1.Bölüm: BAŞLANGIÇ

126 11 6
                                    

    Şuanki sahip olduğum güce nasıl ulaştığımı anlatmak istiyorum. Nasıl bir Yıkım Askeri olduğumun dram ve vahşet dolu  hikayesini. Doğrusu olayların bu kadar hızlı gelişeceğini tahmin bile edemezdim. Bir Osmanlı çocuğunun nasıl bir Kral olabilecek ve Evren'in hakimiyeti için savaş verebilecek olduğunu anlatacağım. Bunları benden sonra kurulucak yeni dünyadaki insanlara örnek olması için yazıyorum. Osmanlı'daki sıkıcı ve sıradan yaşamım... Sizi her şeyin başladığı o birkaç gün öncesine götürmeden önce uyarmalıyım. Olayların içindeki geçişleri anlamakta zorlanabilirsiniz. Sonuna kadar okumadan bütün bağlantıları kuramazsınız. Aralarda kopacaksınız. Endişelenmeyin. Sadece şimdi arkanıza yaslanın ve dikkatle okuyun.
    Tarihler 12 Mayıs 1890'ı gösteriyordu. Yatağımdan kalktım. Hep yaptığım gibi saat 8'de kalktım. Yatağımın bulunduğu oda oldukça küçüktü, basit ahşap bir gardırop ve 2 çekmeceli bir komodinden ibaretti. Gardırobu açtım, asılı olan üniformalarımı giydim ve zaten akşamdan hazırladığım çantamı omzuma taktım. Kapıya doğru yürüdüm zaten 3 veya 4 adımdan fazla bir yol değildi. Kapıyı açtım ve botlarımı giydim. Bağcıkları gereksiz bir şekilde uzun ve sinir bozucuydu. Bulunduğum bina öğrencilerin ikamet ettiği bir tür  yatakhaneydi. Ama yemekhane ve gazino gibi bölümleri de vardı. Dört katlı binanın son katındaydı odam. Aslında çok şanslı ve zorlu bir şekilde bu odayı tutmayı başarmıştım. Yani dört kat inip çıkmaktan şikayet etmeye hakkım yoktu. Yavaş adımlarla merdivenlerden indim. İnerken bazı arkadaşlarımı görüp onlarla selamlaştım. Dış kapıya varınca görevliye odanın anahtarını verip çıktım ve rüştiyenin yolunu tuttum. Rüştiye fazla uzakta degildi. Şuan tam hatırlayamasamda sanırım 800 adım civarındaydı. O yolu yürürken o kadar sıkılmıştım ki adımlarımı saymıştım.
    Normal bir okul günü her zamanki gibi bitmişti. Tekrar o yatakhaneye yürüyordum ki bir at arabası süratle yanımdan geçti ve beni ürküttü. Nereye yetişmeye çalışıyordu kim bilir. Ama o dönemde etrafımdaki olaylara pek kafa yorduğum söylenemezdi.  Kendi kafama göre takılıyordum. Dönemin baskıcı padişahı  II.Abdülhamit insanları çok sıkıyordu. Gazeteleri sansürlüyor, insanları takip ettiriyor ve sıkı bir denetim içinde ıslıhatlar yaptırıyordu. Bunun dışında eğer politikadan bahseceksem  etrafımda İttihatçı ve Padişah yanlısı arkadaşlarım da vardı. Ancak bu ehemmiyetli değildi. Çünkü sadece kendi ülkemin geleceğinin korunmasını savunuyordum. Gerisi beni ilgilendirmiyordu. Hayat böyle sürüp geçerken ben sadece derslerimle ilgiliydim. Başka şeylerle uğraşmanın lüzumu yoktu.
    13 Mayıs 1890 günü etrafta başıboş gezen asi bir grup yatakhanenin kuzey cephesini taşlamıştı. Herhalde bu olay son günlerin en hareketli olayıydı diye düşünüyordum. Yine de ben üniformamı ve botlarımı giyip sanki o gün yatakhane taşlanmamış gibi sakince merdivenleri inmeye başladım. Bu sefer aşağı varana kadar kimseyle karşılaşmamıştım. Anahtarları görevliye bırakırken görevlinin gözleri büyümüştü, şaşırmışa benziyordu. Ben tam kapıdan çıkarken arkamdan seslendi:"Nereye gidiyorsunuz efendim? Olanları duymadınız mı?" sanki umursamam gerekiyormuş gibi söylenmiş bir sözdü bu. Derin bir nefes aldım ve sakince:"Elbette duydum. Bu neden rüştiyeye gitmeme engel olsun ki?" görevli, tam bir hazır cevapla:"Hayır ama dışarısı bugün pek tekin değil efendim." dedi. Ona bir "banane" bakışı atıp kendimi dışarı attım. Arkamı dönüp birde baktım ki yatakhanenin birçok camı ya tamamen inmiş ya da camların çoğu kısmı inmişti. Çok az cam sağlam kalabilmişti. Rüştiyeye giden yoldayken bu saldırıyı düşünüyordum: "Neden?" diye. Anlamsız isyanlar ve saldırılarla koca Osmanlı çökecek değildi elbet. Bunu düşünürken o kadar dalmışım ki önümde bana doğru gelen dostumu fark etmemiş ve ona çarpmıştım. Anlaşılan o da en az benim kadar düşünceliydi. Hemen sordum:"Nereye böyle Selahattin? Rüştiyeye gelmiyor musun yoksa?". Bana baktı, yüzünde çok acıklı bir ifade vardı. Sakince ve üzüntülü bir havayla:"Gece yapılan saldırıda Melih başından yaralandı. Hemen sağlık ocağına götürdük ama kurtulamadı." dedi. Bir anda içimi bir hüzün ve korku kapladı. İçimden saldırıyı yapanlara sövmeye başlamıştım. O bir şey söylemeden:"Sen de cenazeye gidiyordun, değil mi?" dedim. Ağzından sessizce bir:"Evet" çıktı. Sonra yürümeye devam etti. Moralim çok bozulmuştu. O gitmiyorsa bende gitmiyorum diyerek okulu kırmaya karar verdim ve dönüp yatakhaneye daldım, anahtarlarımı alıp merdivenleri hızla çıktım. Kısa sürede 4.kata vardım. Kendimi yatağa attım. Üstümdeki üniformayı çıkarmamıştım bile. Ben uyurken büyük bir ışıltı gözlerimi almaya başladı. O güne dair en son hatırladığım şey buydu ve uyandığımda öyle şeyler olacaktı ki...

    Dipnot:Yeniden düzenlendi. Atılan taşlar yumruk büyüklüğündeydi ve eğer başınızı sert bir şekilde yaralarsa o dönemin şartlarında kurtulma şansınız oldukça azdı.

Bir Yıkım Askeri (A Raze soldier) "Düzenleniyor"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin