Şaşkınlıkla açtığım gözlerim ve araladığım dudaklarımı rezilliğe dönüştürmeden kapatma hevesini kendimde bulup bunu eyleme geçirmem Kaan'ın kendinden emin adımlarla yanımdaki boş sıraya oturmasıyla son bulmuştu. Gözlerimi yüzünden çekmeden meydan okurcasına bakmam bana sadece yandan bir bakış ve sırıtma eşliğinde geri dönmüştü. Ağzımı aralayıp dilimde tutsak kalan onca kelimeyi sıralayacakken sınıfa giren matematik hocasıyla kelimeleri biraz daha zindanda tutmam gerektiğini beynime kazıyıp gelecek teneffüste olacaklardan benim değil zindanımdaki kızgın kelimelerin sorumlu olacağını kendime hatırlattım. Gözlerimi dikmekten yorulan göz kapaklarımla kapanmamaları için verdiğim mücadelede destekleyici zil sesi bedenimle birlikte Kaan'a dönmemi sağladı. Görmezden gelme oyununu biraz daha sürdürmek istediğini buradan belli ediyordu. Ama ısrarcı bakışlarım beynine işlemiş olmalı ki akıllı tarafını öne çıkartıp benim gibi bedenini bana çevirip "Sor." dedi.
Ne yani onca yıl ortadan kaybolup geldiğinde söylediği ilk kelime 'SOR' mu olmuştu?
Düşüncelerimi kendime saklayıp bozuntuya vermemeye çalışarak söylemek istediğim her şeyi bağıracağımı sanarken "Neredeydin?" demem şaşırtıcı ama mantıklı bir durumdu. Evet, ilk sorum bu olmalıydı.
Yüzünü bana yaklaştırarak fısıldar gibi bir sesle "Gitmemiz gerekti Hazal. Yeni bir başlangıç için gitmemiz gerekti. Kaldığımız yerden ürkek adımlarla değil de yere sağlam basan adımlarla devam etmemiz için gitmemiz gerekti ve şimdi kaldığımız yerdeyiz. Şimdilik bunu bilmenin yeterli olduğunu düşünüyorum." dedi. Ela gözleriyle üzerimde kurduğu hâkimiyet dilimdeki zindanın açılan kilidini yerine takıp susmamı sağlamıştı. Yakınlığından rahatsızlık duyup yerimde kıpırdanınca olayın farkına vardı ve gülerek sıradan kalktı. Uzaklaşmasını seyrederken, özlemin verdiği etki, diye düşünmeye çalıştım.
Ama... Gözlerinin aynı tonu korumasına karşın farklı gelmesinin sebebi de neydi? Bakış mıydı farkı önemli kılan, renk miydi derinlerinde sakladığı? Alışkın olmadığım duyguların ortaya çıkmasının verdiği rahatsızlıkla pencereden dışarı bakmaya başladım. Güneşin yansıyan ışıklarında parlayan saçların kime ait olduğunu anlamam uzun sürmedi. Bakışlarımı ışığın dans ettiği kumral saç tellerine diktim. İzlenmişliğin yarattığı farkındalık hissiyle olsa gerek gözlerimizi buluşturan Kaan'ın meydan okurcasına gözlerime akan bakışlarına karşılık ben de gözlerimi ayırmadım yüzünden. Çocukluğumdan bu yana süregelen göz kaçırmama huyumu şu an devreye sokmanın tam zamanıydı ama ilk defa yapamadığımı hissettim. Gözlerinden gözlerime yansıyan ışığın baktığı yeri eritip kanıma karışmasından korkarcasına ani bir hızla sıradan kalkıp kendimi boş kızlar tuvaletine attım. Aynadan yansıyan kızaran suratıma baktım. Kendime gelmeliydim, değil mi? Daha dilimde çivilenmiş kelimelerin soracağı hesap vardı. Düşüncelerin boğuculuğundan kurtulmak için yüzüme su çarpmam gerekmişti. Kendime geldiğimden emin olmamla sınıfa ilerledim, çalan zille gelen Kaan'ın yüzüne bakmamak için verdiğim uğraşlar bana baktığı hissiyle güçlüğünü belli ediyordu.
Günün çabucak geçmesini dilemekte hiç bu kadar içten olmamıştım. Uyuma numaramı yutan bir adet Kaan'a olan ihtiyacımın beni reddetmesi çıkış zilinde dağılan öğrenci seslerine karışan kadifemsi ses tonuyla kendini belli etti.
"Uyumadığını biliyorum." ve uzaklaşan ayak sesleri...
***
Açılan kapı sesiyle ürkek sürünmemi odanın köşesine sığınmamış gibi daha da geriye itmeye çalıştım.Düşüncelerimden sıyrılmış olmanın verdiği rahatsızlık hissi düşüncelerimi ele geçirmiş ve kapıdakinin Kaan olduğunu sonradan fark etmiştim.
Geçmişimde o kadar güzeldin ki Kaan, şu an sana gülümsemek istiyorum. Dudakların basit bir kıvrılmasıyla unutulacak bir ihanetin varlığının olabileceğini bilsem tebessümün en güzelini bahşederdim sana.
Yine de düşüncelerimi istemsizce eyleme geçirip buruk bir gülümseme dudaklarımdaki kıvrılmanın sebebi oldu. Yüzündeki hafif şaşkınlık ifadesinin ardından kendine gelmesine kadar geçen saliselik sürede bakışlarındaki sıcaklığı yakalayıp onun ailemin katili değil, benliğimi emanet ettiğim çocuk olduğuna inanarak içime hapsettim. Böylelikle bakışlarımı yabancılaştırmam daha kolay olacaktı. Sen içimdesin Kaan. Yapmana bir an dahi imkân vermediğim parçanı hapsettim. Güvendesin.
Gülümsemenin yerini alan sis perdesi, ihanetiyle açığa çıkan karanlık havada asılı kalan gerçeklikle ruhuma işliyordu ağlarını üzerime atarak. Soğuk bakan gözlerine karşılık havada asılı duran kar taneleri buzlaşmaya yüz tutmuş şekilde gözlerimden gözlerine akıyordu.
Elindeki tepsiyi bakışlarım ifadesizleştikten, düşüncelerimin mantık tarafını devreye soktuktan sonra fark edebildim. Bir kase dumanı tüten çorbanın kokusu açlığımla mücadelesine yenilerek kokusunu buradan hissettiriyordu. Ve yanındaki bir bardak su yeni gözyaşları tüketebilmem için gerekli olan yakıcı sıvı olarak zihnimde yerini edinmişti. Gözyaşları için ihtiyaç duyulan sıvıdan içmek zorunda kalmak ne büyük çaresizlikti öyle?
"Ye."
Keskin ses tonunun emir verici niteliğindeki hecesi bu eylemi gerçekleştirmememi zihnime ikna ettirmeye çalışıyordu. Elindeki tepsiyle bana yaklaşması ve korkunun bedenimi bu denli basit bir hareketle ele geçirmesi şaşkınlığımın tuzu biberi olmuştu. Birkaç adım uzaklığında önümde diz çökerek benimle aynı boya ulaştı.
"Korkma Hazal. Sana ne zaman zarar verdim ki ben?"
Sinsi sırıtışı yüzündeki güzel gamzeleri açığa çıkarıp dozajını hafifletmeye çalışsa da sinirlerime hakim olmam konusunda yetersizdi.
"Ne zararı verdin ha? Evet, hiçbir zarar vermedin. Aileyle oynamak nedir Kaan?! Görmüyor musun kalbimdeki boşluğu? Bu kadar kör olamazsın. O büyük boşluğu bu mesafeden okuyamayacak kadar kör olamazsın. İhanetini silikleştirmeye çalışıp suçluluğunu hafifletecek o iğrenç sırıtışını yüzünden de bakış açımdan da çek artık. Korkmuyorum. Daha ne kadar zarar verebilirsin ki?"
Sözcüklerimin hayat bulduğu ses tonumu tanımakta güçlük çeken tek kişinin ben olmadığım Kaan'ın yüzündeki sırıtışın sönmüş külleri arasından belli oluyordu. Belki de bu şaşkın ifadesindeki afallamadan faydalanıp amacını sorabilirdim.
"Neden?"
Soruma cevap vermeyeceğini her zerresini ezbere hatırladığım yüzündeki ifadeden çözebilmiştim. İfadesiz ve duygusuz görünmeye çalışsa da geçmişteki kişiliğinin buna engel olduğunu biliyordum. Başaramıyordu.
"Ne kadar da safsın? Seni kullandığımı görmedin mi? Kendimden tek parçayı bırak sana vermeyi, emanet etmezken sendeki tüm parçaları kendime katmaya çalıştığımı fark etmedin mi? Gerçeklerle yüzleşmeyi yakın bir zamanda bana verdiğin benliğinde gerçekleştirmelisin. Ama gel gör ki benliğini ezmeden geri verebileceğimi sanmıyorum. Şimdi ye onu." demesiyle ağır adımlarla odadan çıktı.
Ruh kırıntılarımı yere serpiştirerek elimde kalan benliğime son bir kez göz attım. Kalan parçasını kendime felsefe edinip yaşamak için bulduğum nedenle getirdiği suyu bir dikişte bitirip çorbamı iştahla yemeye koyuldum. İntikamın yaşama sebebi olacağını nereden bilebilirdim ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAZEN
Genç KurguAdımlarımı hızlandırırken düşündüğüm tek şey şu lanet yerden kurtulup kendimi nehrin serin sularına bırakmaktı. Ya da orada kaybolmak diyelim. Arkamdan gelen bağırtıları duymamak için ellerimi kulaklarıma kalkan yapmıştım. Ne kadar duymazsam o kadar...