Keyifli okumalar! 📚
Heyecanım iki gün önceden kalmaydı. Neye, hangisine bu kadar heyecanlanmıştım, anlamamıştım ama kalbim çok hızlı atıyordu. Sahnedeki konuşmacı bendim. Metin özellikle bunu istemişti ve bu başımı döndürüyordu. Koltuklarda oturan seyircileri toplasak yirmi kişi anca ederdi. Ama bir kişi olmuş olsaydı bile bana yeterdi. Buranın hareketlenmesi, seyircilerin artması ve Metin'in de bir kazanç elde etmesi gerekiyordu. Yeni çektiği kredinin ödemesi hala devam ediyordu. Kendimi saymıyorum, diğer tiyatro oyuncuları elbette ücretlerinin karşılanmasını isterdi.
Sesimin yüksek çıkmasına ve herkesin beni duyduğuna emindim. Ama bir tık daha arattırdım. ''Herkese iyi akşamlar!'' diye başladığım sözlerime kocaman bir gülümsemeyle devam ettim. Alkışları var olan heyecanıma heyecan katmıştı. ''Sağ olun...'' Hepsinin yüzüne olabildiğince tek tek baktım. ''Bugün sizlere çok meşhur olmuş bir skeci yeniden canlandıracağız. Sürç-ü lisan eder isek affola! Hazırsanız başlıyoruz. İyi seyirler!'' Bir kez daha alkışlandığımda selamlayıp perdenin kapanmasını bekledim. Dekor hazırdı ve tek eksik giyeceğim kıyafetti. Dönemin kıyafetini hızlı bir şekilde giyinme odasında giyinip iki dakika sonra sahnede belirdim. Perdenin arkasında derin bir sessizlik hakimdi. Sadece birkaç küçük çocuğun kıkırdayıp konuşması etrafta yankılanıyordu. Bana eşlik edecek olan yardımcı, hizmetçi kız rolündeki Buket hazır olduğunda tuttuğu nefesini soludu.
Perde açıldığında oturduğum yerden Buket'e olabildiğince yüksek bir sesle seslendim. ''Azize!'' Beni duymamış gibi yaparak bekletti. ''Azize, gel buraya!''
Azize, yani Buket telaşla sahneye girdi. Belindeki eteği yukarı çekiştirip elindeki köpüğü üzerine sildi. ''Buyurun, Hanımım!''
Yerimden doğruldum. ''Ben çarşıya gidiyorum. Evi bir güzel sil süpür, tozları al, akşama da İmam Bayıldı yap. Bey pek sever.''
Dizlerini hafifçe kırıp biraz öne yaklaştı. ''Peki, Hanımım.'' Evden ayrılmak üzere sahnedeki kapıyı kullanıp arka tarafa geçtim. Metin seslendirmeyi yapmak üzere hazırlanırken diğer yandan elindeki kağıttan replikleri okuyordu. Beni gördüğünde gülümsedi. ''Ee, bu İmam Bayıldı nedir? Nasıl yaparım ki? Hanımım yemeği göremezse deliye döner.'' Perdeyi biraz çekip Buket'i izledim. Sahnede birkaç adım atıp geri dönüyordu. Düşünme şekli çok komik görünüyordu. ''Nasıl etsem, nasıl etsem?'' İşaret parmağını gülümseyerek havaya kaldırdığında sevinçle konuştu. ''Buldum!'' diyerek ahşap masanın yanına gitti. Üzerindeki telefonun ahizesini kaldırıp tuşları çevirdi. Dilini de dudakları kenarında sıkıştırmıştı. ''İmam Efendi ile görüşecektim.'' dedi. ''Ben Kayhanoğulları'nın gelini Cavidan Hanım'ın hizmetçisi Azize.'' Seyircilere baktığımda sıkılmışa benzemiyorlardı. Özellikle de çocuklar. ''Sizi bizim eve bekliyor, gelebilir misiniz diye soracaktım.''
Metin mikrofonu yaklaştırdı. ''Ne için çağırır beni?'' diye sorduğunda kağıtta böyle bir repliğin yazılıp yazılmadığını düşünmeye başladım. Hatırladığım kadarıyla yoktu ve büyük bir ihtimalle Buket'in oyunculuğunu kendince test ediyordu.
Buket, yani Cavidan Hanım'ın hizmetçisi Azize yanıtladı. ''Vefat eden Mustafa Bey'in mevlüdü içindi, efendim.'' dediğinde Metin'in memnuniyetle gülümsediğini fark ettim.
''Tamam evladım.'' dedi. ''Geliyorum.'' Azize telefon ahizesini yerine koydu ve etrafın tozunu almaya başladı. Dudakları arasından çıkan türküyü de doğaçlama yaparak söylediğinde bununla Metin'in gönlünü fethedeceğini anladım. Sesi gerçekten çok güzeldi. Kısa sürede kapının çalınmasıyla herkes sağına döndü. Metin cübbesi ve sarığıyla elindeki tesbih ile dua ede ede içeri girdi. ''Selamun aleyküm.'' Azize hocanın elini öpüp içeri davet etti. Metin etrafa şöyle bir baktı. ''Ee,'' dedi. ''Konuklarınız nerededir?''
Azize telaşlandı. ''Şeydedir...'' dedi. ''Hanımım onları karşılamak için çarşıya gitmiştir. Gelirler birazdan.'' Elindeki toz bezini avuçları arasında sıktı. ''Kahve içer miydiniz?'' Metin başıyla onaylayıp kanepeye oturdu.
Dua ederken diğer yandan etrafa göz gezdiriyordu. Ona karşı olan duygularımı ölçmeye yeniden karar vermem gerektiğini fark ettiğim gibi aklıma Rüzgar'ın gelmesi çok anlamsızdı. Aslında biraz da mantıksız... Buket'in yanıma gelip nefes nefeseyken kahve fincanını eline almasıyla yanımdan uzaklaştı. İmam Efendi'ye kahvesini uzattı. Metin boş bardağa dudaklarını koyup içmiş gibi yaptı. ''Sağ ol, kızım.'' dedi. ''Ellerine sağlık.'' Başını sallayıp arkaya doğru ilerledi.
Yine yanıma geldiğinde bu defa tavayı aldı ve içeri gitti. Hoca elindeki kahveyi yerdeki masaya bıraktı ve arkasına yaslandı. Buket tavayı havaya kaldırdığında bilgisayar üzerinden vermem gereken efektin üzerine tıklamak için hazırlandım. Bir gözüm Buket'teydi. Tava hocanın başıyla buluştuğunda ses efektine tıkladım. ''İşte İmam Bayıldı!'' dediğinde kahkaha çocuklardan geldi. Metin'i ayaklarından tutarak zoraki kanepenin arkasına taşıdı. Orada onu kimse göremiyordu. Sadece gören bendim. Başını çevirip bana baktığında göz kırptı. Ona utançla tebessüm ettiğinde gözlerini kapattı. Takma sakalları içindeki yüzü komik ama sevimli görünüyordu. Ona bir anlık daldığımda Buket'in sesini işittim. ''İmam ayılmadan Hanımım da geliverse.'' Kendimi toparlayıp yerdeki file çantayı alıp yorulmuşçasına kapıya üç defa vurdum. ''İşte, işte geldi!'' Buket seyircilerimize fısıldarcasına konuştuğunda kapıya yine vurdum. Bu görev seyircilere düşüyordu. Çocuklar ne yapmaları gerektiğini anladığında kıkırdadılar.
Son kez vurduğumda nihayet hep bir ağızdan söylediler. ''Tak tak tak!'' Ardından güldüler.
Buket kapıyı açmak üzere geldi. Elimdeki çantayı aldıktan sonra omuzlarım üzerine bıraktığım paltoyu aldı. ''Yemek hazır mıdır, Azize?'' Elimi belime koydum. ''Bey de gelmek üzere. Hadi, kur sofrayı da yiyelim.''
''Evet, hazırdır.'' dedi. ''Ama tabağa sığmaz.''
''Tepsiye koy, Azize.''
''Tepsiye de sığmaz, Hanımım.'' Hızlı adımlarla yanına yaklaştığımda olduğu yerde arkaya doğru eğildi.
''Nerede bu İmam Bayıldı? Nasıl yaptın bir bakalım, anlayalım.'' Azize gelin Hanım'ı, yani beni kenara çekti ve kanepeyi itekleyerek seyircilerin görmesini sağladı. Şaşkınlıkla hocanın yanına gidip dizlerim üzerine çöktüm. ''Ey Azize kız, bu da ne?''
''İmam Bayıldı, Hanımım.'' Müzik eşliğinde perde hareketlendiğinde oyuna devam ettik. Ta ki kapanana kadar. Metin'e elimi uzattığımda yerinden kalktı ve elimi tutarak sahnenin önüne ilerledi. Ben de Buket'in elini tuttuğumda perde açıldı. Seyirciler perde kapandığından beri alkışlıyorlardı ve bu bizi gördükleri zaman bile devam etti. Selamımızı verdikten sonra onlara el salladık ve Buket ile ben birlikte soyunma odasına geçip üzerimizdeki kıyafetleri çıkartmaya başladık. Metin seyirci ile konuşmaya devam ediyordu. O gelene kadar çabucak hazırlanmalıydım. Kendi kıyafetlerime kavuştuğumda Buket yanıma geldi. ''Seni tanıdığım için çok mutluyum. Daha önce buraya seyirci olarak gelmiştim. Birçok oyununu izledim. Örnek aldığım önemli insanlar arasındasın.'' Sözleri beni utandırmış ve hatta duygulandırmıştı. ''Bu oyunda senden çok repliğim olmasına rağmen kendimden ziyade senin üstlendiğin o role hayran kaldım. Mimiklerini çok iyi kullanıyorsun. Harika bir oyuncusun.''
Burada onu susturdum. Göğsüm hizasına kadar kalkan elimi o durunca indirdim. ''Bu kadarı yeter.'' dedim. ''Beni utandırıyorsun. Sözlerin benim için çok kıymetli. Daha önce aldığım yorumların dışında bir şey. Çünkü sen de bir oyuncusun. İnan, beni çok mutlu ettin.''
Güldü. ''Hak ettiğin cümleler bunlar.'' dedi. ''Bana vereceğin bir tavsiye var mı?''
Biraz düşündüm. Son yaşadıklarımı gözden geçirdim. ''Sanırım şunları söyleyeceğim; Kim ne derse desin, sana kim engel olmaya çalışırsa çalışsın asla, hiçbir zaman hayallerinin peşinden gitmekten vazgeçme. Bu işi yapmaktan mutluysan devam et. Gösterilere git, yaz, yazdığını oyna, kendini izle, hatalarını gözden geçir ve onları düzelt.''
Bir süre yüzüme öylece baktı. Buruk bir gülümsemeyle konuştu. ''Bunları dikkate alacağımdan emin olabilirsin.''
O sırada odanın kapısına tıklatıp içeri girdi. ''Ne kaynatıyorsunuz bakalım?''
''Ömür dediğiniz kadar varmış, Metin Bey.'' dediğinde Metin bakışlarını kaçırarak güldü. ''Şimdi çıkıyorum.'' Çantasını omzuna attı. ''Benimki dışarıda, bekliyor.'' Bahsettiği kişinin erkek arkadaşı olduğunu tahmin etmiştim ama aklıma Gökçe'nin gelmesiyle büyük yutkundum. ''Görüşürüz.'' Başımı sallayıp zoraki gülümsedim.
O çıktıktan sonra Metin kollarını boynuma doladı. Özlediğinin farkındaydım. Ben de onu özlemiştim ama bunun aramızdaki dostluktan ibaret olduğunu bildiğim için içim rahattı. ''Geldiğin için teşekkür ederim.'' dedi. ''Orada yine muhteşemdin.''
''Teşekkür mü ettin sen?'' Başını salladı. ''Özlemiştim.'' dedim. ''Burası benim ikinci evim.'' Çantamı elime aldım. Gitme vaktiydi. ''Evime gelince de teşekkür kabul edecek değilim. Bir daha teşekkür ettiğini duymayayım.''
''Pekala.'' dediğinde kapı pervazına yaslandı. ''Sen burayı, ben de seni özlüyorum işte.''
Yüzüm asıldığında bakışlarımı kaçırdım. ''Lütfen, Metin...'' dedim. ''Sus.''
''Ömür...'' Dejavu olmuştum sanki. Kafamı soluma çevirdim. ''Hayatım, nasılsın?'' Başlattığı oyunu sonlandırmaya niyetli değil gibiydi. Benden cevabı almadan önünde duran Metin'in elini sıktı. ''Oyun çok iyiydi.''
Metin ona bakmak istemiyordu. Öyle ki etraftaki kıyafetlere, aynaya, dekoratif birkaç eşyaya bakınıyordu. ''Teşekkürler. Bir sonraki oyunumuza da bekleriz.'' Rüzgar yanıma yaklaşıp belimden sarıldı ve yanımdan öptü. ''Hoşça kalın...'' Metin'in arkasından öylece baktığımda
Rüzgar hala belimden tutmuş pişkin pişkin bakıyordu. ''Tebrik ederim, gerçekten de çok yeteneklisin.''
Onu kendimden uzaklaştırdığımda, ''Teşekkür ederim.'' diyerek yanından ayrıldım. Adımlarım hızlı değildi. Onun da acelesi yoktu.
Tam arkamda ilerlemeye devam ederken çok tanıdık gelen bir şarkıyı mırıldandığını duydum. Mırıldanması arabasına yaklaştığında yerini aslına bırakınca ona döndüm. ''Bir gün gelip de karşıma çıkınca, başkası varsa dilinin ucunda, anlatma. Beni ağlatma...'' Küçük bir kahkaha patlattığımda eşlik etti. Birbirimize gülmemiz devam ederken şarkı nakaratına giriş yaptı. Mustafa Sandal'dan Beni Ağlatma şarkısını uzun yıllar sonra ondan dinlemek hoşuma gitmişti.
Şarkısına karşılık aklıma gelen ilk şarkıyla cevap vermek istiyordum. ''Ateşle barut, ah, yan yana durmaz. Gönül dilinden anla biraz. Bir dokunursan...'' Sertab Erener'in başka bir şarkısı olabilirdi belki ama bu olmamıştı sanki.
Sustuğumda güldü. ''Devam etsene...'' dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. ''İyi, o halde gel benimle.''
''Nereye?''
''Nereye gitmemizi istersen oraya...'' Bir an kendimi şöminenin yanında Rüzgar'ın bana şarkı söylediğini hayal ettim. Ne mevsim şömine başında oturmalıktı ne de Rüzgar bana şarkı söyleyebilirdi. Hem ne sebeple söyleyecekti ki?
Alakasız bir hayalin içinden çıktığımda yanıtladım. ''Huzur dolu evime...'' dedim. ''Ama taksiyi zaten çağırmıştım. Daha fazla bekletmeyeyim...''
Aracın kapısını açtı. ''Ben o taksiciyi...'' Ağzından argo bir kelime çıkacak sandım. ''...bulup dönmesini söylerim.'' Çevreye bakındı. Taksi çağırmamıştım. Yani ona gitmesi için yalan söylemiştim. ''Sen arabaya geç.''
''Ama Rüzgar...'' Attığı bakıştan ikiletmemi istemediğini anladım. Oflayıp bindim. Benim için zahmetsiz olacaktı ama onu son gördüğüm günden sonra sarhoş gibiydim. Dengesiz bir şekilde yürümüş ve öyle hareket etmiştim. Son iki günün her sabahında başımda çekilmez bir ağrı vardı. Midem bulanıyordu. Bütün bu şeylerin etkisi hala üzerimdeydi. Koltuğuna geçip kapıyı kapattığında camı açtım. Camdan dışarı bakmakla kalmamış kafamı dışarı çıkartmıştım. ''N'yapıyorsun?'' Ona bakmak yerine yalnızca omuz silkmiştim. ''Hareket halindeyken öyle yaparsan yanımızdan geçen araçlardan biri kafanı asfaltta top niyetine arabalar arasında oynatır, benden söylemesi.'' Başımı istemsiz tuttuğumda yutkundum. ''Sonuçta yüzünle...'' Burada tırnak işareti alır gibi yaptı.''Para kazanıyorsun, değil mi?''
Bir şey demeden emniyet kemerimi takarak sırtımı koltuğa yasladım. Cam açıktı ve hareket ettiğimizde rüzgar esintisi yüzüme çarpıyordu. Kafamın uçmasından iyiydi. Üşümüyordum. Bilakis iyi geliyordu. Rüzgar'ın son sözlerinin dışında başka bir şey konuşmadan eve vardığımızda dağılmış saçlarımı düzeltip araçtan indim. O da indikten sonra arabayı anahtarının tuşuna basarak kilitledi. ''Getirdiğin için teşekkürler, Rüzgar.''
Evime doğru yürüdüğümde konuştu. ''Rica ederim.''
Sahne yorgunluğumu giderecek tek şey duş almaktı. Evdekilere selam verip odama geçtim. Kıyafetlerimi seçip banyonun yolunu tuttum. Dilimdeki o eksik kalan şarkıyı tamamlamanın tam zamanıydı. ''...bir dokunursan, ah, dokunursan, ellerin mızrap olur bedenim saz.'' Ayna karşısında elime tarağı alıp mikrofon gibi tuttuğumda devam ettim. ''Gözlerim gözlerinden geçerken, ah, yine tövbelerim bozulur. Kim bilir kaç senedir sana ben, hazırım böyle, hadi gel hemen, hemen.'' Sesimin tonunu bir tık arttırarak devam ettim. ''Fırtına bu, bu afet, deprem. Yıldızları gel topla benden. Sarsıntılar dağıtsın bizi, gel. Yeniden doğuş bu, vazgeç kendinden.'' İşte bu defa fena coşmuştum. ''Ateşle barut, ah, yan yana durmaz. Gönül dilinden anla biraz. Bir dokunursan, ah, dokunursan, ellerin mızrap olur bedenim saz.'' Yüzümdeki ifadenin ne anlama geldiğini biliyordum. Buna hem utanmış hem de endişelenmiştim. Şarkı söylemeyi bırakıp hemen kabinin kapısını açtım. Belki başımdan aşağı dökülen su saçma sapan düşünceleri benden alıp gidere gönderirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgargülü •Tamamlandı• / •Düzenleniyor•
Roman pour AdolescentsTamamlandı | Düzenleniyor Yıllar sonra bir araya gelen iki çocukluk arkadaşın kaldıkları yerden devam etme çabası takdire şayandı (!) Onları uzaktan görenler deliler hastahanesinden kaçtıklarını düşünebilirlerdi belki ama daha yakından baktıklarınd...