Alarmın çalmasıyla açtım gözlerimi. Uykulu uykulu tavana bir bakış attıktan sonra alarmı kapatıp yalpalayarak çıktım yataktan. Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya gittim. Soğuk suyla yüzümü birkaç kez yıkadıktan sonra anca gelebilmiştim kendime.
Dün hastaneden çıktıktan sonra Sina'nın etkisiyle garip bir yüz ifadesi ve bir o kadar da garip olan duygularımla girmiştim eve. Gelir gelmez kendimi yatağa atıp düşünmeye başlamıştım bunları; kafamda bin bir senaryo kurarak...
E tabi beynim düşüncelerle kaplı olduğundan uyuyamamıştım. Hava aydınlanmaya başlarken göz kapaklarımı açık tutamayıp teslim olmuştum uykuya. Sadece birkaç saatliğine boş kalabilmişti zihnim. Şu anda ise bu boşluğun yerini yine o düşünceler almış, beynimin içinde istemsizce çoğalan kanser hücresi gibi her tarafa yayılıyordu bu uğultu.
Kafamı kaldırıp aynada kendime baktım. Durumum idare edilebilecek bir haldeydi. Uykusuzluk fazla etkilememişti bedenimi. Yüzümdeki su damlacıklarını havluyla kurulayıp odama doğru yol aldım. Dolabımdan giyecek birkaç kıyafet bulup geçirdim üzerime sonra da biraz makyajla yüzümü renklendirip saçımı yaptım. Hazır olduğuma kanaat getirince odamdan çıktım. Göz ucuyla Gözde'nin odasına baktım. Uyuyordu. Onu rahatsız etmemeye çalışarak, sessiz bir şekilde vestiyere doğru gittim. Asılı olan çantamı aldım ve çıktım evden.
Dün benden sonra eve gelmişti Gözde. Ben düşüncelerimle savaş verirken "Neredeydin sen iki gündür?" diye başlayan sorgusuna maruz kalmıştım. "Hastayım, yarın anlatırım." diye geçiştirdikten sonra savaşa devam etmiştim. Ama bu akşam anlatacaktım Gözde'ye olanları yani anlatmalıydım fakat nereden başlayacaktım?
Midemin gurultusuyla gerçek hayata döndüm. Akşam da hiç bir şey yememiştim dün sabahı saymıyorum bile. Sanırım midem bu açlığa dayanamamış olacak ki sinyal vermeye başlıyordu yavaş yavaş. Kendi kendime "Dayan midem, seni birazdan doyuracağım." deyip salakça gülümsedikten sonra evin yakınlarındaki bir pastaneye gitmek üzere adımlarımı hızlandırdım. Yaklaşık beş dakika içinde gelmiştim pastaneye. Sadece bir simit alıp çıktım. Evet karnım açtı ama fazlasını da kaldırabileceğini zannetmiyordum. Simidimden bir ısırık alıp taksi durağına doğru yürümeye başladım bu sefer. Boş bir taksi bulup bindikten sonra "Bu böyle olmayacak." dedim. İşe başladığımdan beri taksiyle gidip geliyordum. Eğer böyle devam ederse alacağım maaşı sadece ulaşım için harcayacaktım. Yarından itibaren metro ya da otobüs gibi daha uygun ulaşım araçlarını kullanarak gidebilirdim işe...
Simidimin son lokmasını da ağzıma atıp yaslandım taksinin koltuğuna. Trafiğin içinde bir durup bir ilerledikten sonra anca gelebilmiştim işe. Taksiden inip koşar adımlarla çıktım merdivenleri. Sanırım geç kalmıştım. Yine koşturarak geçtim asansörün önüne ve şansıma katta olan asansöre binip görevimin başına geçtim.
Bu kat her zamanki gibi daha sessiz ve sakindi. Yarım saat boyunca hiçbir şey yapmadan oturdum. Ne bir telefon çaldı ne de yanıma biri uğradı... Sonra ise yanıma Nurhan Hanım geldi ve onunla birlikte alt kata inip dosyaları sıraladık, hem de gün boyunca! Bu şey nasıl bu kadar sıkıcı olabilirdi?!
Kafama ağrılar girerken bir kat yukarıya, yani Sina'nın odasının hemen yanındaki masama gelebilmiştim. Oflayarak oturdum sandalyeye ve saate baktım. Çıkmama yarım saatten az bir zaman kalmıştı. Gerçekten şu dosyalar tüm günü almıştı. Bu zamana kadar Sina'yı hiç görmemiştim, gerçi görme fırsatım da olmamıştı. Acaba gelmiş miydi buraya ya da hala hastanede miydi? Aklım yine Sina'ya gidiyordu. Biraz da olsa ondan uzaklaştırabilmek için aklımı masaya koydum kafamı. Uykum ise iyice bastırıyordu. Gitmeme az dakikalar kala dinlenmek istiyordum. Aradan bir- iki dakika geçmemişti ki kapının sesiyle kafamı kaldırarak o tarafa doğru döndüm.
Sina gelmiş olmalıydı veya sabahtan beri buradaydı ve yanına başka biri girmişti. Bu ihtimallerden hangisinin doğru olduğunu anlamak için giren kişi çıkana kadar bekleyecektim. Biraz zaman geçmişti ama hala çıkan yoktu kapıdan. "E çık artık!" deyip masaya parmaklarımla vurarak ritim tuttum. Üzerinden birkaç dakika daha geçince "Acaba yanlış mı duydum, boşu boşuna mı bekliyorum?" diye düşündüm. İçimdeki Melehat harekete geçmişti yine. "Git içeriye gir boşuna meraklandırma beni." diyordu resmen. Sonra "Ne bekleyeceğim ya..." dedim. sıkıntıyla nefes verdim. " Eve gitmem lazım benim." Kendi kendime konuşup iç sesimle zıtlaşıyordum, sanırım fazla yorgunluktan oluyordu bunlar... Ayağa kalktım. Eve gitmeye karar kılmıştım. Tam o sırada kapı açıldı ve Sina karşımdaydı. Gülümseyerek "Merhaba." dedi. Ben de gülümsemeye çalışarak ona karşılık verdim. "Birkaç evrak almaya geldim." dedi elindeki çantayı göstererek. "Birkaç gün izne ayrılıp evde çalışacaksın yani?" diye soru soran ifademle baktım gözlerine. "Aslında tam olarak öyle değil." dedi. Meraklı gözlerle ona baktım. "Birkaç günlüğüne Almanya'ya gideceğim iş için." dedi. Şaşırmıştım. Hem de fazlasıyla. Daha dün hırpalanan o değil miydi? Ne işiydi bu böyle aradan bir gün geçer geçmez uzun yolculuğa mı çıkılırdı?
Şaşkınlığımı Sina'ya belli etmemek için yüzümü ifadesiz tutmaya çalışarak "Hmm" diye garip bir ses çıkarabildim ancak.
"Yorgun gôrünüyorsun." dedi bendeki bu durum değişikliğini görüp konuyi değiştirmek için. "Yorgunum çünkü." diyerek cevapladım Sina'yı. "Ama sen düne bakılırsa gayet iyisin." deyip devam ettim.
"Ben alışığım böyle şeylere" dedi gülümseyerek. "Kolay toparlarım." Ben de bu dediğine sadece gülümsemekle yetindim.
Sina gerçekten kolay toparlanmıştı. Gözünün altında birazcık morluk vardı ve ellerinde görebildiğim kadarıyla birkaç çizik... Belki karnında veya başka yerlerinde bu morlukların devamı vardı ama beyaz gömleği ve deri ceketi saklamayı başarıyordu vücudunu.
Gözleri gözlerimle buluştuğunda "Ee?" diye sordu.
"E'si ben de tam eve gitmek üzereydim."
"Tamam o zaman ben bırakırım seni."
"Hayır." dedim. Sesim istem dışı olarak yüksek çıkmıştı. "Hiç gerek yok, zahmet olur sana." diyerek yumuşatmaya çalıştım sert çıkışımı.
"İtiraz etmeni istemiyorum. O taraflarda işim var zaten, bana zahmet olmaz." dedi. Ardından bana ilerlememi belirten bir işaret yaptı. Sina'nın emrine uydum ve asansöre doğru gitmeye başladım. Birlikte asansöre bindik, ininceye kadar ikimiz de hiç konuşmamıştık. Asansörün kapıları açılınca Sina gülümseyerek indi asansörden ve hızlı adımlarla ilerledi. Ben de onu takip ediyordum.
İlk önce o bindi arabaya ardından da ben sürücü koltuğunun yanındaki yerimi aldım. Alışmıştım artık bu arabaya, bu koltuğa. İlk önce yavaş sonraki dakika ise yaklaşık iki katı hız yapark sürmeye başladı Sina. Yine konuşmuyorduk. Sina gözlerini ayırmadan yola bakıyor, ben ise arada bir Sina'ya arada bir camdan dışarıya bakarak devam ettiriyordum yolculuğumu. Sessizliğimizi bir şarkı bozdu. Kısık sesle -anladığım kadarıyla Fransızca veya Almanca olan- bir şarkı çalıyordu. Ardından biraz daha açtı şarkının sesini Sina. Sonrasında ise biraz biraz mırıldanmaya başladı. Ona bakıp gülümsedim. Bu haliyle fazlasıyla doğaldı ve çok samimi... Şarkı bitince Sina'nın eli cebine gitti. Tahmin ettiğim gibi sigara paketini çıkardı ve bana verdi pakedi. Açılmamış olduğunu anlayınca hemen pakedi açıp içinden bir tane çıkardım. Bu hareketim Sina'yı güldürmüştü. Çıkardığım sigarayı Sina'nın dudaklarının arasına özenle koydum. Elindeki çakmağı bana uzatınca aniden alıp yakıverdim dudaklarının arasındaki sigarayı. Derin bir nefes aldı her zaman olduğu gibi. Birkaç nefes daha alıp arabadaki küllüğe bastırarak söndürdü izmariti. Şu ana kadar gözümü kırpmadan onu izlemiştim. Sonra utanarak önüme dönüp akan yolu izlemeye çalıştım.
Sina'nın yanlış tarafa gitmesiyle "Sola dönecektin!" diye cırlamam bir oldu. Hafif sesle kahkaha atarak "Biliyordum." dedi. Gözlerimden soru işareti çıkan ifademle ona baktım. "İşimi halledeyim söz götüreceğim seni eve sağ salim." dedi.
Sina'ya güvenmeyecektim bundan sonra ne zaman bir şey dese onun tam tersini yapıyordu. Geçen misafirlik bahanesiyle siyah takım elbiseli adamların arasında bulmuştum kendimi. Şimdi iş diyordu bakalım bunun altından ne çıkacaktı. Sinirli ifademle Sina'ya bakış attıktan sonra kafamı cam kenarına koydum ve gözlerimi kapattım. Bilinmeze doğru yolculuğum devam ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmkansız
Roman d'amourBir bar ortamındaki yakınlaşma onların tüm hayatını değiştirecek. Kim bilebilirdi ki birbirlerinin ruh ikizi olduklarını ? Kim bilebilirdi ki ruh ikizini bulmaktan korkup şans eseri tanışacaklarını ? Kim bilebilirdi ki birbirlerine bağlanacaklarını...