Hala midem bulanıyordu. O pisliklerin tenime dokunuşunu kaldıramıyordum. Hele, daha da ileri gitmek üzere olduklarını düşündükçe iyice kötü oluyordum. Gerekli hamleyi yapmış olmasaydım belki de... Allah'ım düşüncesi bile kötüydü.
Ama bunlar nereden biliyorlardı hassas noktamı? Beni bu kadar nasıl tanıyabilmişlerdi? Hayır, mümkün değildi. Onların beni birinci dereceden tanımadıkları belli oluyordu. Biri tarafından mı bildirilmişti yani? Daha da kötüsü bu görev onlara biri tarafından mı verilmişti? İyi de, kim Korhan'ın ölümünü kullanarak beni bu duruma sürüklemek isterdi ki? Neden isterdi?
Delirmek üzereydim. Bu olayın bir şekilde açığa kavuşması şarttı.
Biraz da olsa düşüncelerimi dağıtmak için başımı Çağın'dan yana çevirdim. Yola iyice dalmıştı. Yüzü gergin görünüyordu. Sesimdeki ifadesizliğe kendim de şaşırırken "Orada ne işin vardı?" diye sordum. Sanki yola hiç dalmamış da benim bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi "Oturduğun kafedeydim" diye cevap verdi hızlıca.
"Beni mi takip ettin" dedim, sesimden yavaş yavaş akan ifadesizliğimle. Sorduğum soruya doğrudan cevap vermese de gözlerini yoldan ayırmadan "Yüzün kireç gibiydi. Aceleyle masadan kalktığını gördüm. Bir aksilik olduğunu anladığımda, kendimi senin peşinden gelirken buldum" diye cevapladı.
Cevap vermeden sinirle yüzüne bakıyordum. Tahmin etmiş olsa ki, "Hiç bakma öyle, kimi o şekilde görsem takip etme durumunda kalırdım" diye söylendi. Bu çocuğun milleti takip etme sorunu falan mı vardı? Bunu kendisine de sordum.
"Senin herkesi takip etme gibi bir sorunun falan mı var?"
"Hayır."
"E abi, senin problemin ne o zaman?" diye sordum hırçınlaşarak. Konuşmaya başladığımızdan beri ilk kez gözlerini yoldan ayırıp yüzünü ekşitti ve "Çok da kibarsın maşallah" dedi. Sinirle "Sanane be" deyip arkama yaslandım. Artık sıkılmıştım sürekli bir yerlerde karşıma çıkmasından.
"Ben gelmeseydim neler olacağını tahmin edebiliyorsundur" diyerek düşüncelerimi böldü. "Ben kendi başımın çaresine bakardım" dedim sağ tarafımdaki camdan bakarken.
İç sesim "NAH BAKABİLİRDİN DEFNE" diye haykırıyordu. Çağın ise duyulur duyulmaz bir kahkaha attı, iç sesimi duyarcasına.
Karakol olduğunu tahmin ettiğim bir binanın önünde dururken "Karakola geldik. Neler olduysa anlatacaksın, o şerefsizleri bulacaklar anlaştık mı? Ben plakayı da aldım zaten. İnebiliriz" diyerek beni beklemeden kapıyı açtı ve aşağı atladı. Ben de onun peşinden dışarı fırladım.
İçeri girdiğimizde Çağın'ın birkaç polisle el sıkışıp merhabalaştığını fark ettim. Ve bir polisle, diğerlerine oranla biraz daha uzun bir konuşmanın ardından arada bıraktığım mesafeye yüzünü döndü ve gelmemi söyledi. Onu takip ettiğimde bir odaya girdik.
Masada oturan adam bilgisayarla ilgilenmeyi bırakıp gözleriyle oturmamızı işaret etti. Daha sandalyelere yerleşmeden Çağın hemen konuya girmişti. Karşımızda adam bir kahkaha atarak "Sakin ol Çağıncım. İzin ver de kızdan dinleyelim" diye cevap verdi. Demek tanışıyorlardı. Karakolda tanımadığı yoktu maşallah beyefendinin.
Masa başındaki adama dönüp "Olaylar beklemediğim şekilde gelişti" dedim. Anlatmam için başıyla işaret etti ve her şeyi en başından anlattım. Bu, biraz da olsa durulan midemin tekrar bulanmasına sebep olmuştu.
Adam "Arabanın plakasını aldınız mı?" diye sorduğunda Çağın gereksiz bir heyecanla öne atılıp "Evet aldım Mustafa abi" deyip cebinden çıkardığı küçük kâğıdı masaya bıraktı. Bu hangi ara plakayı kâğıda yazmıştı? Hasbinallah.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin Problemin Ne?
Teen Fiction"Senin yüzünden" diyordu. "Her şey senin yüzünden" "Olanların suçlusu sensin" "Senin yüzünden!" #9 Temmuz 2015#