Bu O kızdı. Artık, turkuaz renk montu nerede görsem arkasında bir felaket sürüklediğinden emindim.
Fakat neden burada?
Neden bende buradayım?
Neden başka bir köy değilde burası?
Oteldeki rahatlığı, sırf bir daha karşılaşmamak için teptim. Oysa yine karşıma çıktı üstelik, peşinde avcı bir dede ile... Ona ne ile çarptı acaba? Bu dedenin gözü dönmüş, keklik gibi avlayacak kızı... İnsan bir dönüp arkasına bakar değil mi? Marketteki hali geldi gözümün önüne. Yüzünde hiç makyaj ve kozmetik olmamasına rağmen ne kadar güzel ve saftı. Umurumda mıydı? Hayır!
Heyecanla yaktığım sigaranın yarısına gelmiştim. Dede gittikçe yaklaşmıştı, arabamla arasında beş metre kalmıştı. Kız ile yaklaşık kırk beş.
İhtiyar namluyu yüzüne doğru kaldırıp indirirken, mesafe hesabı yapıyordu. Sakar kız da, önünden çarpan rüzgarın etkisiyle uzun kahverengi ve dalgalı saçlarını savurarak, keklik gibi sekiyordu adeta. Aşağı sarkmış elinde, saman kağıda sarılmış bir ekmeği tutuyordu. Ne kadar dramatik...
Kız aniden yere düşer, turkuaz montunun arkası kıpkırmızı kanla ıslanırken, bir ekmek ...
"Tamam... Oğlum Mehmet, sinema izlemiyorsun! Derhal kalk ve müdahale et!"
Neticede her ne olduysa, genç bir kızın can kaybına ve bir ihtiyarın elini kana bulamasına değmezdi. Hızla arabadan inip yarım sigarayı yere fırlattım, dedenin dikkatini çekmemek için arabanın arkasından dolaşıp, sağımdaki yola sapıp kenarda sıralı ağaçlara gizlenerek kıza doğru ilerledim. Adrenalin seviyem tavan yapmıştı herhalde. Kahramanlık yapayım derken, kendi canımdan olma korkusu bedenimi kuşattı.
Değer miydi? Elbette...
Nihayet kıza yaklaştım ve arkasından sessizce yanaşıp belinden tutarak kenara sürükledim. Ne olduğunu anlamamış ve korkuyla tiz bir çığlık atmıştı. En yakındaki ağacın arkasına çekip önüne geçtim. İşaret parmağımı dudağıma götürüp sakinleşmesini sağladım. Beni gördüğü anda yaşadığı şaşkınlıkla gözleri kocaman açıldı. Çikolata kahvesi gözlerinde yüzlerce soru işareti... Zaten beyaz olan teni dedeyi gösterdiğimde kireç gibi olmuştu.
Dede bizi umursamadan yoluna devam ederken, kız da aynı istikamete baktı. Sanırım hedef kız değildi. İleride, elinde kazma ve kürekle yürüyen adamdı. Adam oldukça uzaktaydı. Dedenin, paslı tüfekle ve titreyen elleriyle zaten Onu bu mesafeden vurması da imkansızdı.
Adam gözden kaybolurken kız tanırmış gibi, düşünceli düşünceli bir adama bir dedeye bakmaya devam etti. "Menderes" diye bir isim fısıldadı.
Sonra siyah şalvarlı iki köylü, dedeyi yatıştırıp elindeki tüfeği aldı. Dedenin kollarına girip geldiği yöne dönerek uzaklaştılar.
Faruk hocamın yüzünü görür gibi oldum. Çakır gözleriyle gözlüğünün üzerinden bana bakıp manidar bir şekilde sırıtıyordu. "Hocam Allah aşkına nereye düşürdün beni? Köy değil Texas sanki..."
Kız, elinde tuttuğu ekmeği sıkı sıkı göğsüne bastırmış derin nefesler alıp veriyordu. Elmacık kemiklerinin üzeri pembeleşmiş, yüzünün rengi normale dönmüştü.
"Senin ne işin var burada?" dedim. Sesinde ki titremeye engel olamayarak "burada yaşıyorum, asıl sen" diye sordu kızgınca.
Ne diyeceğimi bilemiyordum fakat altta kalacak niyetim de yoktu, sorusunu geçiştirdim ve "bir daha karşılaşmayalım demiştim..." Üstüne basa basa heceleyerek, bu kez O beni azarladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"AL" KİTAP OLDU
HorrorEfsaneler belki gerçektir, belki de değil.. Kadim lanet, paslı bir çapanın ucuyla yeniden gün yüzüne çıktı. O, gece kadar kara kan kadar kızıldı. Çığlıklarla beslenip, nur topu bebeklerin gülücüklerle süslenecek pembe dudaklarını ve anaların yüreğ...