12. Bölüm: Karanlıktaki Gölge (Part 1)

785 86 7
                                    

Az önce duyduklarımı tam olarak idrak edebilmek için kör edici şimşek ışığı yüzüme çarpana kadar bekledim. "Sana ait bir şey mi var?" diye sordum kafam karışmış bir halde. Benimle kafa buluyor falan olmalıydı. Gerçi bu hava şartları altında şaka yapmak için bizden başka kimsenin yaşamadığı yere kadar gelmesi deli olduğu anlamına gelirdi. "Evet," dedi kısaca, sabrı tükeniyormuş gibi belirsizce göz devirirken. Bir elim istemsizce kapıya uzandı. İçimden bir ses bunun iyiye gitmediğini söylüyordu. Kapıyı aniden kapatma ihtiyacı duyabilirdim. Soğuk tavrı, mesafesi ve gözlerindeki ısrarcı bakış kendime olan güvenimi epey sarsıyordu ancak kararlı duruşumdan ödün vermeye hiç niyetim yoktu. Kapımın önüne kadar gelip garip şeyler söyleyerek ödümü koparamazdı. Yüzümdeki ifadeyi olabildiğince sabit tutmaya çalışıp sert ama aynı zamanda ifadesiz bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim.

Gözlerimi başka yöne çevirmek için müthiş bir istek duysam da bunu yapmak benim gözümde pes etmekle eş değerdi. Aramıza hayali bir sınır çizer gibi bir adım gerileyip kapı eşiğinin arkasına çekildim. Yaklaşık bir buçuk dakikadır hiçbir şey söylemiyordu, ben de söylemiyordum ve bu bakışma olayı uzadıkça sinirlerimi geriyordu. Gergin sinirlerim havaya yansımışçasına havada tuhaf bir çatırtı duyuldu ve ardından gözlerimi kapatmamı gerektirecek kadar parlak bir şimşekle, kulak zarımı delip geçecek şiddette bir gök gürültüsü geldi. İrkilerek yerimde sıçrarken bununla eş zamanlı olarak mutfaktan bir kırılma sesi geldi. Göremeyeceğimi bilsem de arkamı dönüp her şeyin iyi olduğundan emin olmak istercesine içeriye kısa bir bakış attım. Muhtemelen az önceki gürültüden dolayı kırılan ince bir bardaktı. Tekrardan önüme dönüp onunla göz göze geldiğimde yeniden bir çatırtı duyuldu ve bir komut düğmesine basılmış gibi yağmur, şiddetini beş katına çıkardı.

Sonunda aradaki sessizliği bozan yine o oldu. "Bak, fazla zamanım yok. Sadece bana ait olanı ver ve gideyim."

Kötüye giden havayı kendime bir işaret sayarak, "Neden bahsettiğin konusunda hiçbir fikrim yok," dedim düz bir şekilde. Ki bir bakıma yoktu da.

Nefes almakla gülmek arası bir ses çıkarıp ellerini montunun ceplerine soktu. Montunun koluna yapışmış kuru yapraklar kolundan düşerek rüzgârda süzüldü. "Neden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun." Verandada durduğu için yağmurdan büyük ölçüde korunuyordu fakat kontrolden çıkmış rüzgâra kapılan yağmur damlaları pantolonunun çamur lekeleriyle kaplı paçalarını ıslatıyordu. "Bu giderek ürpertici olmaya başlıyor," diye mırıldandım kendi kendime. "Yanlış yerde arama yapıyorsun."

Konuşmanın daha fazla anlamsız şekilde uzamaması için kapıyı yüzüne kapatacağım sırada ayakkabısını araya sıkıştırarak bunu önledi. İşte şimdi daha da ürpertici olmuştu. Kapıyı sıkıca tutarken gözlerimi hızla kaldırıp ona baktım. "Fazla zamanın olmadığını sanıyordum, boş yere burada harcamak istemezsin." Kabul etmek gerekirse yardım çığlığı atmamak için kendimi zor tutuyordum. Ama acı bir gerçek olarak beni duyabilecek olan sadece ormandaki vahşi hayvanlardı. Muhtemelen kurtlar, ayılar, sincaplar, ceylanlar, oğlaklar, baykuşlar, tilkiler, domuzlar, çakallar, yarasalar, geyikler, yılanlar, dağ keçileri ve daha aklıma gelmeyen bazı hayvanlar bu havada gürültü yapmamdan ve keyiflerini kaçırmamdan pek hoşlanmazlardı. Vahşi hayvanları hatırlamak huzursuz hissetmeme neden oldu. Birkaç kez sabahın erken saatlerinde evin biraz aşağısındaki ormanın içerisindeki gölette ve derede karşıya geçmeye çalışan dağ keçileri görmüştüm. Sayıları fazla olmadığından beni gördüklerinde korkup kaçmışlardı. Geçen kış taksi param olmadığından eve yürümeye çalışırken küçük bir tilki ve sisli bir havada arabayla okula giderken puslu havadan dolayı kurt mu yoksa çakal mı olduğunu ayırt edemediğim bir şey görmüştüm. Aslına bakılırsa ortada korkup çığlık atmamı gerektirecek bir neden var mı onu bile bilmiyordum.

GECENİN KORUYUCUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin