Keyifli okumalar! 📚
Perilerden kastının kanatlı, havada elinde tuttuğu değnekle uçuşan bir iyilik perisi olmadığını biliyordum. Bu nedense beni korkutmuştu. Çığlık atıp onu itekledim ve ayağa kalktım. Etrafta gözüme çarpan herhangi bir şey olup olmadığını kontrol ettim. Oda oda gezen bir silüet veya camın ardından bizi izleyen bir çift göz yoktu. Ama korkmuştum işte. Benimle birlikte ayağa kalkan Rüzgar'a sarıldığımı hesaba katarsak bu korku kesinlikle küçük bir korku değildi. Kolları arasındayken kahkaha atan Rüzgar'a kızsam da ayrılamıyordum. ''Gülmeyi keser misin artık? Bu dalga geçmekten başka bir şey değil. Duygusuz!''
''Bana sarılmayı alışkanlık edindiğinin farkında mısın? Sonra sapık Rüzgar oluyor... Bu senin yaptığın da ona bakarsan taciz.''
Gözlerimi irileştirip onu kendimden uzaklaştırdım. ''Bu söylediğin kesinlikle saçmalık!'' Yanından ayrılıp aşağı indim. Peşimden gülerek geldiğinde ofladım. ''Rüzgar, şu iğrenç gülüşünü alıp uzaklaşır mısın, lütfen?''
''Nereye? Burası benim evim, unuttun mu? Size mi gideyim?''
''Haklısın.'' dedim. ''Gitmesi gereken bendim, değil mi?'' Dış kapının kolunu çevirdiğimde beni durdurdu. ''Resmen beni alıkoyuyorsun burada, biliyorsun, değil mi? Evime gitmek istiyorum.''
''Verdiğin hizmetten tam olarak memnun kalmadım. Sana boşuna para vermek istemiyorum. Daha yapacaklarımız var.''
''Para mı?'' diye sordum öfkeyle. ''Sen paradan başka bir şey bilmez misin, be adam?''
''Belki biraz...'' dedi. ''Ama saatlerdir benimlesin ve burada gerçekten emek harcadın, yardımcı oldun. Bunu karşılıksız bırakmayacağım...''
''Kendin söyledin, ben sadece yardımcı oldum. Eğer bir karşılık bekleseydim bunun adı yardım etmek olmazdı. Anlıyor musun?''
''Evet, haklısın.''
''Her neyse, şimdi evime gidip uyumak istiyorum.'' İtiraz edecekken devam ettim. ''Eve nasıl gireceğimi biliyorum. Orası benim evim. İyi geceler...''
Evime koşar adımlarla gidip kapının sağ tarafındaki posta kutusunun yanında bulunan saksının içine bakındım. İşte buradaydı... Yedek anahtarı bulmuştum. İçeri girdiğim gibi kendimi banyoya attım. Temizliğe ihtiyacım vardı. Saat geç olmuştu, yorulmuştum ama yapacak çok şeyim olduğunu biliyordum. Uyumamak için inat edip direnirsem kendime biraz daha zaman harcamış olacaktım. Ama önceliğim duş almaktı. Suyun altında gevşediğimde uykumun geldiğini anladım. Ancak ben buna direneceğimden emindim. Duştayken kendime ithaf ettiğim birkaç şarkının ardından buradan çıktım. Bornozumu giyip odamda ayna karşısına geçtim. Gözlerimin altı morarmıştı. Benim yorgunluk belirtim de buydu. Sonrasında onları kafama takıp internetten bunu nasıl geçireceğimi her kafaya takışımda araştırırdım. Evet, her seferinde.
Aynada kendime bir bakış attığımda oynadığımız piyesten bir parça canlandırmak istedim. Metin'in bana, ''Seni unutmak istemiyorum, Bella. Lütfen, beni terk etme!'' deyişini hatırladığımda kendime hakim olamadım. Devamını getirdim...
''Olmaz, Jonathan. Buralar artık bana dar! Bu utançla yaşayamam...'' Saniyesinde dolan gözlerimin akmasına izin verdim. ''Bana gitmememi söyleme, sevgilim. Eğer şimdi gitmezsem ikimiz de öleceğiz...'' Gözlerim önünde canlanan sahne görüntüler orayı özleyeceğimi hatırlatmıştı. ''Öleceğiz...'' Yatağıma oturup ağlamama devam ettim. Bu sefer Bella ve Jonathan için değil, kendim için ağlıyordum. Hem de bağıra bağıra... ''Hazır değilim!'' Ellerimi saçlarım arasından geçirip dirseklerimi dizlerim üzerine koydum. ''Metin, ne senin beni sevmene ne de sevilmeye, hazır değilim.'' Onu hep arkadaş olarak görmemin onu üzdüğünü hissetmiştim ama bunu yapmaktan, ona dostum olduğunu gözüne soka soka belirtmekten hiçbir zaman geri durmamıştım. ''Sen harika bir adamsın ama ben sevgini hak etmiyorum.'' Yaşadığım son ilişkinin acısını hala içimde saklıyordum. Kendim dahil bunu kimseye belli etmesem de bazı geceler uğruyorlardı yanıma işte. Gardırobumun kapağını açtım ve giyecek birkaç kıyafet seçmeye başladım. Çabucak hazırlanmalı ve onun yanına gitmeliydim. Saat umurumda bile değildi. Bir şekilde ona ulaşmalıydım. Onu yalnız bıraktığım için kendimi üzgün hissediyordum. Kimsesi yoktu ve bana karşı hissettiği duygular yüzünden onu yüz üstü bırakamazdım. Giyindikten sonra saçlarımı tarayıp olabildiğince kurutma makinesiyle kuruttum. Tam olarak bir kurutma sayılmazdı belki ama daha fazla geç kalamazdım.
Hazır olduğumda anahtarımı cebime atıp evden çıktım. Çıkmıştım çıkmasına ama arabasında bir şeylerle uğraşan Rüzgar'ı tamamen unutmuştum. Hayır, ona hesap verecek değildim ama sorularını bana yönelteceğinden emindim. O istikamete doğru ilerlemek zorundaydım. Çünkü Metin'in evi de tiyatro salonu da oradaydı. Metin evine sabaha karşı gider biraz uyuduktan sonra tekrar tiyatroya dönerdi. O yıllardır böyleydi... Orada olduğundan emindim.
Beni görünce aracının kapısını kapatıp birkaç adım bana doğru attı. ''Sanırım bana iyi geceler demeye geldin...''
''Hayır.'' dedim net bir şekilde.
''Ee, o zaman bu saatte dışarıda ne işin var?'' Nereye? sorusunu henüz işitmemiştim ama bu da ona benzer bir şeydi.
''Seni ilgilendirir mi?'' diye sordum onu arkamda bırakarak.
''Belki...'' dediğinde yanımda belirmişti. ''Saatin kaç olduğundan haberin yok galiba.''
Kolundaki saate baktım. ''Artık var. Şimdi çekil önümden.'' Bir şey demediğinde rahatladım. Adımlarımı sıklaştırdım. Taksi görürüm diye ümit ederek etrafa bakınıyordum. Evden çıkmadan mutfaktaki kumbaradan biraz para almıştım. Yürüyeceğimi düşünüyordum ama yorgunluğumu da işin içine kattığımda daha fazla ilerleyemeyeceğimi biliyordum. Neyse ki biraz ilerideki kavşaktan dönen taksiyi görmüştüm ve onu durdurmak için elimi kaldırdım. Bindikten sonra nereye gideceğimizi söyledim. ''Beyazıt Tiyatro Salonu'na, lütfen.'' Araba ile pek bir mesafesi yoktu. Bu yüzden cebimdeki paranın birçoğu bende kalacaktı. Beş dakika sonra oraya vardığımda ücreti ödeyip taksiden indim ve derin nefesler alıp verdim. Çalışanlar ve oyuncular dışında kimse başka bir girişin olduğunu bilmiyordu ve ben de içeri girmek için burayı kullanacaktım.
Sahnenin tam ortasında yere uzanmış, yanındaki A4 kağıtlarına elini koymuş ve gözlerini kapatmış olan bu adam, yine ilhamlarını bekliyordu. Yazmaya kalkıştığında hep böyle yapardı. Ellerini başının altına koyar ve düşünürdü. Bir şeyler bulana ve onları yazana kadar asla konuşmazdı. Onu görünce gözlerim yaşlı bir şekilde gülümsedim. Sahnenin arkasından buraya gelene kadar ses etmemiştim. Öksürüp yanına biraz daha yaklaştım. Ancak duymamıştı. Düşünmeye çok fazla dalmış olmalıydı. Adını seslendiğimde gözlerini açtı ve ağır bir hareketle ayağa kalktı. ''Ömür...'' Yanına kadar yürüdüğümde tam karşısında durdum. Yaşaran gözlerine baktığımda heyecanlandığımı fark ettim. ''Sen...'' dedi kırışmış gömleğini çekiştirirken. ''...gelmişsin.''
Kollarımı bedenine dolayıp sarıldım. Buna şaşırmış olmalıydı ki birkaç saniye karşılık vermeden bekledi. Ancak sonra o da sarıldı. ''Ait olduğum bir yere elbette geleceğim, Metin.'' Birbirimizden ayrılınca ellerimi tuttu.
Gülümsedi. ''Ama bu saatte gelmemeliydin. En azından beni arayabilirdin.''
''Bilirsin, aklıma eseni yapmayı severim.''
''Bilirim.'' dedi. ''Hoş geldin.''
''Hoş buldum.'' Ona yeniden sarıldığımda beni kolları arasında sıkıca kavradı. ''Özür dilerim.'' Nedenini sorar gibi baktığında devam ettim. ''O günden sonra seni yalnız bıraktım.''
''Hayır, Ömür.'' Başını salladı. ''Asıl ben özür dilerim. Arkadaşlığımızı bitireceğini düşünemedim.''
''Biz arkadaş değiliz.'' dedim onu şaşırtarak. ''Biz dostuz. Ve dostlar birbirlerini her ne olursa olsun asla bırakmamalı. Buraya neden geldiğimi bilmiyorum. Belki de kendimi yalnız hissettiğim içindi ama burada olmak ve seni görmek güzel.'' Bu sırada yere oturdum ve kağıtlarına göz attım. Okumam onu rahatsız edebilirdi. Ben de bakmayı kısa tutmuştum. Yazdıklarını tamamlamadan kimseye okutmazdı. Okumaya çalışanları bir güzel fırçalardı...
Gülümseyip yanağımdan öptü. ''Seni de öyle...'' Yanağımı sıktı. ''Keşke dostluğumuz sonsuz bir aşka dönüşebilse.''
Yüzümdeki tebessüm yerini ciddiyete bıraktı. ''Yine başlamayalın, lütfen.''
''Son kez konuşmama izin ver, Ömür.''
Ondan birkaç adım uzaklaştım. ''Eğer şimdi konuşmaya başlarsan seni kaybedebilirim.''
''Ama konuşmazsam da...''
Sözünü kestim. ''Bu zamana kadar her anımda yanımda oldun. Sen olmasaydın o günden sonra toparlanamayabilirdim, anlıyor musun? Seni kaybedemem. Biz dostuz. Birbirimize daima destek olduk ve olmaya da devam etmeliyiz. Çünkü beni biliyorsun, sakarım. Yine düşerim. Kaldıracak kimseyi bulamazsam tamamen yıkılırım. Daha fazla bu konu hakkında konuşup aramızı açma, lütfen. Yalvarırım...'' Başını sallayıp beni onayladığında yanağına bir buse kondurdum. Aklım ve kalbim birbirine düşmüş, kavga eder gibiydi. Hangisini dinleyeceğimi şaşırmıştım. Yüzümüz o kadar yakındı ki beni öpmek için an kolluyor sandım. Öyle ki dudaklarıma eğildiğinde hareket edemedim. Eli yüzümde ait olmayan yerini aldığında gözlerimi kapattım. Milimlik bir mesafe kaldığında fısıldadım. ''Yapma...''
O da ısrarcı olmadı zaten. ''Seni eve bırakayım...''
''Hayır, Rüzgar.'' dedim. ''Teşekkürler.''
''Rüzgar mı?''
Yanlış bir şey demiş olmanın verdiği utanç yüzümü kızartmıştı. ''Ben Rüzgar mı dedim?''
Kaşlarını çattı. ''Evet.''
Diyeceğim şeyi düşünürken kundurasının sesinin salonda yankılanmasına sebep olan biri yaklaşmak üzereydi. ''Ömür, hayatım...''
''Rüzgar...'' dedim kekeleyip. Beni takip etmiş olmalıydı.
''Dışarıda seni bekliyordum da, gelmeyince merak ettim.''
Metin fısıldadı. ''Ömür, kim bu adam?''
''O mu?'' Sorusu gayet açıktı. Zaman kazanmak için bunu sormuştum.
Ancak Rüzgar zaman kazanmak yerine duyduğu o soruyu benim için yanıtladı. ''Ben Rüzgar Kalender. Ömür'ün erkek arkadaşı...'' Ağzım yarı açık bir halde dediği şeyi idrak etmeye çalışırken benim gibi afallayan Metin'in bir şeyler söylemek için çabaladığını gördüm. Bu canını acıtmış olmalıydı.
''Memnun oldum.'' dedi zoraki gülümsemeye çalışarak. ''Ben Metin. Metin Beyazıt.'' Elini uzattığında sırada yutkunduğunu fark ettim.
Rüzgar karşılık verdikten sonra bana döndü. ''Artık gitsek iyi olur. Malum saat de epey geç oldu.'' Elimi eli arasında sıkıca kavradı. Şaşkın bakışlarımı Rüzgar'a atıp başımı salladım.
Adımlarımız çıkışa doğru ilerlerken Metin'e el kaldırıp, ''Görüşürüz...'' dercesine salladım. Herhangi bir şey yapmadan öylece bakakaldı.
Aracın yanına geldiğimizde benim için kapıyı açtı. Yüzünde hiçbir ifadeye rastlamadım. Ona bunu neden yaptığını sormak istiyordum ama zamanı değilmiş gibi geliyordu. Aracına geçtikten sonra biraz durdu. Ona bakmayacaktım. Arkamda bıraktığım tiyatro salonunun büyük levhasına bakmayı yeğlemiştim. Rüzgar sadece öfkemi arttırıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra soludu ve ardından kontağı çevirdi. Camları sonuna kadar açtığında hastalanma ihtimalimi düşünsem de bunu ona söylemedim. Nefes alamıyor gibiydi. Gömleğinin birkaç düğmesini açıp rahatlamaya çalıştı. Tam olarak kurumayan saçlarımdan su damlası yüzüne sıçradığında irkildi. Sonrasında elini saçlarıma attı ve dokundu. ''Saçların mı ıslak senin?'' Başımla onayladım. Camları kapatıp klimayı açtı. Kısa süre sonra eve geldiğimizde kapıyı kilitledi. Açmaya çalıştığımda boşa çabaladığımı anladım. ''Biraz konuşalım istiyorum.''
''Ben istemiyorum. Aç şu kapıyı.''
''Lütfen...'' Nazik isteğini geri çevirmem kendimi yormam anlamına geliyordu. Konuşmasını bekledim. ''Sabah saat sekizi otuz geçe kapıda beni bekle. Şirkete beraber gideceğiz. Sana neler yapabileceğini...''
Devamını dinlemek istemiyordum. ''Benim vermem gereken kararları üstlenmekten vazgeç.''
''Ömür, benimle geleceksin, benim söylediğim işi yapacaksın. Hayat bu kadar ucuz değil. Zamanını orada öldürüyorsun.''
''Bunlara karar verecek kadar neyim olduğunu sanıyorsun? Sen kimsin?''
Direksiyona vurup bağırdı. Bedenimi çevirip ondan biraz uzaklaştım. Arabanın camına yapışmış bir vaziyetteydim. ''Peki o herif kimdi, Ömür?'' Konunun buraya geleceğini biliyordum ama bu şekilde olacağını tahmin etmemiştim.
''Kimden bahsediyorsun, Rüzgar? Ayrıca sakin olur musun?''
''Olamam, Ömür, olamam!'' Üzerindeki ceketi çıkarttı. ''Az önce o yanından geldiğimiz herif, kim olacak? Hani seni öpmek için can atan o herif!''
Yüzüne attığım tokattan pişman olmuştum. Yüzü sağa çevrilirken gözlerimden akan yaşı sildim. ''Bu ne cüret?''
Aracın kapılarını açtı. ''Sabaha hazır ol. Şimdi gidebilirsin.''
Araçtan indim, ''Seninle hiçbir yere gitmiyorum!'' dedikten sonra kapıyı sert bir şekilde kapattım. O da araçtan inip ben eve varana kadar peşimden geldi. ''Ne var? Ne istiyorsun? Sana karşı net olduğumu düşünüyorum. Ama sen anlamakta zorluk yaşıyorsun belli ki. Sen yokken normal bir hayatım vardı. İşime gidiyor ve sonra evime geliyordum. Yaşantıma müdahale eden ve emirler savuran hiç kimse yoktu, tamam mı?''
''Buraya gelmeden önce benim de bir hayatım vardı. Ağır sorumluluklarım vardı ve bunlarla başa çıkabiliyordum. Ya şimdi? Her şey mahvoldu. Ayakta durmaya çalışıyorum. Benim için kolay olduğunu mu savunuyorsun?''
''Beni alakadar etmiyor, Rüzgar. Ben işimi severek yapıyordum ve sen az önce oraya gelerek her şeyi berbat ettin. Üstelik ona sevgilin olduğumu söyledin. Sen delirmiş olmalısın!''
''Seni pis bir sapıktan kurtardım, farkında bile değilsin. İşini seviyormuş. Hah! İşmiş... Partnerinin neredeyse sana sahip olacağını bile göremiyorsun.''
''Seni alakadar eden şey ne? İstediğini yapabilir.''
Arabada yaptığı gibi bağırarak yanıma biraz daha yaklaştı. Elimde duran anahtarı aldı. Kapıyı açıp elimden tuttu. İçeri geçtiğimizde sesini yükselterek konuşmasına devam ettii. ''Her ne halt olacaksa bu gün olmasın, Ömür. Anladın mı? Ailen benimle olduğunu biliyor ve sana bir kötülük yapacak olsaydı bunun hesabı benden sorulurdu, tamam mı?'' Bu açıdan hiç düşünmemiştim. Yalnızca bu konuda haklı olabilirdi ama diğerlerinde kesinlikle kabul edemeyeceğim bir haksızlık vardı. ''Hayat sizin gibiler için lay lay lom, değil mi? Birkaç replik ezberlersin, sahneye çıkar kendini gösterirsin ve insanların ilgisini çektiğini sanarak mutlu olursun. Çok basitçe!''
''Sus!''
''Neden? Çünkü gerçekler bu, senin kaçtığın şey de bu, öyle mi, Ömür Hanım? İnsanların eğlencesi olmaktan ne zaman vazgeçeceksin?''
Ağlamam şiddetlenirken tekrar ettim. ''Sana sus dedim!''
''Susmuyorum! Küçüklükten beri aynısın. Kime kendini kanıtlamaya çalışıyorsun? Büyümüş olmanı ve bu yaşına kadar bir şeyler öğrenmiş olmanı çok isterdim.''
''Bana onun gibi konuşma!'' Yanımda bulunan vazoyu alıp duvara fırlattım. ''Sana, bana onun gibi konuşma dedim! Anlıyor musun? Sana sus dedim, Rüzgar!'' Delirmiş gibi hem bir şeyleri yere fırlatıyor hem de ağlıyordum. ''Bana karışmaktan vazgeçin. Beni küçümsemekten vazgeçin! Yaptıklarımın kendim için olduğunu anlayın. Kimseye benzemem! Ben Ömür Bulut'um. Yaptığı işlerle herkesi kendine hayran bırakan Ömür. Anladın mı?''
Son kez elime bir şey aldığımda, bu bir kelebek şeklindeki bibloydu, duvarla buluşturacakken kolumu tuttu. ''Özür dilerim...'' diye fısıldadı elimdekini yerine bıraktığı sırada. ''Sakin ol.'' Kolumu ondan kurtardığımda odama çıktım. Artık uyumalıydım. Çünkü anca böyle sakinleşebilirdim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgargülü •Tamamlandı• / •Düzenleniyor•
Teen FictionTamamlandı | Düzenleniyor Yıllar sonra bir araya gelen iki çocukluk arkadaşın kaldıkları yerden devam etme çabası takdire şayandı (!) Onları uzaktan görenler deliler hastahanesinden kaçtıklarını düşünebilirlerdi belki ama daha yakından baktıklarınd...