2.Bölüm: YÜKSELME ZAMANI

95 10 4
                                    

    Uyanmadan önce çok tuhaf bir rüya görmüştüm. Büyük metal cisimler vardı.(O zamanlar bunların uzay gemileri olduğunu bilmiyordum) Uyandım ama hava hala kapalıydı ve şimşekler çakıyordu. Uyurken gözümü alan ışıltı bu olmalıydı. Saate baktım, 6'yı 20 filan geçiyordu. Çantamı hazırlamaya koyuldum. Birden kapı çalındı. Kim olabilirdi ki bu saatte? Üstelik benim kapıma gelen de pek olmazdı. Kapıya doğru yürüdüm. Yavaşça açtım. Karşımda çocukluk arkadaşım Barış duruyordu. O, ben ve Selahattin birlikte bu rüştiyeye gelmiştik. O da pek mutlu görünmüyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözlerinin altı şişmişti, belli ki uykusuzdu. Şaşırdı beni görünce:"Bu kıyafetlerle ne yapıyorsun? Yoksa üstünü değiştirmeden mi yattın?" dedi. Ona onaylar şekilde kafamı salladım. Devam etti:"Her neyse. Şimdi bunun ehemmiyeti yok. Konuşacak daha ehemmiyetli şeyler var. İçeri girebilir miyim?" diye sordu. Ben yine ses çıkarmadan kafamı salladım ve onu içeri davet ettim. Yatağa oturdum. O da komodini çekip oturdu ve ciddileşerek:"Dün geceki saldırıda 4 arkadaşımızı şehit ettiler. Biz de kendi aramızda bir karar aldık. Herkes kendi silahıyla bu isyancıları vuracak. İstihbarat okuyan birkaç dostumdan haber geldi." dedi. Derin bir nefes alıp bakışlarını bana dikti ve:"Katılmak zorunda değilsin, ama onların yerlerini biliyoruz ve orayı basacağız." birkaç saniye durduktan sonra:"Şimdi söyle bakalım bizimle misin?" dedi. Benim tamda bunalımda olduğum zamanlarda gelen böyle teklifleri aptalca kabul etme huyum vardır:"Evet sizinleyim. Ancak bir sorun var..." diyorum ki o sözümü keserek:"Hızlı koşarsak izimizi kaybettiririz." dedi. Yatağa uzandım. Ona elimle "Tamam" işareti yaptım. Ayağa kalktı, selam verip odayı terk etti. O çıktıktan sonra yavaşça doğruldum. Üniformalarımı düzelttim. Çantama birkaç defter kitap daha koydum. O dönemde 2 Remington tipi tabancam vardı. Paltomu giyip onları paltomun iç ceplerine sakladım. Saate baktım, daha yeni 7 olmuştu. Bugün erken çıkmaktan bir şey kaybetmem, diyerek anahtarlarımı aldım ve botlarımı giyip odamın kapısını çektim. Koridorun sonunda Selahattin'le karşılaştım. Bana göz kırptı. Bunun anlamı planın çoktan yürürlülüğe girmiş olması demekti. Yavaş adımlarla merdivenlerden indim. Görevliye anahtarları bırakırken bana:"Kazan dairesi" dedi. Anlamamıştım:"Ne?" dedim. Yine hazır cevapla:"Zamanı gelince anlarsınız." dedi. Yani bütün yatakhane bu işin içindeydi. Dış kapıdan çıktım ve rüştiyenin yolunu tuttum. Aklıma takılmıştı görevlinin dedikleri. Kazan dairesiyle operasyonun ne tür bir ilişkisi olabilirdi ki?
    Okulun kapısından girerken Barış'ı gördüm ve selam verdim. Yanındaki 3,4 kişiyle koyu bir muhabbete dalmış gibiydi. O an anladım ki operasyon okuldan sonra gerçekleşmeyecekti. Okulu kıracaktık ama bunun sebebini haklı gösterecek bir şeyler planlanıyor olmalıydılar. Sınıfa gidip sakince oturdum. Derslerin nasıl geçtiğini tam olarak hatırlamıyorum. Şöyle böyle geçirmiştim. Belki de uyumuştum. Saat 12 olunca bir patlama sesi duyuldu. Hemen ardından yangın alarmı çalmaya başladı. Öğretmenlerden biri içeri girip heyecanla:"Kazan dairesi patladı, okulu tahliye ediyoruz." dedi. Hemen paltomu aldım, bir yandan da yangında birinci öncelikte kurtarılacak eşyaları taşımaya başladık. Her şey bir anda olmuştu. Bunu ben bile beklemiyordum. Okuldan hızlıca çıktık, itfaiye araçlarının sesi uzaktan duyuluyordu. Gözlerimle dostlarımı aradım. Tam o sırada Selahattin ve birkaç kişinin ara sokaktan içeri daldıklarını gördüm. Peşlerinden koştum ve ben de oradan ara sokağa daldım. Onları ileride gördüm. Kasımiye Mahallesi'ne girmişlerdi. Daha sonra hızlıca köşeden döndüler. Çeşitli mahallelerden geçerek ilerliyorlardı. Sağa sola giriyor arada bir ara sokaklardan geçiyorlardı. En sonunda bir İttihatçı mahallesine girmişlerdi. Hepsi bir durdular. Ben de yanlarına koştum. Barış bana bakarak:"Orhan, şu ara sokağı görüyor musun?" diyerek eliyle orayı işaret ediyordu. Boğuk bir sesle:"Evet" dedim. Hiç bozmadan devam etti:"Saldırı bittikten sonra sen ve birkaç kişi oradan kaçıcaksınız. Arkanıza bile bakmayın." Selahattin karşı caddeye bakarak:"Şu meyhanede oturan vatan hainlerini vurucaz." dedi. Hepimiz kaldırıma dizildik, tam 10 kişiydik. Barış:"Şimdi!" diye bağırdı. Herkes silahlarına sarılıp ateş etmeye başladı. Ben de Remingtonları çıkarıp elinde içki şişesi tutan bir adamı kafasından vurdum ve yanındakilere rastgele ateş ettim. Barış:"Koşun!" diye bağırdı. Hemen gösterdiği ara sokaktan daldım o kadar hızlı kaçıyorduk ki nereye gittiğimizin bir süre farkına varamadım. Yakup Paşa Mahallesi'ne girince burayı hemen tanıdım. Oradan daha önce yaptığımız gibi ara sokağa daldık ve Kasımiye Mahallesi'nden geçip rüştiyenin oraya vardık. Herkes derin bir nefes alıp rahatladı. Ama sanki her şey bitmişti. Normal bir gün gibi sakin kalmaya çalışarak patikadan yatakhaneye doğru yürümeye başladım. Elim ayağın titriyor, heyecandan duramıyordum. Kapıdan girip görevliden anahtarları aldım. Bana muzip bir şekilde gülümsedi. Sade bir tebessüm ile karşılık verdikten sonra merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. Yukarı varınca Barış'ı kapımın önünde gördüm. Başını sallayıp yanımdan geçti ve aşağı inmeye başladı. Odama girdim üstümdekileri çıkarıp bir kenara attım ve ev kıyafetlerimi giydim. Daha sonra kendimi yavaşça yatağa bıraktım.
    15 Mayıs 1890, bugün rüştiyeye gitmek zorunda değildim. Ancak 1 haftada tamir edilirdi herhalde. Üstüme sivil kıyafetlerimi giydim, ardından paltoma uzandım. Giyene kadar Remington tabancalarımı ceplerinde unuttuğumu fark etmemişim. Hemen çıkarıp sandığıma yerleştirdim. Tam kundura ayakkabılarımı giyip odadan çıkacaktım ki, geri dönüp tabancalardan birini alıp belime soktum. Şu son günler oldukça tehlikeli idi. Merdivenlerden indim görevliye anahtarları bıraktım. Bütün gün düşüncelere dalmış şekilde şehirde gezinirken bir meyhanenin önünden geçiyordum. İki adamın konuşmasına şahit oldum. Padişah yanlılarının ittihatçilere saldırı düzlendiğinden bahsediyorlardı. Onun dışında bugün pek ehemmiyetli bir şey olmamıştı. Günün geri kalan vaktini Selanik'i boş boş turlayarak geçirdim.
   
    I. Ödül Avcılığı Dönemi

    Sabah uyandığımda bambaşka bir yerdeydim. Etrafıma bakındım. Bir hücreye benziyordu. Herhalde tutuklandık, diye düşünüyordum. Ama bu bildiğim hücrelerden değildi. Parmaklıklara doğru yaklaştım. Nerdeyse çığlık atacaktım. Yanda konuşan çok ilginç yaratıklar vardı. Tabii ben onların içki düşkünü kadın meraklısı pislik bir ırk olan Mavtalar olduklarını bilmiyordum. Geri çekilip oturuğa resmen çöktüm. Sonra soğukkanlı kalmaya çalışarak kafamı toparlamaya uğraştım. Paltomdaki remingtonu hatırladım. Çıkarıp ateş etmek ölüm fermanımı imzalamak demekti. Daha akıllıca bir şey düşünmeliydim. Bunlarla meşgulken konuşmaları kulağıma gelmeye başladı. Kalın sesli olan:"Şu prensesi kaçırmak ne akıllıca bir fikirdi ama, salak kız ona ihanet edebileceğimizi hiç mi düşünmedi." öteki cevap veriyordu:"Aynen onun sayesinde fidye isteyip zengin olabiliriz." Kalın sesli sarhoşça gülerek:"Eveeet, sonrada karılarla eğlenebiliriz." dedi ve sonra ikiside kalkıp gitti. Bense "Onu kurtarmalı" diye düşündüm. Birden aklıma parlak bir fikir geldi. Hemen boğuluyor taklidi yapmaya başladım. Nöbetçi hemen yanıma koştu. Kafasını tutup demir parmaklıklara vurdum. Yere düşüp öylece kaldı. Beline baktım. Anahtarlar oradaydı. Eğildim ve uzanmaya çalıştım işaret parmağımı halkaya takıp yavaşça kendime çektim. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Üstümdeki kıyafetler ortama pek uygun olmadığı aşikardı. Kıyafetlerimi nöbetçiyle değiştirdim ama tabancamı hatırlayıp ona bırakmadım ve onun silahını da alıp yürümeye başladım. Yürürken hücreden gördüğüm masanın üzerindeki kasketi alıp kafama taktım. Böylece yüzümü de gizlemiş oldum. Sakince yürümeye başladım.
    Mavtalar, Fenrir tipi gemilerle(fotoğraftaki gibi) Dünya'daki ve diğer gezegenlerdeki sakinleri kaçırarak kendi gezegenleri olan Markursa'ya getirip onları köle olarak satarlarmış. Bende böyle bir gemide sakince yürürken kaskete bağlı bir telsiz olduğunu fark ettim. Birkaç saniye ne söyleyeceğimi düşündükten sonra:"Yahu şu prenses nerde tutuluyordu?" dedim, telsizin düğmesine basarak. Hemen cevap geldi:"3.kat 271.oda, ama sen ne yapacaksın bunu? Prensesi becermeyceksin, değil mi?" dedi dalga geçer bir şekilde. Bu kadar kolay olmasına şaşırmıştım.  Düşünmeden:"Yo hayır, ona sadece yemek götürecektim. Emri veren yerini söylemişti ama unuttum." dedim. Karşıdan cevap geldi:"Anlaşıldı." hiçbir şey anlamadıklarını umut ediyordum. Merdivenleri aradım birkaç dakika, bulunca hangi katta olduğuma baktım. Arapça "1" yazıyordu. Bu beni şaşırtmıştı. Daha çok yeniydim, bilmiyordum ki Mavtalar Dünya üzerindeki pis emelleri yüzünden Türkçe konuşmayı ve Osmanlıca yazmayı öğrendiklerini... 3.kata çıktım. İlk odanın numarasını okuyunca gözlerim büyüdü. 151! Yani yaklaşık 130 oda ilerideydi. Yakalanmadan oraya kadar ilerlemek neredeyse imkânsızdı. O anda kendime sormuyordum neden onu kurtarmak zorundayım diye. Sanki kaderim buymuş bunu yapmam gerekiyormuşcasına cesaretimi toplayıp yavaşça yürümeye başladım. Oraya varana kadar sadece 10 dakika geçmiş ama bana 10 yıl gibi gelmişti bu süre. Üstelik ben oraya varana kadar kimse beni görmemişti. Tam kapıyı açıyordum ki bir nöbetçi koridorun sonundaki köşeden döndü ve beni gördü. Hiç düşünmeden silahımı çektim ve onu vurdum. Belki de bu katta kimse olmadığından silah sesini duyan da yoktu. Kapıyı açtım ve içeri daldım. Güzel prensesle göz göze geldim birden. Ona gülümseyerek:"Benimle gel." dedim. O da:"Sen kimsin?" dedi bana. Yine düşünmeden cevap verdim:"Ödül avcısıyım." ne demek tam bilmiyordum, okuduğum kitaplarda böyle insanların para için pis işler yaptıklarını biliyordum sadece. Bana baktı ve:"Bizi hangarın olduğu yere götürebilirim, yolu biliyorum." dedi. Hiç sorgulamadan peşinden yürümeye başladım, o tam asansörün düğmesine basacakken kolundan tutup merdivenlere doğru ittim ve ben de onun arkasından gittim. Beraber hızla merdivenlerden inmeye başladık. 

Bir Yıkım Askeri (A Raze soldier) "Düzenleniyor"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin