Sırtımı yatak başlığına dayayarak gerindim ve tavandan boylu boyunca yere uzanan perdelerin aralığından sızan şafak güneşinin gözümü kamaştırmasına göz kırpıştırarak karşılık verirken battaniyenin kucaklayan sıcaklığının zevkini çıkardım. Dışarıda hava eksilerde seyrediyor olmalıydı, bense yün pijamalarım ve king size battaniyeyle konforlu bir kış sabahına uyanmıştım. Seksen iki gün sonra kafasına silahımı dayayacağım Clifford'a kreş öğretmenliği yaparken ne kadar konforlu olabiliyorsa o kadar konforluydu tabii, yine de ilk başta parası için kabul ettiğim işin büyük finali yaklaştıkça son hayat kırıntılarının da cansız bedenini nasıl terk edeceğini hayal ederek kendimi motive ediyordum. Üç hafta önce silahımı iki yüz bine satmış olsam da yeterince ısrar etse temizlik servisimi Baudin'a ücretsiz bile sunabilirdim. Öyleki, Michael piçinin son anlarında kin ve dehşetle bezenmiş gözlerini dikeceği yüzün benimki olması şansıma teşekkür etmeme sebep oluyordu.
Ayaklarımı gereğinden fazla rahat olarak nitelendirebileceğim yataktan aşağı sarkıtıp battaniyenin yumuşaklığından sıyrılırken kapalı camların ardından bile etkisini gösteren donuk kış havasıyla karşılaşarak titredim ve pijamalarımı çıkarmaya zahmet etmeden merdivenlerden aşağı yöneldim. Hava üstümde ikiden az katman bulunması için fazla soğuktu ve açıkçası Winnie the Pooh deseni de ten rengime yakışıyordu.
Salondaki çekyatlardan birini meşgul eden Luke'u uyandıracak herhangi bir gürültü yapmamaya gayret ederek mutfağa, an itibariyle ufuk çizgisinden sakin bir edayla yükselen güneşi sergileyen pencerenin önüne yerleştirilmiş tezgaha ilerledim. Luke'un bana yatağını bırakmış olması ilk başta kendimi suçlu hissettirse de sarışın çocuğun diretmesi üzerine kabul ederken içten içe rahatlamıştım. Yine de sadece arkadaşlarını öldürmek için burada olan birine karşı bu kadar fedakar bir tutum takınmaları beni rahatsız ediyordu.
"Günaydın." Arkamdan uykulu bir hışırtıyla tınlayan sesin sahibine doğru döndüğümde ani korkumu içimde tutmuş olmanın minnettarlığıyla gülümsedim. "Biraz erken değil mi?"
"Aynısını senin için de söyleyebilirim."
"Şarkı yazıyordum," diyen Ashton gözlerini ovuşturarak gerinirken sırtımı tekrar ona dönüp dolaptan aldığım kupaya sıcak su doldurdum ve sallama çay poşetini suya daldırırken başımı kaldırmadım. "Birkaç gündür uyuyamıyorum ama ilham itiraz kabul etmiyor işte."
Şekeri karıştırıp tezgaha yaslanırken gözlerinin göz altı bölgesine gözlerimi diktiğim Ashton'a elimden geldiğince içten bir gülümseme göstermeye gayret ettim. Uykusuzluk, yanağının üstündeki noktanın normaldekinden bile narin görünmesine sebep olarak grubun bateristine kırılgan bir hava vermişti. Gülümsememi genişlettim. İnsanlar, diğerlerini dışarıda tutmak için güç bela ördükleri duvarların onları koruduğunu, duygu geçirmez bir cam gibi işlev görerek dayanıklı kıldığını düşünürken bu kadar basit bir şeyin zayıflıklarını olduğu gibi sergilemesi gülünçtü. Kendilerini yenilmez ilan edip zayıf olarak nitelendirdiklerini aşağılıyorlardı; tabancamın soğuğunu şakaklarında hissettikleri zamansa tüm bunların hiçbir önemi kalmıyordu.
"Bugün uyuyacak mısın?"
"Ah hayır... Calum'ın doğum günü yaklaşıyor. Luke ve benim halletmemiz gereken birkaç işimiz var."
Anlayışla başımı sallarken en azından Calum'un benimle evde kalması için dua ediyordum. Clifford'ın iki haftalık cezasının henüz dördüncü günündeydik ve bu ondan çok bana verilen bir ceza gibi hissettiriyordu. O bütün gün televizyon karşısında tıkınırken ona bakıcılık yapmam bekleniyordu ve amacı bir türlü kavrayamıyordum. Benim yapacak başka işim yok muydu, yalan haber yayınlayan bir gazeteciye bağırıp küfretmek gibi mesela?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Prey Wore Black Jeans
Hayran Kurgu"Belki ben haklıydım." Michael kayıtsızca omuz silkerek karşılık verdi. "Belki." "Belki de sana güvenmemeliydim." "Belki..." Vahşi gözlerini benimkilere kenetlerken öpülesi dudaklarının kenarı yarım bir gülümsemeyle kıvrıldı. "...ama güvendin."