9- "Özgür Güler"

87 7 0
                                    

Bu gün her şey çok farklıydı. Sinsi güneş gitmiş, yerine mutlu bir güneş gelmişti. Odadan içeriye sevimli güneş ışınları gelip yüzüme çarpıyordu ve ilk kez bundan rahatsız olmuyordum. Dışarıda hafif esen rüzgar sayesinde burnuma gelen papatya kokularıyla uyanmak çok güzel bir histi. Genelde her sabah olduğu gibi uyandıktan sonra odanın duvarlarına boş boş bakmaya başlamıştım bile. Ancak bakacak duvar pek gözükmüyordu çünkü odanın her yanı çizimler, notalar ve sözlerle doluydu. Birkaçını okumak üzere ayağa kalktım. Neyseki okuma seviyem bunlara yetiyordu. Ama yazılardan çok resimler dikkatimi çekmişti. Çoğu yıpranmış, yırtılmış görünüyorlardı. Bir iki tanesi hariç... Yıpranmış resimler genel olarak eşya, ağaç, papatya gibi şeyler içeriyordu. Yeni gibi görünenlerde ise yüz hatları, göz, dudak, surat gibi resimler vardı. Duvarın en sonundaki bir kız resminin üstünde yazılar yazıyordu. Kağıda doğru ilerledim. Elimi sayfaya uzattım ki kapının tıklanmasıyla elim ayağıma karıştı. "Özgür, şey benim... Umut."cidden çok korkmuştum. Kendimi bir suç işliyormuş gibi hissettim. Kapının kilidini açıp kapıyı hafifçe araladım. Umut elindeki kahvaltı tepsisini hafifçe havaya kaldırarak "kahvaltı..." dedi. İçeriye aldım. Yalnızca kahvaltıyı bırakıp gitmesini umarken odada kahvaltı edişimi izlemesi biraz garip oldu. O beni izlerken yemekte zorlanıyordum. İnsanların bana bakmasına pek alışkın değilimdir de...
"Sen yemiyor musun?" dedim. Aslında vereceği cevap umrumda değildi ama bir şekilde onu benden uzaklaştırmalıydım.
"Yok, ben yedim sağol. Nasıl olmuş, beğendin mi?" kahvaltı dediğim birkaç krep, bir bardak süt ve bir bardak içerisinde iki üç tane papatya. Açlıktan papatyaları bile yiyebilirdim ama fikirlerimi kendime sakladım.
"Gayet güzel. Teşekkürler." hızlıca kahvaltımı bitirdim. Kaç yıldır hapsolduğum, tam özgürlük derken tekrar döndüğüm bu taş yığınında tuvalete gitmek için hızlıca dışarı çıktım. Mutlu güneş beni yanıltmıştı. Günümün güzel geçeceğini sanıyordum ama gayet de sıkıcı bir gündü. Tüm bu olaylar... Melisa... Umut... Her şeyle nasıl başa çıkarım ben? Şu ana kadar hep yalnızdım. Ben buna alışmıştım artık. Yalnızlıktan vazgeçemezdim. Hayatımda bir kişiye dahi yer yoktu. Yalnızdım, yalnız olacaktım. Kendime verdiğim sözü anımsadım. Kimseyi sevemezdim. Hazır hayatım da sıkıcılaşmışken buradan gitmek hayatımı hiç olmadığı kadar renklendirebilirdi. Odaya geri döndüğümde buradan gideceğimi Umut'a söylemek için hazırlandım. İçeri girdiğimde Umut ayağa kalkmıştı. Bense yatağa oturdum. Aklımdakileri ona söyleyecekken duvardaki bir resmin eksik olduğunu fark ettim. Henüz kahvaltı etmeden önce, duvarın en sonundaki yeni çizilmiş olan kız resmi şimdi yoktu. Yalnızca tuvalete gitmemle kaybolmuştu. Umut kesinlikle bir şeyler saklıyor ancak bunu bildiğimi ona çaktırmıyordum. Sonuçta bu gün buradan ayrılacağım. Bilsem n'olur, bilmesem n'olur?
Konuşmak için ağzımı açtığımda o da benimle birlikte konuştu. "Söyle söyle." dediğimde ilk kez bana bakmadan sözcükler döküldü dudaklarından "Şey, Özgür... Ne kadar daha burada kalacaksın diye soracaktım. Ama şey sakın yanlış anlama yani git diye demiyorum. Kal da demedim yani şey işte meraktan... Hem sen nasıl istersen..." bu çocuğun neredeyse her cümlesinde "şey" geçiyordu. Bu kadar utangaç birisi mi...?
Hazır benim nasıl sözyleyeceğimi düşündüğüm şeyi bana sormuşken hiç beklemeden cevap verdim;
"Aslında bu gün gitmeyi düşünüyordum. Hatta hemen şimdi. " şaşırmış görünüyordu. Benim kadar o da bu kadar çabuk karar değiştirmeme şaşırmış olmalıydı.
"Peki ya nereye gideceksin?" bu soru bana yöneldiğinde hayat benim için birkaç saniyeliğine durmuştu. Etrafıma şöyle bi bakınca gerçekten de gidecek hiçbir yerim olmadığı yüzüme yüzüme çarptı. Evet, zaten biliyordum, zaten kabullenmiştim yalnızlığımı ama niyeyse gidecek tek bir yerimin bile olmamasının verdiği yalnızlık hissi hayatın bana attığı ağır tokatlardan biriydi.
Geçen iki üç saniye ardından "Aslına bakarsan gidecek bir yerim yok." dedim. Bunu nasıl derim ben, ona çaresizliğimi nasıl belli ederim? Bu hatayı yapmış olamazdım. Ama iş işten geçmişti bir kere. Vereceği cevabı adım gibi biliyordum bana burada kalmamı söyleyecekti. Fakat beklenenin aksine;
"Ben bir yer biliyorum aslında yine bir yetimhane ama buraya pek benzemez. Bakımlı ve güzel bir bina. Buradan arabayla bir, bir buçuk saat uzaklıkta... " dedi. Burda kal diyeceğine adım gibi eminim demiştim evet ama sonuçta adımdan o kadar da emin değilim sadece bir yabancının bana verdiği bir ad...
"Ee... Peki ben oraya nasıl giderim?" Diyince yüzü garip bi şekil aldı.
" Ya, şey ben sana şeyi demeyi unuttum. Orası çok lüks bi yer bu yüzden oraya bir sınavla alıyorlar. Aslında ben de o sınava girmiştim ve kazanmıştım da ama yalnız kalmayı tercih ettim. Orası bana göre bir yer değil. Aslında en yakın arkadaşım orada öğrenim görüyor. Arasıra onu ziyarete gidiyorum. Her gidişimde bana o yetimhanede kalmak isteyip istemediğimi soruyorlar ama hala fikrim değişmedi. Her neyse orada kalabilmen için önce sınava girmen gerek." sanırım ilk kez bu kadar uzun konuşmuştu.
"Galiba ben o sınava girmiştim yaklaşık bir hafta önce ama sonuçları daha bize vermemişlerdi. Ve şimdi de biliyorsun... Burayla birlikte sonuçlar da yanmıştır." dedim. Aslında sonuçların sınavdan sonra bir iki güne açıklanması lazımdı ama gecikmişti. Belki de kağıtlar kül olup gitmiştir.
"İstersen bi üst kata, müdürün odasına bakalım belki yangından sağa çıkan kağıtlar vardır...." tamam der gibi başımı salladım. Üstümdeki bol pijamalarla üst katın merdivenlerini çıkmayı başardım. Bina küçücük olduğundan müdürün odasını yangından simsiyah olsa bile bulmamız zor olmadı. Oda çok karanlıktı. Işık da yangından zarar görmüştü. Demek yangın üst katta çıktı...
Müdür masasının çekmeceleri kağıtlarla doluydu. Birçok kişinin sınav kağıtları oradaydı. "Soyadını söyle de seni daha çabuk bulayım." Dedi Umut. Aslında soyadım da bana ait değildi. "Güler." dedim. "Aa yetimhaneyle soyadın aynı." dedi.
"Evet, zaten soyadım olmadığı için buranın adını soyadım yaptılar ismimi de burdaki bir çalışan verdi zaten." kendimle çelişen bir soyadım vardı.
"Aa dur niye karanlıkta arıyoruz ki?" Diyip cebinden bir kibrit çıkartıp yaktı. Sanırım Umut yaktığı bu kibritle odayla birlikte hayatımı da aydınlatmış oldu. Çünkü bu az da olsa yanan ışık kağıdımı bulmamızı sağladı.
"Buldum buldum! İşte burada. Özgür Güler..." Çıkan sonuçlar beni şaşırttı. Sınavı kazanabilmiştim. Ancak müdür bana böyle bir şey olduğundan bahsetmemişti. Üstelik kağıdın üstünde yazan tarihe göre sonuçlar daha ben İstanbul'a gitmeden çıkmıştı ancak kimse bana o lüks yetimhane için yapılan sınavı kazandığımdan bahsetmemişti. Garip...
Umut, kibriti söndürmek için üflediğinde havada yangından kalma küller uçuştu. Uçmalarıyla beraber öksürmem de bir oldu. Bir an öksürüğüm hiç bitmeyecek sandım. Hızlı adımlarla odadan dışarı çıktım. Umut'un bana verdiği suyla az da olsa kendime geldim. Yetimhanenin merdivenlerine oturup biraz dinlendim. O da yanıma oturdu.
"Cidden gidecek misin?" dedi
"Burada kalmam için tek bir sebebim bile yok."
"Hiç mi yok?" bu nasıl bir soru böyle
"Var mı?"
"He..Şey.. Tabi yok canım..." diyince ister istemez güldüm. O da güldü ve yüzündeki kocaman gamzesi bu gün ilk kez görünüverdi.
"Ee şey ben bir şey daha söyleyecektim." dedi
"Tabi, söyle."
"Ya şey, yangından sonra buraya ilk kez geldiğinde bi postayla parçalanmış bir resim gönderdiler. Bir de küçük bi not vardı. Notta İstanbul'dan ayrıldığın için resmi eski yetimhanene, buraya gönderdikleri yazıyodu. Sanırım aile resminiz, al." Dedi ve cebinden parçalanmış fotoğrafımı çıkarttı. Resmi görünce başta gözüm sulandı. Aklıma Melisa'nın cansız bedeninin öylece yatakta uzanışı gelmişti. Tam gözümden bir damla yaş damlayacakken elini merdivenin yan alt köşesine attı ve bir tablo gibi bir şey çıkarttı.
"Resmin çok yıpranmıştı ben de yenisini çizdim. Yağlıboya olduğundan anca kuruyabildi." dedi. Çizdiği resme baktım. Kesinlikle gerçek fotoğraftan daha güzel gözüküyordu. Mutluluktan birden ona sarıldım ama sonradan farkına varıp hemen ayağa kalktım.
"O zaman ben artık üstümü giyiniyim." Dedim. Merdivenleri hızlı hızlı çıkıp odaya girdim kapıyı kilitleyip üstümü değiştirdim. Etrafa dağılmış bazı eşyalarımı ve Bay Eşek'i çantama koydum. Ve artık hazırdım. Artık bir otobüs bulup oraya gidecektim. Son olarak elime sınav sonuçlarımı da alıp dışarıya çıktım ki kapının önünde eski model bir araba duruyordu. Birkaç adım atınca arabadaki kişinin Umut olduğunu gördüm. Sağ ön camı açtı ve "Hadi gel." dedi. Hiçbir şey söylemeden değişik bir yüz ifadesiyle ona baktım. O da;
"Ben de seninle geliyorum." dedi
"Ne?"
"Zaten benim sınavım orası için geçerli. Ben de geliyorum hadi atla." diyince arabanın kapısıyla birlikte umutlarıma giden yolun önü de açılmış oldu. Arabaya binince son bir kez düş kırıklığından ibaret olan yetimhaneye baktım. Umut gaza bastı ve yolculuğumuz başladı.
Aslında hiç konuşmayacaktım ancak kendimi tutamayıp sordum.
"Ben geldiğimde odada bir kız resmi vardı. Bu sabah kahvaltıdan sonra o resmin orda olmadığını gördüm. Kimdi o?"
"O... Benim...sevdiğim kız."
"Bunu niye benden saklıyorsun ki?"
"Onu kimse öğrensin istemiyorum. Kızın kendisine bile söyleyemedim. Utandım. Söylesem kesin reddeder beni. Hem o da bu gideceğimiz yetimhaneden..." demek ondan gitmek istemiyormuş oraya...
"Reddedeceğini nereden biliyorsun?"
"Kızlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum, ona sevdiğimi nasıl söylerim ki?"
"Tamam, bi oraya gidelim ben sana yapman gerekenleri söylerim." dedim. Mutlu olduğu bakışlarından belliydi. Oysa ki ben Umut'un benden hoşlandığını sanmıştım. Neyse ki ben ondan hoşlanmıyorum. Evet evet hoşlanmıyorum. Hem nesinden hoşlanayım ki? O sevimli gülüşünden mi, kahverengi saçlarından mı, utangaç sesinden mi...? Yok canım niye hoşlanıyım....?
Bugün ben, içimden de olsa Umut'a elveda, umuduma merhaba dedim. Sonuçta artık Umut'a değil umuda ihtiyacım var...

Umut KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin