BÖLÜM 13

2.6K 415 145
                                    

    Menderes, her gün olduğu gibi Pazar günüde erkenden kalkmıştı. Hanımıyla birlikte, iş giysilerini giyip bahçeye çıktılar. Köy meydanının doğusunda bulunan en son evde yaşıyorlardı. Daha doğrusu evlerde.

    Her türlü haşeratın kemirerek bitiremediği eski tahtaların arasından geçen paslı tel örgü ile çerçevelendirilmişti bahçeleri. İçeride; ikisi, aralarında on metre mesafe ile yan yana, diğeri de bir üçgenin tepe noktası gibi ortada inşaa edilmiş üç küçük daireleri vardı. Uçtaki dairede  Menderes, hanımı, babası ve bekar oğulları Erol ve Şenol birlikte yaşıyorlardı. Diğer ikisinde ise evli olan Yasin ve Yakup...

    Büyük oğullar, Adana'da inşaat şantiyesinde çalıştıkları için evlerine sadece hafta sonları gelebiliyorlardı. Şenol, lise son sınıftaydı ve üniversiteye hazırlanıyordu. Erol okumamış, babası ile çiftçilik yapıyordu. 

     Birbirinden tatlı üç tane torunu vardı. Menderes kapı eşiğinde ellerini beline koyup, oğullarının yaşadığı sıvasız briket duvarlı evlere dalıp gitti. "Bu kışı atlattık, yaza duvarlara kaba da olsa sıva çekmek icap eder" diye umutsuzca düşündü. Hanımı Döndü, yazmasını ağzına burnuna sarıp ahıra doğru giderken Menderes'te Onu, sessizce takip etti.

   Hiç konuşmadan seslerle ve bakışlarla iletişim kurarak ahırı temizlediler. Menderes ineğin önüne yem ve su koyarken Döndü süt sağdı. Ahırda işleri bitince, tavukları da yemleyip, eski taş yapı evlerine geçtiler.

   İş giysilerini çıkardıktan sonra Döndü oyalanmadan mutfağa gitti. Menderes bir kaç odunla sobayı tutuşturdu. Çoktan uyanmış olan babası, sedirin üzerindeki yatağının içinde oturmuş, esneyerek mırıl mırıl tespih çekiyordu.

    Soba, içerideki serin havayı ısıtmıştı. Döndü elinde sini ile salona girdi. Peynir, zeytin, tereyağı ve ekmekten ibaret kahvaltılıkların olduğu siniyi yer sofrasına bıraktı. Çay getirmek üzere bir kez daha mutfağa gitti. Erol ve Şenol hala uyuyordu. Pazar günü olduğundan Onları uyandırmadan  üçü birlikte sofraya oturdular.

   Menderes ağzına attığı her lokmada, tek kaşını kaldırarak, titreyen eliyle yemek yemeye çalışan babasına bakıyordu.

  Dün akşam cereyan eden tartışma bardağı taşıran son damla olmuştu. Tek ve değişmez tartışma konuları belliydi. Menderes akıl sır erdiremiyordu. En son  geçen hafta lafı açtığında, çocukluğundan bu yana bir fiske yemediği babasından, bastonla dayak yemişti. Kaşını kaldırırken, alnında kabuklanmış ve iyileşmeye yüz tutmuş yarasında karıncalanma hissetti.

   Babasının, gençliğinden beri ne ekip biçtirdiği ne de sattırdığı, kısırlığa terk edilmiş bir tarlası vardı. Bunca sene saygısından, ağzını açıp tek kelime etmemişti. Ancak çoluk çocuk, torun torba derken, diğer tarlalardan ellerine geçen gelir, artık ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. 

Geçen hafta "Baba, satalım şu tarlayı. Bak yetiştiremiyorum hem Erol'u da baş göz etmenin zamanı geldi de geçiyor." Demişti. Sonunda epey atıştıktan sonra, bastonu kafasına yemişti.

   Kahvede arkadaşlarına ne zaman tarla bahsini açsa hep aynı şeyleri duyuyordu "Baban gömü saklıyor orada..." artık inanmaya başlamış ve dar günlerine hızır gibi yetişecek gömünün hayalinden başka bir şey düşünemez olmuştu.

   Akşam yemeğinde, oğullarının da desteğini alarak bir kez daha babasının karşısına dikilip gömüden bahsetmişti. Fakat Hamit, Nuh diyor peygamber demiyordu. Yemekten sonra herkes evine dağılınca Hamit, gözünü karartıp Menderes'e:

  "O tarlaya adımını atarsan seni öldürürüm!" demişti.

  Menderes'in beyni almıyordu. Nasıl bir tarla için inatlaşıp oğlunu ölümle tehdit edebilir diye...

   Sofrada ağız şapırtılarından başka hiç ses yoktu. Döndü, Menderes'in babasına öfkeyle baktığını fark ettiğinde cıklayarak başını salladı. O, kocası gibi düşünmüyordu "Azıcık aşım, ağrısız başım" felsefesinde yola devam etmenin derdindeydi. Merhametle başını kaldırıp, kayın babasının titrek ellerle ekmeğini bölüşünü seyretti.

  Gelin geldiği günden beri ne Ondan ne de rahmetli kaynanasından, kötü söz işitmemiş kem bakış görmemişti. Yaşlı adamın haritayı andıran çizgilerle kırışmış yüzüne baktı, çizgilerin derin yarıklarında saklanan acı ve kederi gördü. Kocasına her zaman "Vermiyorsa bir sebebi vardır, gitme üstüne..." derdi. Menderes, Döndü'den bunları duyunca hayal kırıklığı ve öfkeyle tersler "Ne yapacak? Mezarına mı götürecek" derdi.

   Aslında O'da sever sayardı babasını.

  Menderes kararını vermişti. Sofradan sessizce kalktı ve süratle ahıra gitti, kazmayı küreği alıp yola revan oldu.

  Ardından bakakalan Hamit, anlamıştı. Başından aşağı kaynar su dökülmüş gibi feryat ederek ayağa kalktı. Döndü onu sakinleştirip oturttu. Sesini çıkarmadan oturan ihtiyarın, ikna olduğunu düşünüp sofrayı topladı ve mutfağa geçti.

   Gece yatmadan evvel Menderes "Yarın bu iş bitecek! Sen babama göz kulak ol ve sakın oğlanlara bir şey deme!" diye yemin ettirmişti.

   Döndü 'nün dalgınlığını fırsat bilen Hamit, çok vakit geçmeden kabanını üzerine geçirdi ve duvarda asılı eski tüfeği, kabanına saklayıp nefes nefese Menderes'in peşine düştü.

    Kadın salona geldiğinde, on beş dakika anca geçmişti. Arkasından yetişmek için yeltendiğinde, komşuları İsmail'in oğlu ve damadının kolunda kayın babasını görünce rahatladı. Fakat Hamit hiç iyi görünmüyordu. Nefes almakta zorlanıyor, zangır zangır titriyordu. Hırıltılı sesiyle aynı kelimeleri, yutarak tekrar edip duruyordu:

  "Öldürece... Onu! Mender...s öldür...."

"AL" KİTAP OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin