BÖLÜM 8

3.1K 434 215
                                    

    Hocama ne kadar teşekkür etsem azdı, Anadoluyu özlemiştim. Uzun zamandır da şehirler arası yolculuğa çıkmamıştım ayrıca.

     Akşam saat yedi gibi yola çıktım, Sakarya-Ankara arasında sağanak yüzünden hız kesmek zorunda kaldım. Yol boyunca tek başıma olduğum için istediğim gibi takıldım ama Ankara'dan sonra Pozantı ya kadar bastım. 

   Memlekete bahar gelmiş; ağaçların bir kısmı çiçekli, olgunlaşacak meyvelere gebe bir kısmı ise tazecik yapraklarla açık yeşile boyanmış gibi... "Oğlum Mehmet, bir gün içinde gün batımını da doğumunu da gördün çiçekler böcekler falan... Göze hoş gelen bir coğrafyadasın kaldır kaşlarını, yay dudaklarını, birde sigara yak."

  Öğle saatlerine doğru Kozan ilçe sınırına girdim. Merkezde yoğunlaşıp çevrede seyrekleşen yerleşim birimlerinin dağılımlarına göre, gözümle çizerek kabaca haritasını çıkardım. Sıradan bir taşra kenti gibi görünse de hakkını yememek lazımdı. Yurdumuzun C vitamini ihtiyacının neredeyse dörtte ikisini karşılıyordu. Sadece C vitamini değil, alfabedeki bütün vitaminlerin kolaylıkla bulunabildiği bereketli topraklardı buralar.
   İnsanlarının da sıcakkanlı ve tevazu sahibi olduklarından şüphem yoktu. Hazırladığım makalelerim den birinin konusu; geçmişten günümüze, farklı coğrafyalarda yaşamış insanların beslenme şekillerinin karakter üzerine etkileriydi. Et ağırlıklı beslenen toplulukların daha cesur ve atılgan oldukları, topraktan çıkarılanlarla beslenenlerin daha barışçıl ve sakin oldukları gibi bilimsel verilerle harmanlayıp çoğalttığım bir yığın tespit vardı. Sunum bittiğinde, hocalarım şaşkınlıklarını gizlemeyip, ayrı ayrı teşekkür etmişlerdi. İsteyince yapıyordum gerçekten, birde şu tezi yüzümün akıyla hazırlayabilirsem bu iş bitmiş demekti.
   Yolculuk, bir kaç kez mola vermeme rağmen yorucu geçti. İyi ki Ankara yakınlarında sağanak yüzünden verdiğim molada bir saat kestirmiştim, yoksa uyuklayan trafik canavarına dönüşmem kaçınılmaz olurdu. Uykumu alıp dinlenmiştim. Camı açtım ve bir sigara daha yaktım. Yavaş yavaş toparlanan bulutlar havayı kapatsa da aşırı soğuk değildi. Sigarayı tutan sol elimle kül dökmemeye dikkat ederek direksiyona dostça vurdum "seninle yolculuk inanılmazdı" dedim. İyi bir şoför olabilirdim ama Range Roverımda teşekkürü hak ediyordu.     Babamda...
   Babamla aramız, çocukluk dönemi bitiminde açılmaya baslamıştı. Klasik baba ergen çatışmasına onun otoriter davranışları, benim de inadım eklenince ne kadar gayret edersek edelim açığı kapatamadık. Marka olma yolunda ilerlettiği fabrikası ve ayçiçeği tarlaları neredeyse hayatının tamamıydı. Arta kalan kısım da ise annem ve ben... Annem de ondan farksız sayılmazdı. Hayır kurumları, dernek ve vakıf toplantıları derken bize pek hayrı dokunamadı. İkisi de yıllardır aynı sıkıcı hayatlarından ödün vermeden yaşayıp gidiyorlardı. Üniversiteyi kazanıp İstanbul'a yerleşmek benim için büyük bir nimet oldu. Okulu bitirmek için babamdan aldığım desteği de yadsımamam gerekirdi aslında. Maddi desteği tartışılmazdı bir de "ben biliyorum, bu çocuktan adam olmayacağı belliydi..." diye başlayan cümleleri ile saldırma ihtimali sayesinde direndim. Her sene yazın gidip, bir haftayı zor geçirirdim ve ayda bir standart telefon konuşmalarımız olurdu şimdi o da yok diyebilirim. Önce annem arardı "Mehmet oğlum... Falan filan... Paran var mı?" Ve dramatik birkaç söz sonra da babam "Mehmet, hesabına yatırdım, ihtiyacın olursa ara" ilgisizce "nasılsın vs... vs..." bu kadardı. Sanki bir insanın tek ihtiyacı paraymış gibi, neyse...

  Zaman geçtikçe belki Faruk hocama göre hala adam olamamıştım, ama babamın kafasında bir şekle giriyordum. Nereden mi anladım?

  Geçen sene yazın arayıp "oğlum, gelmeyecek misin? Annen de özledi yüzünü görmek isteriz" demişti. Emir büyük yerden olunca, izne ayrılıp soluğu Tekirdağ'da aldım. Dönmeden bir gün önceydi, akşam yemekten sonra elime anahtarları tutuşturdu ve annemin koluna girerek bizi bahçeye çıkardı. Elimdeki anahtarların gece mavisi Range Rover ı açtığını anlayınca ağzım kulaklarıma vardı ve itiraz edemedim. "Koskoca Suat Çeliker'in oğlu külüstürle geziyor dedirtmem" diyerek Broadway ime küçümseyerek bakınca sinirlendim. Çocukken de pahalı hediyeler alırdı alışkındım ama bu sefer, bana değilde kendine almış gibi hissettirmesine kızarak dik dik baktım. Annemin taşkınlık çıkmaması için yalvaran gözleri sayesinde kendimi frenledim. Sözlerinden utanarak "seni daha iyi yerlerde görmek isterim, güle güle kullan..." demişti.

"AL" KİTAP OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin