MEHMET
*"Pratik manada ise toplumsal cinsiyet, iktidar, etnisite, inanç ve sınıf temelli toplumsal ayrımcılık ve eşitsizlik örüntüleri ile ilgili farkındalık geliştirme, insan çeşitliliğini önyargısız değerlendirebilme ve toplumsal sorunlara dair duyarlılık geliştirerek bu sorunlarla ilgili çözüm üretebilme yetkinliğinin kazandırılması önemli bulunan hedeflerden bazılarıdır."
Boynumdaki beyaz yaka içinden geçen kravat, konuştukça boğazımı daha fazla sıkmıştı. Bir an öce bu yağlı urgandan ve darağacı hissi veren kürsüden kurtulmam gerekiyordu. Nefes alamıyordum... Başımı çevirip yan tarafa baktığımda Faruk hoca, kürsünün sağ tarafında ve biraz geride duruyordu. Ellerini göğsünde kenetlemiş, burnunun ucuna düşen gözlüğünün üzerinden gururla bana bakıp sırıtıyordu. Kısa bir süre göz göze geldik ve "Aferin bitti işte!" Der gibi başını öne eğdi. Bende başımı eğip ona karşılık verdim. E tabi kaşlarım biraz çatıktı. Hiç hocaya kaş çatık bakılır mı? Hemen sahte bir gülümseme kondurdum yüzüme. Mecburi ve soğuk...
"Neden bu kadar abartıyorsun Mehmet?" Diye başıma üşüşen iç sesimi sinek kovalar gibi öteledim. Abartmıyordum nefret ediyordum ders anlatmaktan.
Okul bittiğinde kurtuldum sanmıştım. Yanılmışım...
Aslında Antropolojiyi sevmediğimden değil bilakis; kendim istemiştim. Fakat okula bağlı kalmak, her gün gidip gelmek, derslere gömülmek bana göre değildi. İlk senenin ilk aylarında anlamıştım olmayacağını... Benim gibi aksi, burnunun dikine giden bir adam, kampüs bahçesinde elinde kitap defterle bir grup arasında oturup güneş altında yayılarak taze otların tadını çıkaramazdı. Çıkarmadım da... Birinci dönemin sonlarına doğru, lise yıllarından kalan ve özlediğim alışkanlıklarıma dönmem uzun sürmedi. Okulu asmaya, dersleri savsaklamaya başlamıştım, şikayetini dile getiren hocalarla bazen ufak bazen de sonu rektörlükte biten çatışmalara girmiştim. Bir tanesi hariç hocaların gözünde işe yaramaz, ukala, baş belası Mehmet'ten başka bir şey değildim. Yalnız ne hikmetse bölümün en başarılı öğrencilerinden biri de bendim. Eğitim öğretim hayatımın değişmez kuralıydı bu.
Canının istediği gibi davran ama başarısız olma.
Nasıl becerdiğimi bende bilmiyordum... Sadece oluyordu işte. Galiba zekiydim, galibası yok evet gayet zekiydim.
Hocalar ve bölüm arkadaşlarım benden pek hoşlanmasa da, Faruk hocam her arkamı topladığında:
"Sende ki potansiyel kimsede yok Mehmet, ayağını denk al ve okulu bitir!" Derdi.
Beni son topladığında, kendimi onun asistanı olarak doktora programının içinde buldum. Ve sona doğru yaklaştım. Umarım bu kez kurtulurum diye ümit ederken, hala yanımda beni izlediğinin farkındaydım. İç sesim vızıldayarak geri döndü "O kadar kolay değil Mehmet!" diye beynimin içinde tur attı. Maalesef haksız sayılmazdı. Beni, babamdan daha çok umursayan bu dost canlısı adam, pençelerini omuzlarıma geçirmişti ve her fırsatta dile getirdiği "Tacımı tahtımı Mehmet'e bırakacağım!" Diye yürekten inandığı bir hayali vardı. Taç giyme töreni yapana kadar da beni iteklemeye devam edecekti.
Son bir aydır derslerinde bana sunum yaptırması da ispatıydı. İyi bildiğim ve her şeyiyle hakim olduğum konular veriyordu, hazırlanmakta zorlanmıyordum. Zor olan koskoca amfinin önünde anlatmaktı. İlk beş altı sırada, uzunlu kısalı çeşit çeşit renk ve şekilden oluşmuş saçlarla karşımda oturan, yanakları yastık görevi üstlenmiş avuç içlerinde duran kızlar vardı. Dirsekleri neredeyse önlerindeki masayı, delecek kadar gömülmüştü. Biraz daha aynı pozisyonda kalsalar ağırlıktan kolları kırılacak gibiydi. Mahmurlaşmış gözlerinden, anlattıklarımın hiç birini dinlemedikleri apaçık okunuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"AL" KİTAP OLDU
HorrorEfsaneler belki gerçektir, belki de değil.. Kadim lanet, paslı bir çapanın ucuyla yeniden gün yüzüne çıktı. O, gece kadar kara kan kadar kızıldı. Çığlıklarla beslenip, nur topu bebeklerin gülücüklerle süslenecek pembe dudaklarını ve anaların yüreğ...