Tokmağı çeviriyorum, kapıya doğru avazım çıkana kadar bağırıyorum. "İmdat!" diye sesleniyorum defalarca. Korkudan kaskatı kesilip elimdeki mumu sesin geldiği yöne doğru fıtlatıyorum.
Yeniden kapıyı açmaya çalışıyorum.Umarsızca açmaya çabalıyorum. Bu kez açılıyor. Karşımda Amber'i görüyorum. Beni dışarı çıkarıyor. Kapıyı hızla kapatıp oradan uzaklaşıyoruz.
Odaya döndüğümüzde bütün ışıklar yanık ve Stella'nın telaşlı şekilde bizi beklediğini görüyoruz. "Kızlar, iyi misiniz?"
Bir yandan zorlukla nefes alabiliyorum, bir yandan da kalbim göğsümü delecekmiş gibi çarpıyor. Stella'nın sorusuna cevap veremiyorum.
"Maura bitkin halde," diyor Amber kapıyı arkamızdan kilitlerken. "Onu kazan dairesinde Elma Cücesi Kabusu'nu oynarken buldum! Belki de yediği bir şey dokunmuştur."
"Bir dakika bir dakika, siz neden bahsediyorsunuz?"diye soruyor Stella.
"Küçük bir çocuk," diyebiliyorum nefesim kesilerek. "Orada bir çocuk vardı."
"Kim? Freddy'den mi bahsediyorsun?"diyor Amber dalga geçer gibi.
"Hayır," diyorum."Ben ciddiyim. Kim olduğunu bilmiyorum. Onu göremedim. Ama kapıyı üzerime kilitlediği ve bana zarar vermek istediği kesin. Hatta bir kişi miydi ondan da emin değilim belki bir belki de 14...
"Dur bakalım sakin ol." diye araya giriyor Stella. "Şunu baştan anlat bir. Tam olarak neler oldu?"
"Ne anlatmam gerektiğini bilmiyorum. Bugün fazlasıyla yorgunum. İyice bitkin düştüm. Uyumaya çalışsam iyi olacak kızlar."
Amber ve Stella, "Seninle uyumamızı ister misin?"diye soruyorlar. "Gerek yok."diyorum ve sakin adımlarla odama gidiyorum.
O sırada Amber ve Stella da yeniden uykularına dönüyorlar. Bende sırtüstü yatıp tavanı seyrediyorum. Aslında büyümü bitiremediğim için, hiç uyuma şansım yok. Ayrıca uykuya dalamayacağımı biliyorum. Uykuya dalsam bile birkaç saat içinde tekrar uyanmak zorunda olduğumu da biliyorum.
Bu yüzden, tüm dikkatimi, bir zamanlar bakıcımız olan Anna'nın oğlu Stacey'e veriyorum. Onu neden yeniden düşlerimde görmeye başladığımı anlamaya, bilinçaltımın neden sürekli eski kehanetleri canlandırıp durduğunu anlamaya çalışıyorum.
Beynimin uyuştuğunu, göz kapaklarımın giderek kapandığını hissettiğimde,başımı çevirip komidinin üstündeki saate bakıyorum. Neredeyse altı olmuş. Biir an aklımdan John'u çağırmak geçiyor.Ama onun ölüm uykusu gibi derin bir uykuda olduğuna eminim. Ayrıca ona bu gece hakkında ne anlatacağımı da bilmiyorum. Bu gece onu çağırmadığıma pişmanım. Nedense bu aralar onu kendimden uzaklaştırdığımı düşünüyorum. Sanırım Emma yüzünden. Yani aslında Emma'yı severim, ama onun eski sevgilisiyle çıkmak biraz tuhaf kaçıyor.
Dizimdeki kesik canımı yakıyor. Bir an içimden kalkıp odayı köşe bucak arayıp vanilya tozu bulmak geçiyor Belki bir yerlerde bir şeylerin arasında bulabilirim. O anda aklıma kestane özü geliyor. Hemen ıvırları sıkıştırdığım anne yadigarı çantama bakıyorum. Ender olarak el attığım takılar ve tıpkı geçen yaz deniz kıyılarından topladığım deniz yıldızları, daha sonra kullanabileceğimi düşündüğün vanilya tozu...
Çantanın içini karıştırıyordum. En küçük gözde vanilya tozunun olduğu küçük bit şişe buluyorum. Çantanın büyük gözüne baktığımda ise annemin gençliğinden kalan kolyeleler, küpeler,çok sevdiğim zümrüt yeşili yüzük ve büyükkanemin ölmeden önce ördüğü kırmızı şal... Onu tamamen unutmuşum!
Büyükannemin onu ellerime tutuşturduğu günü dün gibi hatırlıyorum. Gece olmuştu. Bütün arkadaşlarım gitmiş ve tüm hediyelerim açılmıştı. Büyükannemle battaniyeye sarılmış terasta oturuyorduk. Birden kucağıma renkli bir paket bıraktı. "Seni hep sıcak tutsun." demişti.