3- Sarsılışlar...

174 12 0
                                    

Pek uyuyamadım. Hep İstanbul'a nasıl alışacağımı düşündüm. Çok garip geliyo. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir yerde, tek başıma... Yapayalnız...

Kimse bana ne yapmam gerektiğini söylemiyordu, evet. Ama bana yol gösterenler annemle babam olsaydı fena mı olurdu?

Bazen gayipten sesler duyuyorum. Benim gibi kendi dünyasına hapsolmış insanların sessiz çığlıkları. Hepsi bir şey anlatmaya çalışıyorlar. Ancak kimseye duyuramıyorlar. Sadece benim başımın etini yiyip dururlar. Yani umudunu yitirmemek, yeniden kazanmak için çabalayanların sonunda en dibe batmaları benim saflığımdan ibaret. Bu yüzden saklıyor muyum çığlıklarımı? Çığlıklarımdaki çaresizliği...?

Yağan kar pencerenin azıcık açık kalmış aralığından içeri sızıyor ancak kar taneleri yüzüme vurana kadar eriyordu. Peki bu niçin oluyordu? Niye kar eriyordu? Açıkçası bunu tam olarak bilemiyorum. Çünkü ben köydeki ufacık, o yetimhane bile sayılamayan taştan binada bir eğitim görmedim. Okuma yazmayı dahi pek iyi bilmem. Onu da bana ismimi veren kişi öğretti. Ne kötü bilmemek, ne kötü sana öğreticek bi ailenin olmaması...

Arada sırada bu biraz da olsa bildiğim okuma yazmamla şiirler yazarım. Kendimce melodiler bulur beste yaptığımı sanarım. Zaten şarkı söylemek bana iyi geliyor. Şarkı söyleyince kendimi daha iyi hissediyorum. Dinlediğim şarkılar tanıdığım tüm isnanlardan daha samimi, daha yakın bana. Beni benden daha iyi anlatıyorlar. Şarkılar... Şarkılar... Şarr... Üstüste söyleyince ne garip oluyor...

Sanırım uykumu çok iyi alamadığımdan saçmalamaya başladım. Kafam bir sürü saçmalaıkla dolu. Ne zaman yağan kara dalıp gitsem bu tür saçmalıklara gömülüp kalıyorum. Artık buna bir son vermeliyim.

Bir hışımla üstümdeki yorganı açtım. Hava karın da vermiş olduğu beyazlıkla aydınlanıyordu. Yan yataktaki küçük kız hala uyuyordu. Biraz dikelmeye çalıştığımda kafam üst ranzaya çarptı. Kafamı kaşıya kaşıya ayağa kalktım. Yatakhanenin dışında turlar atarak tuvaleti aramaya koyuldum. Ama burası o kadar büyük ki boş koridorlar arasında kayboldum. Birkaç köşe döndüm, ilerledim, sağa, sola...

Bırak tuvaleti yatakhaneyi bulsam iyidir. Her yer çok soğuk ve ıssız. Onca küçük çocuk nasıl korkmaz bu dev beton yığınından. Bence son derecede ürkütücü. Her bir adımımı attıkça yerdeki tahtaların gıcırdayan sesi tüm koridorda yankılanıyordu. Ancak koridorda ayak ve nefes sesimden başka bir ses daha işittim. Garip bi ses. Tüyler ürpertici.
Yalnızlığımın da vermiş olduğu korkuyla adımlarımı sıklaştırdım. Kalbim daha hızlı atmaya başladı. Altında bulunduğum florasanlı lamba arada bir yanıp sönüyordu. Bir an kendimi korku filminde gibi hissettim. Üzerimdeki gerginlikten parmaklarımı çıtlatmaya başladım. Bir yandan dudağımı ısırıyor diğer bir yandan da etrafa durmadan göz gezdiriyordum. Ardından tiz bir "Hey!" sesi tüm koridor boyunca yankılandı. Sesin geldiği yöne doğru bakındım. O da ne! Orada bir kız çocuğu duruyordu. Saçı başı dağınık, beyaz pileli elbiseli ve çok korkunçtu. Bulanık kız gözümde netleştiğinde onun yan ranzamdaki küçük kız olduğunu fark ettim. Bununla beraber nefesim yavaşladı ve bir rahatlama geldi.
"Yolunu mu şaşırdın? Burası yemekhaneye giden yol, burada ne işin var, gel seni yatahaneye götüreyim." diyince başımı tamam dercesine salladım ve onu takip etmeye başladım. Sanırım yataktan kalkarken kafamı üst ranzaya vurunca attığım minik bir çığlıkla onu uyandırmış olmalıydım.
"Şey... Abla, senin adın ne?" dedi ince ve utangaç bir sesle...
"Benim adım Özgür, ya senin?"
" Ben de Melisa." Ve böylece minik dostluğumuz başlamış olmuştu.
" Sen çok sevimli bir kızsın, Melisa." utancından yüzü kıpkırmızı oldu. Aslında o kadar da utanılacak bir şey yoktu.
Onunla yatakhaneye gidene kadar yokda biraz sohbet ettik. O ailesini nasıl kaybettiğini bile bilmiyormuş. Onu yetimhanenin kapısında bulmuşlar... Kendi halime acırken onun benden daha kötü bir durumda olduğunu düşündüm. Çünkü en azından benim hayatta olduğunu bildiğim bir babam vardı. Her şeye rağmen hayata tutunmak için bir umudum... Onunsa dönüp bakacağı hiçbir şeyi yoktu geride. O da yalnızdı ve o da benim geçtiğim yollardan geçecekti. Ama onun hayata tutunması için inançları kalmamıştı. Konunun kötüye gittiğini anlayınca lafı çevirmeye çalıştım.

Bana buradaki kişileri tanıttı. İlk günki bana atarlanan kızlar buranın başlarındanmış. Yani eskilerden de sayılabilirlermiş ancak benden büyük değiller -zaten bu bina da pek eski sayılmaz-. Üç kişilik gruplarıyla her hafta yetimlerden para topluyorlarmış. Ne hadlerine? Ondan bir daha para isterlerse bana söylemesini istedim. Birilerinin o kızlara derslerini vermesi gerekiyor. Ve bundan sonra Melisa'nın tüm yükünü kendi üstüme alıyorum. Bundan böyle kimse ona karışamayacak. Ona bulaşan karşısında beni bulur...

Tam Melisa başlarındaki kızın adının Gizem olduğunu söylerken önümüzü o üç silahşörler kesti.
"Kendi adımı mı duydum ben?" sanki ondan başka Gizem yok... Ben de cevap vermeden yokuma devam ediyordum ki tekrar önüme geçti ve eliyle omzumu ittirdi. Sinirden yumruğumu sıkıyordum.
"Hey, kime diyorum? Bana bak kızım, sen burda daha yenisin. Benim asabımı bozma." bu kız kendini ne sanıyordu böyle.
"Çek şu elini üstünden ve bir daha asla bana dokunma. Ayrıca asabını bozsam n'olur?"
"Bozma, bozarsan ne olacağını görürsün!"
"Üzgünüm ama o koca egondan dolayı başka bir şey göremiyorum." diyip olayı uzatmamak için oradan uzaklaştım. Bu kız beni zorlayacak gibi duruyor. Ama kiminle uğraştığını bilmiyordu ve birinin ona bunu öğretmesi gerekiyordu... Şimdiden o kızlara acımaya başladım, benden çok çekecekleri var...

Umut KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin