ooo sert yaptı kızımız," deyince arabadakiler sahte bir kahkaha tufanına kapıldı. "Gelene kadar peşindeyim güzelim."
Genç kadın öfkelendi. Durdu ve sordu. "Nedenmiş o? Sana borcum mu var?"
"Yalnızsın fıstık ve mutsuz görünüyorsun."
"Sen ne yapabilirsin?"
"Seni mutlu ederim." Yine göz kırptı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZEMLİ PATRON (+13)
Mistério / SuspenseGİZEMLİ PATRON Zor bir çocukluk geçiren Asya, hayatına Muğla'da bir otelde çalışarak geçirmektedir. En yakın arkadaşı ve en büyük destekçisi de onun kadar yaralı bir geçmişe sahip Ali'dir. Otele yapılacak yeni bir bar için, p...