"Mağlubiyettir aşk. Bir selamına bile yenilirsin.
-Sezen Aksu"
Hepinize dokuz ay gibi uzun bir süreden sonra tekrar merhabalar!
Özlemişim sizleri, çok güzel mesajlar da atmışsınız. Sevildiğimi hissettim vallahi, ne yalan söyleyeyim.
Bir üniversiteli olarak yazıyorum bunları. İkinci yılıma başlayacağım dönemin açılışı ile birlikte. Basın ve Yayın okuyorum bu arada. Olur da merak eden olursa diye ben hemen söyleyeyim dedim.
En son yazdığım dönem ciddi anlamda sağlık sorunlarım vardı. Bu sorunların büyük bir kısmını hallettim, çok zor olsa bile. Bir tek sigara kaldı. Onu da mümkün olursa ilerleyen yıllarda bırakmak istiyorum.
Büyüdüm, olgunlaştım diyeyim ya da. Yaşın ilerlemesiyle hayatın akışına uydurdum kendimi. Yepyeni bir okul hayatı, yepyeni arkadaşlıkları getirdi beraberinde.
Müzik zevkim de yumuşadı üstelik. Daha anlamlı, daha içe işleyen daha az "sesli" belki de.
Aslında çoğunuzun merak ettiği konuyu biliyorum. Zira bu hikayenin ana konusu bu şahıstı. Elbette ondan daha detaylı bahsedeceğim. Bu kadar bekletmişim, iki satırla geçmek size yapılmış büyük bir ayıp olur.
En son yazdığımda sevgilisi vardı. Varmış yani. Uzun zaman olmuştu yazdıklarımı okumayalı. Vallahi ister inanın, ister inanmayın; kendisi çok değişmiş. Neredeyse iki yıl kendisini hiç görmedim, ne internet üzerinden ne de yüz yüze. Bu haziran ayında Fransız Lisesi'nden bir arkadaşımın yine aynı liseden, benim dönemimden mezun olan bir diğer arkadaşımla "nişanlamak" olayının günümüze uyarlanışı olan "nikah öncesi yemeği" nde görüştüm kendisiyle. Hiçbir nefret yoktu, ee olgunlaştım artık. O da olgunlaşmış. O hepinizin bildiği metalhead, asi, karanlık çocuktan eser yok. Boyu iyice uzamış, 1.90'ı geçmiş. Sakal bırakmış. Yerine göre de giyinmiş. O da Siyasal Bilimler okuyormuş. Tabir-i caizse "adam" olmuş. Aileler, arkadaşlar olarak ayrılan uzun masalarda mecburi olarak bulunmak zorunda kaldık. Yemek boyunca hiç konuşmadık. O bir uçta ben bir uçta. Normal olan buydu zaten. İçimde acı, özlem, pişmanlık, hiçbir şey yoktu sayın okurum. "Hiçbir şey" vardı. Arkadaşlarımın bu mutlu gününde ben de eğlendim, mutlu oldum onlarla. Gayet keyifli bir gece geçirdikten sonra eski arkadaşlarımdan bazılarıyla biz erken ayrıldık. Masaya topluca veda edip geceye başka yerde devam ettik. Ha bu arada araya giren Sarı takma isimli biri vardı. Şaşırtan bir şey olmadı, bir şey yaşamadık.
Ertesi gün beni aradı. Açtım. Ama bir şey hissettiğimden değil. Buluşmak istediğini söyledi. Kısa bir buluşma. Ben de kabul ettim. Çünkü kin tutan bir insan değilim, tekrar birlikte olacak de değildik. Öyle eski iki insan oturacaktık. Söylemeden geçmeyeyim: Sesi falan baya oturmuş, iyice "adam" olmuş dediğim gibi.
Öyle bir cafe'de buluştuk. Önce gelmiş. Sarıldık ama gayet arkadaşça. "Nasıl gidiyor?" "Okul iyi mi?" falan filan dedik. Tabi ki beni oraya çağırmasını merak ediyordum ama zaten kendisi söylerdi. Söyledi de.
Benden onu yaşanan her şeyden sonra affetmemi istedi. Üzerinde çok uğraştığımı, çok emeğim olduğunu, kız arkadaşıyla tam olarak ilişkisini yaşaması için buna gereksinim duyduğunu, hakkımı helal ettiğimi duymak istedi.
Ben de gözlerinin içine bakarak sadece "Helal-i hoş olsun." dedim. Aradan uzun zaman geçti, tam olarak cümleyi hatırlayamasam bile ardından ona mutlu bir hayat dilediğimi, ne kin ne nefret ama sadece hayatta onun için en iyisini istediğimi gayet arkadaşça bir dille söyledim. Teşekkür etti, vedalaştık. Elvedaydı belki de.