11- Yalnızlık

20 1 0
                                    

Cem Adrian- Yalnızlık
Bu gün pek de uyanmak istemedim. Çünkü uyanınca gökyüzündeki ay yerini güneşe bırakacaktı. Ama ne yazık ki uyanmak zorundaydım. Üstümü değiştirip aşağı kahvaltı etmeye indim. Bu gün kendime vakit ayırıp Deniz ve Umut'tan uzak durmak adına kıytı köşedeki bir masada, yalnız başıma kahvaltımı yaptım. Elimde tepsiyle masadan kalkana kadar her şey güzel ilerliyordu. Ama geçen gün bankta yaşadıklarım gibi Deniz yalnızlığımı böldü ve elimden tepsiyi alıp yemek salonuna kadar taşıdı. Beraber bahçeye çıktık. Bana anlam veremediğim sorular soruyordu. "Sen hangi sınıftasın? Hangi katta?" söyleyecek laf bulamıyordum çünkü okumadığımı, hatta okuma yazmamın bile ancak olduğunu ona söylemeye çekindim sanırım.
Sessizliğimden anlayacağını sanmıyorum ama yine de çabalıyordu. "Ha daha bilmiyosun heralde sınıfını. Hayret Umut sana söyler sanmıştım. İstersen gel beraber bulalım." Tamam dedikten sonra onunla beraber bahçenin arkasına dolandım. Meğer binanın arkasında bir bina daha varmış. Bir okul! Aslında bunu düşünmem gerekirdi. Sınavla yetim alan bir yetimhane tabi ki de öğrenim verecektir.
      Deniz beni kolumdan tuttuğu gibi sürüklemeye başladı. Onun hızına yetişmekte az da olsa zorlanıyordum. Ancak ben de okulu merak etmiyor değildim. Okuldan içeri girdik. Uzunca koridorlar, büyükçe duvarlar. Fazlasıyla resmi insanlar...
Beraber müdürün odasına kadar çıktık. Deniz müdürle görüşürken sıkıldım. Biraz dolaşmak istedim. Aldım başımı başladım hiç bilmediğim bir binanın soğuk betonlarını yürümeye. Attığım hiçbir adım yerdeki çizgilere denk gelmiyordu. Ürkütücü derecede boş ve sessiz sınıfların ardından aşağıya doğru uzanan bir merdivene ulaştım. Aslında pek de kaybolmaya niyetim yoktu ama sonuçta burada okuyacaksam illa ki buraları da görecektim.
Basamakları büyük bir heyecanla ikişer ikişer indim. Tam altında durduğum ışık yanıp sönüyordu. Korkmadım değil. Ancak artık hissizleşmiş olmalıyım ki hala durmadım.
Yürüyorum.
Ben burada daha çok böyle kazan dairesi, ürkünç sesler, boş odalar vs bir korku filmi mekanı beklerken inanılmaz bir yerle karşılaştım. Tam da istediğim bir yer. Müzik odaları, resim atölyeleri, dans salonları... Hayat buradaymış meğer. Öncelikle atölyeye girdim. Tuvaller, boyalar, fırçalar, renkler, hayatlar... Aman Allah'ım. Burası tam bana göre!
Dedim ki Deniz yukarıya çıkmam için bana seslendi. Arkama baka baka onun yanına gittim. Bu yerden hiç ayrılmak istemiyordum ama ahh şu okul işlerini halletmem gerek.
18 yaşındayım. Ve lise sona yaklaşık birkaç ay gideceğim. Lise bitince de üniversite ama lisenin biteceğini pek sanmıyorum. Şu eski aptal yetimhanenin eğitim verdiği falan yoktu. Yıllardır hiçbir şey yapmadan orda nasıl kaldığıma inanamıyorum.
Şimdi lise sona gideceğim ancak bunun yanında kurs da almak istiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Ancak bu kurs işini Deniz bilmesin. Utanırım. En iyisi müdürle yalnız konuşmak dedim ve Denizden dışarı çıkmasını rica ettim. O kapının dışına çıkınca müdürle konuşmaya başladım. Durumu anlayınca kurs işini kabul etti. Aslında cahil birisi değilimdir. Sadece böyle hani formül, işlem, o tarz yardım gerektiren konuları bilmiyorum. Bu yüzden de hafta sonları kurs alacağım. Müdüre teşekkür edip dışarı çıktığımda Deniz sert bakışlarımı üstüme attı. Kendimi suçlanmış hissettim ama konuşmalarımızı duyduğunu anlayabiliyordum.
"Neden dinledin?"
"Neden söylemedin?"
"Niye söyleyecekmişim?"
"Öf tamam hadi gel sana sınıfını göstereyim." Dedi ve beni binanın en üst karına çıkarttı. 12-B'deymişim. Sınıfıma bir baktım. Normal bir sınıf işte.
"Sen... Hangi sınıftasın?"
Birden bir kahkaha attı.
"Ahaha, ben ünivertiseye gidiyorum.3. Sınıf. "
"Ha doğru ya."
Hafifçe gülümsedi. Sonra
"Gel, seni yukarıya çıkartıcam. " dedi
"En üst katta olduğumuzu sanıyordum."
Güldü
"Ihıh gel."
Beraber yukarıya çıktık. Terasa. Gökyüzünde gibiydik. Yüksekte. Birkaç saniyeliğini herkes her şey kayboldu. Bir tek ben kaldım. Ben ve yalnızlığım.
Uçuyordum. Hafif hissediyordum. Aşağı bakamıyordum. Özgürdüm. Rüzgar beni estiriyordu bilmediğim yerlere. Sonra derinden bir ses geliyordu. Boğuk bir ses.
Ayaklarım yere bastı. Altımda bir bina duruyordu. Yanımda Deniz.
"Nasıl beğendin mi?"
"Ha evet çok güzel. "
Gerçekten de güzel bir manzaraydı. Ama ben ne güzel uçuyordum. Sen niye giriyorsun ki benim gökyüzüme?
"Aslında sen burayı bir de gece göreceksin. Işıl ışıl. Çok güzel oluyor."
Biraz gülümsedim.
"İstersen geliriz akşam. He ne dersin?"
"Tabi olur" dedim ve aşağıya indik. Akşama pek güzel şeyler olacak gibi durmuyor ama hadi hayırlısı.
Artık bu çocuğu başımdan atmak istiyordum. Daha tanışmıyorduk tam. Ne bu samimiyet. Hayır belki tanısam iyi birisidir ona bir şey demiyorum da sonuçta tanışmıyoruz. En iyisi ben bu akşam bunu bir tanıyayım güzelce ona göre kararımı veririm uzaklaşmak konusunda.
Şimdi gelelim şu meseleye;
Babamı bulacak mıyım? Öyle kararsızım ki. Okula gitsem. Nasılsa birkaç ay. Liseden sonra da babamı aramaya gitsem?
Bu fikir az da olsa aklıma yattı ancak pek de emin olamıyordum. Neyse şimdilik bu konuyu kapattım. Liseden çıkıp ana binaya döndüğümüzde Deniz'in yanından ayrılıp Umut'un yanına gittim.
Oturttum onu karşıma ve o daha ne olduğunu anlayamadan konuşmaya başladım
"Evet hadi göster bana şu hoşlandığın kızı. Sen bana onu göster de ben de onun yanına gidip onunla arkadaş olayım. Sonra sana da onun hakkında bilgiler getiririm. "
Böyle şeyler diyeceğimi pek beklemiyor olsa gerek ki bir an neye uğradığını şaşırdı. Başta bir yüzü kızardı. Sonra sağına soluna bakındı. Etrafta bir süre kızı aradı. Sonra öne doğru eğildi kulağımı ona doğru yaklaştırdım ve
"Bak şu camın kenarındaki masayı görüyor musun? Üstünde siyah hırkası var. Bak sarışın olan. " hah sarışın. Nesini beğeniyorsa bunun. Ne yani sarışın işte. Ben de boyarım saçımı ne olacak. Hey Özgür kendine gel. Noluyor sana kızım. Duyan da kıskanıyorum sanıcak!
Hemen kalktım masadan kızın yanına gittim. Başka bir kızla konuşuyordu ancak ben konuşmalarını böldüm ve araya atladım.
"Merhaba ben burda yeniyim de tanışayım dedim. Ben Özgür. "
"Memnun oldum. Ben de Güneş" konuşmaya ilk başlarken onun burnu havada aptalın teki olduğunu sanıyordum. Ancak öyle de kötü değilmiş. Biz sohbeti baya bir ilerlettik. Akşama doğru onun odasına gittik ve orda konuşmaya devam ettik. Cana yakın sevimli bir kız. Hava hafiften karamaya başlayınca aklıma Deniz geldi. Ve ben daha hiç hazırlanmamıştım. Çünkü kızı bırakamıyordum. Ama kız sızlanmamdan anlamış olsa gerek
"Bir yere gideceksen gidebilirsin ben tutmıyım sonra konuşuruz yine."
Dedi. Hatta ben ona planımı söyleyince bana akşama giymek için bir elbise bile verdi. Zaten benim öyle güzel eşyalarım yoktur. Vermesi iyi oldu.
"Dur ben sana makyaj yapayım. "
Makyaj... Pek alışkın değilimdir böyle kız şeylerine bu yüzden her şeyi ona bıraktım.
Önce bana zorla siyah bir elbise giydirtti. Daha elbiseyi inceleyemeden beni sandalyeye oturttu ve makyaj yapmaya başladı. Yarım saat sonra
"Tamam hazırsın. Hadi güle güle" dedi. Ayağa kalktım. Aynaya baktım. Ve kendime inanamadım. Aynadaki ben olamazdım.
Kalın askılı baya bi sırt dekolteli dizlerime kadar siyah bir elbise. Kıpkırmızı bir ruj, maskara...Bunlar bana fazla. Hemen bir peçete aldım ve rujumu silmeye başladım. Ne kadar uğraşsam da dudağımda kalan hafif kırmızılığı gideremedim. Sonra saatin iyice geç olduğunu fark ettim. Tam dışarıya çıkıyordum ki Güneş;
"Sakın bunun altına botlarımı giteceğim deme" dedi
"Başka ne giyicem ki"
"Amma zevksizsin!" Dedi ve dolabından siyah topuklu ayakkabılarını çıkarttı.
"Ya hayır ben giyemem onları"
"Nasıl giyemezsin?"
"Ya ben yürüyemem onlarla kırarım topuklarını. Hem sanki yemeye gidiyorum ya. Alt tarafı bir çatıya çıkıcaz biye abarttın ki."
"Olt torofo çotoymoş. Sen öyle san. Sadece çatıyla kalmaz orası sen güven bana" dedi ve botlarımı aldı. Bari taklidimi yapmasaydı. Tutuşturdu ellerime ayakkabılarını zar zor giydim. Doğru düzgün yürüyemesem de çıktım dışarı. Okulun önünde buluştuk.
Beni ilk gördüğünde "vay canına" gibi tepkiler bekliyordum ama aksine hiçbir şey söylemeden koluma girdi ve çatı katına kadar çıktık. Hayır ben o kadar makyaj yapmışım, giyinmişim hazırlanmışım sen bana bi güzel olmuşsun bile deme.
Çatıya çıktık. Bir masa kurmuş. İşte yemek, içecek, mum. Sandalyemi çekti. Daha sonra karşıma oturdu. O beni seyrediyordu ben manzarayı. Bir süre konuşmadık. Sonra ezberlediği güzel şeyleri söyledi biraz pek oralı olmadım. Bana çok yapmacık geliyor. Kendi içinden gelenleri değil ezberindekileri konuşuyor ben de dinlemiyorum haliyle. O da bunu fark etmiş olmalı ki
"Özgür neyin var?" Diye bir çıkıştı.
"Yok bir şeyim"
"Özgür neyin var dedim"
"Hesap falan mı soruyorsun?"
"Özgür sinirleniyorm"
"Sinirlenirsen sinirlen. Hem ben bi şeyim yok diyorum sen uzatıyosun"
Bir şey söylemedi. Olduğu yerde dışarıya sinirli sinirli bakıyordu. Aslında biraz haklı gibi geldi ama sinirlenmesi de doğru değil. Bir süre geçti. Sakinleşti
"Özgür sen bu gün buraya neden geldin?"
"Sen çağırdın diye"
"Gelmek zorunda değildin"
"Biliyorum.... Gitmemi mi istiyorsun?" Biraz ayaklanır gibi yaptım da durdursun diye.
"Hayır öyle bi şey demedim. Gitme. Kal. "
Hah işte bunu duymak istiyordum. Oturdum sandalyeye.
"Tamam sen söyle o zaman. Neden çağırdın beni buraya?"
"Konuşmak için.."
"Ne konuşmak için?"
"Bizi?"
"Biz...? Hangi biz...?" Biz mi varmış. Haberim bile yok.
"Biz işte sen ve ben."
Haa ben ve o'ymuş biz
"Tamam hadi konuşalım o zaman"
Ne kadar da itici bir insanım öyle değil mi? Buna rağmen konuşmaya devam ediyor.
"Ben şey ıımm"
"Evet?"
"Ben işte.. Anlasana"
"Beni seviyorsun?"
"Öyle..." Nasıl ya olacak iş değil. Beni mi seviyor? Yok canım ne sevmesi. Yanlış anlamıştır o. Ben sevilecek bir kız değilim ki. Hem sevilecek bir yanım da yok bir görseniz. Yok yok o makyajdan dolayı şey etmiştir yok olamaz.
"Ciddi misin sen?"
"Evet yani sen buraya ilk geldiğinde falan bambaşka biriydin. Senin gibi bir kızı ilk kez görüyorum. Çok güzelsin."
Hahahaha hiç güleceğim yoktu. Bana güzelsin diyor. Ay ne komik ya. Ben, ben. Ben ve güzellik. Aynı cümlede. Bu kadarı da fazla. Bu çocuk bir şey içmiş herhalde. Ya da elli derece gözlük takması gerekiyor. Bu kadar da körlük olmaz herhalde.
Aslında söyledikleri hoşuma da gitmiyor değil. Birisi bana güzel diyordu. İnanması güç ama diyordu işte. Sözleri yüreğimi okşuyordu. Karşılık veremesem de oturup dinliyordum. Biraz daha konuştu sonra söz hakkı bana doğdu. Ne diyeceğimi
Bilmiyordum. Ona da öyle söyledim zaten
"Deniz.. Ben.. Bilmiyorum."
"Peki tamam" kafasını çevirdi ve dışarıya bakmaya başladı. Ben başımı öne eğdim. Utandım. O kalktı masadan "hadi gidelim" dedi. Ben de kalktım ve gittik. Tam kapımın önününde bana iyi geceler dedi ve kendi kapısının önüne gitti. Ben hızlıca içeri girdim. Hemen üstümü çıkarttım. Oh be... Pijama özgürlüktür.....
Fiziken rahatlamış olsam da ruhum hala sıkkın... Söylediklerinden sonra yarın yüzüne nasıl bakarım? Umut'a nasıl söylerim? Gerçi... Umut'a söylesem ne değişecek ki.. Umut.. Umut! Ahh doğru ya! Daha onun meselesi var.. En iyisi bir süre Güneş'in yanında takılayım... Ortalıklarda fazla görünmeyeyim..... Hepimiz için en iyisi bu olacak gibi duruyor...

Umut KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin