3.Bölüm: İLK UZAY MACERASI

74 9 3
                                    

    Prenses sordu:"Neden asansörü kullanmıyoruz?" diye. Düşünmeden:"Dikkat çeker." dedim. Aslında asansör neydi, onu bile bilmiyordum. Merdivenlerden indik. Prenses:"Bu taraftan..." dedi. O nereye gittiyse hiç sorgulamadan peşinden gittim. Nerden döndüyse hangi ara koridorlardan geçtiyse onu takip ettim. En son büyük geniş bir alana geldik. Değişik tarzda birçok uzay gemisi vardı. Ben bu görüntüye oldukça şaşırmış ancak şaşırdığımı Prenses'e çaktırmamıştım. Burasıda neyin nesi diye böyle, diye düşünürken Prenses o gemilerden birine bindi.(Çöp kamyonuna benzeyen "Channel Mk L-II" adlı haberleşme gemisi) Biz gemiye bindikten sonra Prenses:"Ben bu gemiyle geldim." dedi. Ne olduğunu anlamadığım birkaç tuşa bastı. Gemi çalışmaya başladı. Biz, Markurlar'ın Fenrir tipi gemisinden ayrılırken büyük kırmızı bir tuşa bastı. Bana bakıp:"Otursana" dedi. Dediğini ikiletmeden oturup kemerlerimi bağladım. Bir tür kolu ileri doğru itti ve camda yanımızda geçen onlarca mavimsi çizgiler oluştu. Işık hızına geçmiştik. Prenses tatlı bir gülümsemeyle bana dönüp:"Ne kadar istiyorsun?" dedi. Ben bunu düşünmemiştim bile:"Bakarız." dedim. Işık hızından çıkınca tepemizde devasa sarı bir gemi belirdi. Tuhaf sesler çıktı. Bize kenetleniyor herhalde, diye düşündüm. Hemen kemerlerimi çözüp silahımı çektim ve bindiğimiz kapıya doğrulttum. Prenses:" Sorun yok, silahını indir. Onlar dostlarım." dedi. Biraz sakinleşmiştim. Kapı açılınca 10 silahlı adam gemiye çıktı. 5'i kırmızı 5'i sarı olmak üzere sağa ve sola dizildiler. Daha sonra gemiye 5 kişi daha bindi. İkisi şişko idi ve hepsinin başında Prenses'deki gibi taç vardı. Sarı derili şişko olan Kral olmalıydı. Diğer şişkoda kırmızı deriliydi. Aslında sarının altın, kırmızının yakut olduğunu bilmiyordum. Sarı derili Kral:"Hemen benimle geliyorsun!" diye bağırdı. Prenses:"Kardeşimle evlenmeyi reddediyorum!" diye karşılık verdi.
    Bu türün adı Ütopyalılardır. Ütopya'da Eski Mısır'da kullanılan Ensest yöntemi kullanılırdı. Ütopyalılar buna "Makorn sa ian" derlerdi. Anlamı "Soyu Korumak"tır. Bu Ensest yöntemini bir kitapta okumuştum. Onlar tartışırlarken bir uyum fark ettim:"Aslında başka bir yol olabilir." dedim. Sarı derili Ütopya Kralı:"Başka yol yok! O zavallı ve basit halktan kimseyle evlenmeyek, o kadar!" diye gürledi. Sakince:"Halktan biri olmasına gerek yok ki." dedim. Kral şaşırmıştı:"Ne demeye çalışıyorsun? Jewelary'nin Diego'dan başka erkek kardeşi yok." dedi, yanındaki sarı derili prensi gösteriyordu. Yüzüme imalı bir gülüş takarak:"Neden Jewelary ile kırmızı erkek ve kırmızı kız ile de Diego evlenmiyor? Sonuçta hepsi Kraliyet Ailesi, değil mi?" dedim. Birden herkes sustu. Dönüp adını yeni öğrendiğim Prenses'e ,Jewelary'e, baktım. Yüzünde çok tatlı bir gülümseme vardı. Sarı derili Ütopya Kralı:"Böyle olursa kabul eder misin kızım?" diye umutla sordu. Jewelary:"Evet baba!" dedi. Sevinçten uçacak gibiydi. Bu sefer kırmızı derili Ütopya Kralı:"Bana oldukça kabul edilebilir geldi, eğer herkes kabul ederse..." kafalar sallandı, iş çözülmüş gibiydi.
    Ütopya o dönemde,1890 yıllarında, iç savaşın eşiğine gelmişti. Ütopya ikiye ayrılır kırmızı ve sarı olarak. İki tarafın karşı karşıya gelmesinin sebebi ülkelerinin arasına sınır olan Ütian maden yataklarıydı. İki tarafta da tam bir bunu elde etme yarışı vardı. Kırmızı derili Ütopya Kralı sinirlice:"Pekii Ütian yatakları sorununu nasıl çözücez? Siz her yıl bizden fazla çıkartıyorsunuz." ben hemen atılarak:"İki tarafta yer yıl çıkardığının yarısını karşı tarafa versin, böylece iki tarafta eşit almış olur." dedim. Sarı derili Ütopya Kralı:"Ama bu anlaşmayı bozar, hem biz daha çok emek harcıyoruz." dedi. Diğer Kral tam konuşacaktı ki "o konu bende" işareti yaptım ve:"Eğer iki tarafta elinden geleni yapıyorsa aynı miktarda emek harcıyor demektir. Ayrıca yeni bir anlaşma yapabilirsiniz." dediğimde yine iki tarafta düşüncelere daldı. Daha sonra kafalar sallandı eller sıkıldı. Bu sefer iş çözülmüş ve onları kasten olmasa da kurtarmıştım. İyice düşündükten sonra:"Beni ödül avcılarının ikamet ettiği yere silah ve bir miktar para ile bırakın." derken aslında ödül avcılarının nerde olduklarını bilmediğimi çaktırmamaya çalışıyordum. Jewelary'nin babası kendini toplayarak:"Benim adım Louis Ütopian evlat ve sana istediğin her şeyi getireceğime söz veriyorum. Bunu dostlarına söyleyerek hava atabilirsin çünkü büyük iş başardın." biraz durduktan sonra:"Ya senin adının nedir ödül avcısı?" dedi. İşte bunu beklemiyordum:"Orhan" dedim. Kral Louis sordu:"Bir soy ismin yok mu?" hemen cevap verdim:"Yok" sevinerek karşılık verdi:"O zaman soy adın Altınkaya olsun." dedi.
    Sevinmiştim:"Kulağa güzel geliyor." dedim. Sonra:"Kaç kotov istiyorsun?" diye sordu. Bu sefer tavrımı değiştirip:"Bir milyon" dedim. Kral Louis'in içi sıkılmış gibiydi:"Pahalı çalıştığınızı unutmuşum. Neyse ki sen bu paranın on katını da hak ediyorsun" dedi. Bana bir çanta geldi. İçini açıp baktım. İçinde parlayan yeşil kâğıtlar ve ilginç rakamlar vardı.(Kotov rakamları) Daha sonra bir askerin tam takım silahlarını aldım. Onlarla beraber gemilerine yürüdüm. Bana bir kamara ayırmışlardı. Yattığım gibi uyudum.
   Uyandığımda beni Oliban'a getirmişlerdi. Burası ödül avcılarının genelde geldiği meyhanelerle dolu pislik içinde yaşayan bir gezegendir. Bir nakliye aracı ile beni gezegene indirdiler. Nakliye aracından indikten sonra etrafa boş boş baktım. Elimde tuttuğum silahı omzuma yandan asarak sağdaki ilk meyhaneye daldım. İçeri girince ilk düşündüğüm şey oranın ne kadar iğrenç koktuğu idi. Barmenin önündeki sandalyeye oturdum. Barmen bana bakıp:"What's your mother tongue?" dedi.(Ana dilin ne?) Hiçbir şey anlamamıştım:"Bana bir bira ver." dedim. Kafasıyla anlamış gibi onaylayıp biramı getirdi. Ben kadehten birkaç yudum aldıktan sonra yanıma bir Tressalı oturdu. Kadehini yudumladıktan sonra bana döndü:"Benim adım Bleim Ikosa, bunlarda arkadaşlarım Ronnald Krem ve Tek Tabanca. Ya senin ismin ne yabancı? Ütopyalılarla çalıştığına göre baya yetenekli olmalısın." dedi. Öylece kalakalmıştım. Hemen toparlanarak:"Bana Orhan Altınkaya, derler." dedim. Memnun olmuşa benziyordu:"Sana bir iş önersek kabul eder misin?" dedi. Sakince reddettim:"Gerek yok, param var. Daha yeni bir işten geliyorum hem." dedim. Tavrını değiştirerek:"Farkındayım dostum, ancak bu işle çantandakinden çok daha fazla kotov kazanabilirsin." dedi. İlgimi çekmişti:"Nasıl bir iş bu?" diye karşılık verdim. Yüzünde muzip bir gülümseme oluştu:"Sen bir dur hele, önce kalıcağın yeri ayarlıyalım..."
    18 Mayıs 1890, söylendiği gibi yerim ayarlandı. Yeni silahlar ve giysiler aldım. Kuşandıktan sonra Bliem içeri girdi:"Ooo baya iyi olmuşsunuz. " dedi. Bir soluklandıktan sonra:"Şimdi plan şöyle dostum, Sen Avain meyhanesine bu Minigun'la girip oradaki herkesi öldür. Daha sonra barmeni tehtid et ve sana lazım olan o "Yıkım Askeri" zırhını al. Hemen buraya dön, seni bekliyor olucaz. Daha sonra asıl işimize bakıcaz." dedikten sonra anladığımı göstererek başımı salladım. Minigun'ı(Vulcan topu tarzı dönerli makinalı tüfek) yandan omzuma taktım. Odadan hızla dışarı çıktım. Kimseye gözükmeden sessizce merdivenlerden indim. Ve kendimi sokağa attım. Yoldan geçen birine Avain meyhanesini sordum, yerini gösterdi. Cesaretimi iyice topladım ve:"Selamııın aleyyküüüm" diyerek içeri girdim ve ortalığı rastgele taradım. Yaklaşık 3 dakika taradıktan sonra barmenin olduğu masaya yaklaştım:"Kafanı kaldır ulan!" dedim. Titreyerek ayağa kalktı. Sert bir sesle:"Bana şu zırhı ver." dedim. Hiç sorgulamadan bir paket verdi. Alıp tam gidiyordum ki arkamı dönüp barmeni vurdum. Elinde silah vardı, yani beni az kalsın arkadan vuracaktı. Hızlıca sokağı geçtim ve binaya daldım. Merdivenleri son sürat çıktım. Odanın önüne varınca yavaşladım. Kapıyı çaldım bir krozoid olan Ronnald(Krozoidler minyon tipli kısa boyludurlar.) kapıyı açtı. Yavaşça içeri süzüldüm. Minigun'ı omzumdan çıkardım. Bliem paketi gösterip zırhı hemen giymemi söyledi. Paket açılınca içinde muhteşem görünüşlü bir zırh çıktı. Hemen zırhı giydim. Üstüme tam olmuştu, üstünde daha henüz anlayamadığım birçok elektronik sistem vardı. Dışarı çıktık. Arquitens sınıfı bir hafif kruvazör gemisi yanaştı. Gemiye bindik. İlk fark ettiğim şey Bliem'ın tahmin ettiğimden daha büyük bir iş üstünde olduğuydu, çünkü bu kadar adamı sıradan bir görev için toplamış olamazdı.
    O dönemde Dekarta gezegeni bölgenin en güçlüsüydü. Oldukçada zengin olduğu için onlarca ödül avcısını tutar ayak işlerini yaptırırdı. Bizim görevimiz ise Dekarta'nın en büyük sanayisi olan Ozmokina'yı patlatmaktı. Çünkü kimsenin veremiyeceği bir miktar para vaad edilmişti. Bunu vaad edenler aslında paranın efendisi ve üreticileri olan Kotovlar idi. Kişi başı 10 milyon kotov vereceklerdi. Biz tam 15 kişiydik. 150 milyon kotovu Dekarta bile ödüyemezdi. Bliem yanıma oturdu:"Bak dostum, planı senin dışında herkes biliyor. O yüzden hem sana anlatıcam hem de unutanlara tekrar edicem." durdu, etrafındaki adamlara baktı birkaç saniye. Sonra kafasındakileri düzenlemeye çalışır gibi bir bakış attı ve:"Bir Dekarta sanayisini patlatıcaz, önce kendimizi ödül avcısı olarak tanıtıcaz ama limana gitmiycez. Onun yerine şehrin diğer ucundaki kanalizasyon bölmesine inicez. Gördüğün gibi dostum herkesin özel kıyafeti var. Kasketindeki cam sonuna kadar iniyor." dediği anda kasketin camını indirdim. Gülümseyerek devam etti:"Oksijeni bizi bir hafta idare edicek kadar, kanalizasyona indikten sonra harita doğrultusunda Ozmokina'nın altına gelip bombaları yerleştiricez. Hızla gemiye ulaşıp Oliban'a kaçıcaz." pilotun sesi duyuldu:"Ödül avcısıyız, 15 kişiyiz limana iniş izni istiyoruz. Tamam." bekletmeden cevap geldi:"Anlaşıldı ödül avcıları. İniş izni verildi. 45-LB limanına iniceksiniz." diye. Kolay olmuştu sanki. Bliem karşıya bakarak:"Herkesin bir kod adı vardır, bana insafsız derler. Ronnald'a eski glock deriz. Tek tabanca'nın adını bilen zaten yok. Ya seninki ne olsun?" ben düşünmeden cevap verdim;"Yıkım Askeri!" hep bir ağızdan:"Vooov" dendi. Anlaşılan beğenilmişti. Bliem devam etti:"Dikkatli olun, gruptan ayrılmayın ve en önemlisi çabuk olun!" herkes silahlarını hazırladı. Pilotun sesi tekrar duyuldu:"Kanalizasyon girişine yaklaşıyoruz, hazır olun."
    5 dakika sonra gemiden inmiş kanalizasyonun pis kokuları içinde hızla koşuyorduk. Bu zırh öyle hızlı ve yorulmadan koşmamı sağlıyordu ki kendimi her şeyi yapabilecekmiş gibi hissediyordum. Biz böyle koşarken arkamızdan bir ses duyuldu:"This is Ozoid Land Forcses Commander, stop runing bounty hunters! If you don't stop you'll all die!" diye. Ben hiçbir şey anlamamıştım yine. Sordum:"Ne diyor bu, insafsız?" hızlıca:"Önemli bir şey değil Yıkım Askeri, sen koşmaya devam et." dedi. Çok keskin bir köşeden dönerken kayıp düştüm. Ama hemen toparlandım. Arkama baktığımda 4 veya 5 kişinin çatıştıklarını gördüm. Getirdiğimiz bombaları yerleştirmeye başlamıştık. Bliem:"Acele edin! Daha az zaman ayarı yapın, bizi başka bir yoldan çıkarıcam. " dediğini kimse ikiletmedi. Biz koşmaya başlarken arkama tekrar baktım. Yerde 6 ceset vardı. Çatışanların hepsi ölmüştü. Önüme bakınca karşıma siyah bir yaratık çıktı. Tam silahını bana doğrulturken kafası patladı. Tek tabanca onun canını okumuştu. Hızla koşmaya devam ettik. Çok tiz bir ses duydum. Çok sinir bozucu bir sesti. Sonra aniden bağrışmalar yükseldi. Büyük metal bir cismin parçalanma sesi duyuldu.
    19 Mayıs 1890 olayı Ozoidler'in tarihine kara gün olarak geçmiştir. Ozmokina'nın yok edilmesi bütün gelirlerini ve ağır savaş kruvazör üretimlerini önemli derecede yavaşlamıştı. I.Galaksi Savaşı'nda yenilmelerinde önemli bir rol oynuyordu bu olay aslında... Bunun farkında olmayarak koşmaya devam ettim. Biz gemiye varana kadar 4 kişi daha ölmüştü. Hemen bindik. Biz kalkarken onlarca top bataryası gemiye ateş etmeye başladı. Bliem hiddetle:"Derhal çıkar bizi buradan!" diye pilota bağırdı. Işık hızına geçtik aniden. Ben o sırada arkaya doğru düşmüş ve kafamı vurarak bayılmıştım.
    Uyandığımda tekrar odamdaydık. Bliem uyandığımı görünce sevinerek:" Zengin olduk dostum! Kişi başı 30 milyon kotov!" dedi yüksek sesle. Doğrularak cevap verdim:"Herhalde uzun bir süre çalışmamıza gerek yok" dedim. Ronnald:"Şaka mı yapıyorsun? Hedef trilyonerlik! Ondan aşağısı bizim gibi kaliteli adamları kurtarmaz." dedi. Tek tabanca'nın ilk defa olgun erkek sesi duyuldu:"Fazla açılma Ronnald, yoksa batarsın." dedi. Bundan sonra 3 yıl boyunca bu ekiple çeşitli yerlerde gezinip görev yaptım ve ceplerimi doldurdum. İleride bu parayla kendi ordumu kuracaktım. Bunun farkında olmayarak en serseri dönemimi geçirdim. Savaştım, içki ve sigara içtim. Kadınlarla eğlendim. Kabadayılık yaptım. Ta ki Selahattin ve Barış dostumla tekrar uzayda karşılaşana kadar...
   7 Eylül 1893, Nroya gezegenindeyiz. Oliban'a yakın başka bir ödül avcıları bölgesidir burası. Ancak ödül avcılarına zaten kızgın olan Ozoidler buraya saldırma kararı almıştılar. Bunun sebebi Akasan'daki Halberd Destroyer'nin daha limandan kalkamadan patlatılmasıydı. Akasan ordusu Markurlar(Mavtalar değil, dikkat sayın okuyucularım) saldırıyı bizzat üstlenmişlerdi. Ronnald:"Geliyooor! Herkes kaçsın!" devasa bir kruvazörün motoru tam ortamıza inmişti. Ben daha Selahattin ve Barış ile karşılaşmanın şaşkınlığını yaşayamadan büyük bir çatışmanın ortasında kalmıştım. Onlarda Mavtalar tarafından kaçırılmış daha sonra ellerinden kurtulup buraya gelmişler. Ben:"Selahattin, batarya ateşini sol hatta yönlendir!" diye bağırdım. Tek tabanca etraftaki 5,6 adamı indirdikten sonra:"Bu şeyler amma da kalabalık gelmişler." dedi. Ronnald keşkin nişan tüfeği ile 2,3 atış yaparken:"Ben gayette eğleniyorum." dedi. Ben, Selahattin ve Ronnald ön tarafı tutmaya çalışırken Bliem, Tek Tabanca ve Barış arkamızı kolluyorlardı. Ronnald telsizinin düğmesine basarak:"Seni geri zekalı! Nerde kaldın?" diye pilota kızdı. Pilot kibirlice:"Kusura bakma dostum, sadece devasa Akasan Filosu'nu geçmeye çalışıyordum." dedi. Bliem oldukça sakin bir şekilde elindeki tüfek ile üçer beşer ateş ederek:"Laubalik yapma da bizi buradan çıkar."
    Markurlar Nroya'yada tam bir katliam yapmıştı. Buna rağmen birlikleri ağır hasar almış ve zayıflamıştır. Bu da I.Galaksi Savaşı'nda başarılı olamamalarının en büyük sebeplerindendir. Bu olaylar devam ederken biz 6 kafadar zengin olmaya devam ettik. 2 yıl sonra Drakojan Ordusu beni ve Selahattin'i tuttu. Dritta adlı gezegende savaştık. Ne kadar iyi stratejiler uygulasamda rakibimiz olan Skies ordusu çok güçlüydü. İki tarafta birbirine üstünlük sağlayamamıştı. Bu ilk defa bulunduğum gerçek bir savaş cephesiydi. Bunun gibi çeşitli cephelerde 1 yıl boyunca Drakojan Ordusu ile birlikte Skies ordularına karşı savaştım. Ta ki 1 Mart 1896'da yeni Ütopya Kraliçesi Jewelary beni yanına,Ütopya'ya, çağırana kadar...

Bir Yıkım Askeri (A Raze soldier) "Düzenleniyor"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin