Medya; Saat Kulesi, İzmir. Eski bir fotoğraf. Patika olan yerin çok ilerisine kum dolduruldu ve uzatıldı. Ana yol olan yer kum doldurulan yere çekildi ve bugün Saat Kulesi'nin çevresi turistik ziyaret alanına dönüştürüldü.
Kafamda bir yığın düşüncelerle birlikte Güneş Sistemi'ne girdik. Tarih ise 20 Kasım 1998'di. Yaklaşık 15 dakikalık bir yolumuz kalmıştı. Daha önceki ziyaretlerimde Jüpiter, Satürn, Mars gibi gezegenleri görmeye alışmıştım. 20 yıldır görmediğim ülkemde neler olmuşu acaba? Bu gibi düşüncelere dalıp gittiğim için az önce saydığım gezegenlerin yanından geçip gittiğimin bile farkına varamamıştım. Pilotun sesi duyuldu:"Gezegene iniş yapıyoruz, hazır olun." diye. Gezegen mi? Kulağa komik geliyordu. Kendi evime gezegen demek. Bir adı vardı onun. Öyle bir ad ki... Toprağıyla suyuyla sonuna kadar bu adı hak ediyordu. Belki de kendimi kayırma eğilimim yüzünden Türkiye, bana ayrı bir güzel geliyordu. İzmir'deki bir dağın arkasına iniş yaptık. Evka-5'in yakınlarındaydık. Yanındaki yamaçta ünlü Harmandalı ve çöp dağı vardı. Kokusu kuzeydoğu rüzgarıyla birlikte Meydan Yolu'na ve Balatçık'a doğru yayılırdı. Oranın sakinleri alışmıştı buna. Yeraltı karargahında geceyi geçirmeye karar vermiştik. Ben karargaha girmeden önce tepeye çıkıp güneşin batışını seyrettim. Sarıdan yavaş yavaş turuncuya dönüşen o küreyi. Ufukta kaybolurken kızıllaşan güneşi. Aslında uzaydan sadece bembeyaz gözüken ama sırf atmosferin içinde diye renk kazanan o güzel ve parlak yıldızı... Çok özlemiştim. Ah Dünya! Ah cennet vatanım! Ne de çok özlemiştim. Uzunca bir süre kalmak istiyordum.
21 Kasım sabahı, güneşli bir gündü. İzmir'i dolaşmak istediğimi söyledim. O zamanın kumaş kıyafetlerini giydik 3 arkadaş. Dışarıdan bakıldığında 3 iş adamı gibi gözüküyorduk. Bir sürü işimiz vardı. Para gerekiyordu. Maden gerekiyordu. Bir yeraltı fabrikası kurmak istiyorduk. Mühendis ve mimar bulmalıydık. Büyük bir ekip kurmayı düşünüyorduk. Sonra Dünya'nın en teknolojik ordusunu kurmayı. Ama biz o gün ne mi yaptık? Çıktık Konak'a gittik. Gezdik, dolaştık. Hiç kimseyle konuşmadık. Kordon'da çay içtik. Saat Kulesi'nin önünde sohbet ettik. Vapura binip Karşıyaka'ya geçtik. Sonra otobüse bindik ve Göztepe'ye doğru gitmeye başladık. Sırasıyla Alaybey'i, Naldöken'i, Turan'ı ve Bayraklı'yı geçtik. Hilton'u ilk defa görüyorduk. 35 katlı büyük bir gökdelendi. Arkadaşlarıma dönüp:
-20 yıla bence onların teknolojisini yakalarız.
-Yok be kardeşim, o dediğin iş çok zor.
-Doğrusu benim umudum var, Barış.
-Selahattin'e katılıyorum. İnsanları teşvik edicek bir lidere ihtiyaç var sadece.
-Görürsünüz 20 yıl sonrasını. Nasıl olsa 20 yıl burdayız.
-"Evladım en son 20 yılda neler neler oldu bir bilseniz."
-Dayı bu adam ne bilir ki teknolojiyi zaten.
-"Önümüzde inşallah çok güzler günler var. Sizin gibi girişimci insanlar olduktan sonra her şey olurunu bulur."
-Dayı, bizim girişimci olmamız desteklenmezse ne işe yarar ki?
-"Doğru söylüyorsun, lakin o desteği de aslında sizin aramanız gerekir."
Hepimiz durup düşündük. Bu 70'lerinin başında olan ak saçlı dede, çok mantıklı konuşuyordu. Belki liseyi bile bitirmemişti.-Biz de öyle. Ama onu da bizim gibi "hayat" dediğimiz şey eğitmiş olmalıydı. Bize o günün Türkiye'sini anlattı. Biz de ilerleyen süreçte deneyimledik zaten.
İnsanlara yani çocuklara kitaptan okuyup okuyup okuduklarını ezberlemeleri öğretiliyordu. Lise için bir sınav vardı. Daha ufacık çocuklar anında yarış atına dönüştürülüyordu. Sonra liseyi bitiremeyip sanayide çalışmak zorunda kalan binlerce genç vardı. Bitirenlerinde başka bir sınavı kazanması gerekiyordu yine. Kazanamayan milyonlar vardı. Üniversite eğitimi her ne kadar eleştirel düşünmeyi teşvik etse de birçok üniversitede ezberletme dayalı sistem devam ediyordu. Üniversite mezunu olan kişi hayat hakkında bilgisiz kitaptan okuma bir insana dönüşüyordu. Her işi yapmak için bir kitaba ihtiyacı vardı sanki. Kendisi mantık yürütemiyordu. Uzayda bu tip kişiliklere "Dogma" diye seslenirdik. Burada ise çoğunluk böyle yaşıyordu.
Göztepe'ye varmıştık. Sahili çok güzeldi. Banklarda bir süre oturduktan sonra dağın yamacına kurulmuş semtte yukarı doğru çıktık. Biz oradayken stadyumda bir maç vardı. Bu Göztepe maçını seyrettik. Kavga, dövüş ve insanların etrafa kustuğu öfke. İzlediğimiz sadece bir futbol maçıydı. Griogery Petrov'un* kitabında okuduklarımı anımsadım.-Henüz çevrilmemişti ama ben Bulgaristan'da bir süre bulunmuş ve Bulgarca bildiğimden okuyabilmiştim.- Güzel bir havası vardı maçın aslında. Ancak seyirci o havayı bozuyordu. Gidelim, dedim dostlarıma. Günün sonunda yine Evka-5'in ardındaki karargaha dönmüştük. Yapmak istediğimiz birçok şey vardı. Onlara dedim ki:"Bizler, burada... Bu cennet vatanımızda... Kaynakları ve doğallığı bol olan ülkemizde sevgili dostlarım. 'Yaşam Mimarlar'ı olmalıyız." sözlerimden etkilenmişlerdi. Hepimiz planlar kuruyorduk. İnsanları ikna etmeliydik. Yarın Ege Üniversite'nden başlamaya karar verdik.
22 Kasım, sahte kimlik çıkardık. Sahte bir şirket ismiyle üniversiteye gittik. TTG Ananim şirketi-Teknik Tasarlama ve Geliştirme-adına gidiyorduk. İnsanlarla şirketimizde küçük bir maaşla staj yapmaya davet ediyorduk. Sonunda 5 kişiyle anlaştık: Akif; Makine Mühendisi, Aykut; Bilgisayar Mühendisi, Alperen; Elektrik Elektronik Mühendisi, Esener; Teknik Resim Uzmanı, Akif'in ikizi Tuba; Mimar.** Onları kiraladığımız minibüsle karargaha götürdük. Uzaylı dostumuz pilotla ve bazı arkadaşlarımızla tanıştırdık. Büyül bir şok yaşadılar haliyle. Ama bize inandılar ve yarım etmeyi kabul ettiler sonunda. Şimdi geriye kalansa ihtiyacımız olan fonu sağlamaktı. Onlar tasarı ve düşünme çalışmalarına başladıkları sırada ben Amerika'ya doğru gidiyordum.
24 Kasım, bu California şehri her zaman güneşli bir şehir. Bana İzmir'i anımsatıyor. Orada bulmam gereken kişi bir kadındı. Jewelary'nin bağlantılarından biri. Kod adı Sunset Shimmer, ona genellikle SS derlermiş. Onlar kadar da gaddar olduğu söyleniyor. Babası bir fabrikotör. 35 fabrika işletiyor. Annesi ünlü bir pop şarkıcısı. Parayı basıyorlardı kısacası. O bizim fonumuzu sağlayacaktı. Tabii ikna edebilirsem.
Aon Center. 252 metrelik bir gökdelen.*** Sunset Shimmer'la orada buluşacaktım. Beni odasında bekliyordu. Kapıdan içeri girmeden önce adını okudum. Sandra Ovska. Muhtemelen sahteydi. Yine de ona o şekilde hitab etmeyi planlıyordum.
-Good morning Mrs. Ovska.(Günaydın Bayan Ovska)
-Günaydın. Merak etme Türkçe biliyorum. Jewelary geleceğini haber vermişti.
Peltek bir Türkçe'yle konuşuyordu. Donakalmıştım. Böyle bir karşılama beklemiyordum. Galiba Jewelary haklı olarak agresif tavırlarımdan endişelenmiş ve önlemlerini almıştı.
-Pekala Bayan Ovska, buraya geliş nedenim gayet açık. Bize bu fonu sağlayacak mısınız?
-Benim bu işten çıkarım ne olacak?
-Ülkenizi seviyor ve ona yürekten güveniyor musunuz?
-Hayır.
-Ben de sizin ülkenizden pek haz etmiyorum.
-Yani?
-Bir gün olur da size sırtınızı dönerse, daha üstün ordusu olan bir Dünya Kuvveti olsa... Sizi koruyacak.
-İkna etme yeteneklerin güzel. En önemli ve 2.derece olan güvenlik ihtiyacından saldırıyorsun. Kuvvetli bir itici. Benim fikrime yakın bir fikirden girdin ve kurduğun samimiyetle yardımsever bir tavır takındın. Jewelary haklıymış.
-Okumuş birine benziyorsunuz.
-Siz de görmüş geçirmiş. Bir insan sarrafı. Zaten yardım edecektim. Amerika'daki eliniz ben olacağım.
Odadan çıktığımda hala yaşadığım şoku atlatamamıştım. Bugün 125. yaş günümdü. Bununla ilgili de konuşmuştuk. Bu arada Amerika'ya giderken bir telefon edinmiştim. Aon Center'dan çıkarken mesaj geldi. Gönderen Barış idi.
"Yeraltı Fabrikası kuruldu. Yeni ordunun tohumlarını atmak için seni bekliyoruz."
Fon çoktan sağlanmış ve işe başlanmıştı bile. Fabrika ana hatlarıyla küçüktü. Ama Dünya'daki binlerce fabrikadan çok daha işlevli olacaktı.*Griogery Petrov, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Futbol Bölümü, Sayfa:114-122.
**Ege üniversitesi'ndeki kişiler gerçektir. Buradaki kişiler gerçekten bağımsız kurgu ürünüdür.
***Gerçek binanın adıdır. Burada kurgu olarak kullanmıştır. Buradaki kullanımının gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Yıkım Askeri (A Raze soldier) "Düzenleniyor"
Научная фантастикаOsmanlı sokaklarından başlayan serüven, bir kaçırılma olayı sonrasında hayatı sonsuza kadar değişen rüştiyeli-liseli- bir yetimin uzayla tanışması ve önce galaksi sonra evren hakimiyetine doğru giden inanılmaz olaylar tufanıdır. Orhan, hayatta kalma...