BÖLÜM 9

2.9K 433 204
                                    

    Neslihan'a "meşgulüm" dediğim halde bu kaçıncı arayışıydı. Ayrıca Ona kızgındım. Ben birlikte vakit geçireceğimizi zannederken, Volkan'ın ne işi vardı yanımızda? Hay Allah! Telefon nerede şimdi? Elim doluyken çantayı karıştırmak ne kadar zordu. Keşke bir alışveriş arabası alsaydım. Volkan'ın çenesi gibi kapanmak bilmeyen telefonu daha kolay sustururdum. Bir elimle kavanozu tutup, bir elimle çantayı karıştırırken hızlıca reyonun köşesinden döndüm. Ve olan oldu... Şarküteri bölümünden kasaya kadar reyonlar arasında paralel uzanan, baş parmağım kalınlığındaki kabloya ayağım takıldı. Tökezledim. Dengemi sağlayamayınca, içeceklere bakan adamın omzuna çarptım. Yere kapaklanacağım sırada, çarpışma yeniden doğrulmamı kolaylaştırdı fakat elimde tuttuğum kavanozun kayıp düşmesini engelleyemedi. Farklı istikamete dönük olduğumuz adamla yan yana duruyorduk. Ellerimi başıma götürüp şaşkınlık içinde sadece izleyebildim.

     Ve müthiş bir gürültü...!

    Kaygan kalebodur üzerine, parçalara ayrılmış kavanozun camı ve içindekiler etrafa saçıldı. Adamın, benimkine benzeyen taba rengi botları ve koyu mavi kot pantolonunun paçaları ıslanmıştı. Ayrıca ıslak botlarının üzerinde; yeşil yeşil bezelyeler, küçücük doğranmış patates ve havuçlar serpilmişti. Başım öne eğik utançtan yerin dibine girmeye çalışırken, pantolon paçasının bir kıvrımına yapışıp saklanan bezelyeyi görünce, gülmemek için elimi ağzıma kapattım. Bir gün içerisinde  hiç bu kadar sakarlaştığımı hatırlamıyordum. Sebebi belliydi. Bütün bunlar Neslihan yüzünden olmuştu. Tamam... Volkan da kötü çocuk değildi; yarım asırlık esprileri ve bazen anlamsız, donuk bakışlarını saymazsak.

     Onlar sağlık ocağını da içine alan bahçede, küçük kutuları andıran lojmanlarda kalıyorlardı. Sabah Neslihan'ı dışarıda görünce "ben de Kozan'a gidiyorum, hadi birlikte gidelim. Size yemek ısmarlarım" demiş. Her neyse yemekten sonra ayrılacaktı zaten, bu kadar gerilmeye gerek yoktu. Hem adamın üstünü başını mahvettim ve hala özür dilemedim. Bir şeyler söylemek üzere başımı kaldırdığımda: 

   Hayır! Hayır! Hayır! 

   Bu bankamatikte çarptığım kişiydi. Daha yarım saat bile geçmemişken, ikinci kaza! Allah'ım kabusta mıyım ben yoksa?

    Boyum uzun olmasına rağmen, aramızda yaklaşık on beşe santime yakın fark vardı ve bu yüzden başımı geri atıp yukarı bakmak zorunda kaldım. Saçlarıyla aynı renk açık kahverengi gözleri ateş saçar gibiydi. Düzgün kesilmiş saçlarının, şakakları ve tepesi ensesine göre daha uzundu. Yağmurdan ıslanmış, tarak dişleri gibi görünen alnındaki tutamlar çatılmış kaşlarının üzerine dökülmüştü. Sağ gözü seğiriyordu. Ona baktığımı görünce hafif sakallı yüzünü, biçimli dudakları düz bir çizgi haline gelene kadar sıktı.

   Bankanın önünde bir kaç kez özür dilediğim halde hiç aldırış etmemişti. Çok kaba, saygısız ve itici olduğunu düşünmüştüm. Saygısız ve kaba olmaya devam edeceğinden kesinlikle emindim. Gözlerinden rahatlıkla okunuyordu. Ancak itici değildi. Tam tersine değişik havası ve çekiciliği vardı. Hollywood filmlerindeki aktörleri andırıyordu. Ellerini göğsünde buluşturdu, sağ ayağının ucuyla oldukça ritmik ve agresifçe yere vuruyordu. Önce üzerime giydiğim turkuaz rengi montuma baktı, sonra yüzüme... Utançtan kulaklarıma kadar kızardım. Yüzündeki ifade değişmese de düşüncelerinin  tam bir kaos içinde olduğunu anlayabiliyordum.

  Hemen çantamın içindeki kağıt mendil paketini çıkarıp, aceleyle ellerine uzattım. 

    "Bey efendi özür dilerim... Kazayla oldu" dedim. Mendilleri aldıktan sonra yere çömelip, iri cam parçalarını toplamaya başladım. Bir taraftan da kısık sesle özür dilemeye devam ettim. O ise dik duruşunu hiç bozmadan sonunda konuştu.

    "Sizin dengede durmakla ilgili bir sorununuz mu var?" 

     Sorduğu soru beni aşağılamak için olsa bile ses tonu ve diksiyonu son derece etkileyiciydi. Fakat ses tonu sinir kat sayısı ile doğru orantılı artınca, utanç ve üzüntümü taşıyamadım. Cevabı suratına yapıştıramıyordum bir türlü. Sanki dilimle beynim arasındaki veri alışverişi kesilmiş gibiydi.

   "Yeter ama artık! Şu halime bakın" dedi.

   Büyük ve keskin bir cam parçasını diğerlerinin yanına sürüklerken, bezelye hala oradaydı.

  "Şimdi bir de elinizi keseceksiniz bırakın onu" dedi kibirle gözlerini kısarak. Boynumu sağa doğru kıvırarak saçlarımı arkaya attım, yerimden kalkmadım ama başımı dikleştirdim. Sol gözümü kısıp, yanağımın içini ısırarak sinirle ona baktım, içimden "nezaketten zerre kadar nasiplenmemiş kaba şey" diye geçirdim. Etrafa bakındı ve marketin içine doğru yüksek sesle bağırdı. Ses tonu hakkında fikrim hiç değişmedi.

   "Pardon! Buraya bir görevli baksın hemen" diye emretti. Bir an marketin sahibimi acaba diye düşündüm ama değildi sanırım. Reyonun sağından ve solundan fırlayan iki kız yanımızda bitti. İkisininde üzerinde; kırmızı beyaz t-shirt, lacivert pantolon ve lacivert hırka vardı. Biri diğerine göre daha zayıfça ve esmerdi. Yanağının kulaklarına yakın kısımları koyu renk tüylerle kaplıydı. Gevşek bir tokayla ensesinden bağladığı kalın telli siyah saçları göğsünün üzerine düşmüştü. Bana bakarken güçlükle bastırmaya çalıştığı nefreti sesine yansıtmamaya çalıştı.

  "Siz bırakın lütfen..."

  Sonra arkadaşına döndü ve neye bakıp donduğunu anladığı zaman, O'na eşlik etti. İkisinin gözleri de parıldayarak kaba adama çivilenmişti.

   Tıpkı Japon çizgi filmlerinde; gözleri sevinçten kocaman açılarak yüzünün yarısın kaplayan, içerisinde yıldızlar oluşup, kafalarının arkasın da da iki damla şekli beliren üçüncü sınıf çizgi karakterler gibiydiler. Bizim ki durumu fark etti ve iki kaşının arasında V harfi oluşana kadar yüzünü buruşturdu.

   "Acele edebilir misiniz? Üzerine basmak istemiyorum" dedi yine patron edasıyla. Kızlardan biri gülümseyerek fırladı, temizlik kovasıyla geri döndü ve alelacele süpürüp paspasladıktan sonra uzaklaştılar. Bir kez daha özürlerimi sunduğumda hiç önemsemedi.

  "Buradan çıkınca ne tarafa gideceksiniz?" diye sorduğunda kan beynime sıçradı. "Manyak mıdır nedir" dedim içimden. Ona ne ne tarafa gideceksem. Asılan bir erkeğe hiç tahammülüm yoktu.

  "Bir daha karşılaşmamak için aynı yöne gitmek istemiyorum. Sonrakinin daha fena olma ihtimali yüksek gibi..."

  Ben askıntı olacağını düşünürken yine aşağılanmak... Bu iğrençti... Bu zalimceydi... Bu bu çok kötüydü... Ve garipti. Bana asılmamıştı. Saçma sapan bir sevinç dalgası içimi sararken, neredeyse asılmadığı için teşekkür edecektim.

   Hiç bir şey söylemeden arkamı döndüm ve kasaya gelip, kırdığım garnitürün parasını ödeyerek hızla marketten çıktım. Neslihan ve Volkan la buluşacağımız lokantaya geldim. Onlar meraktan çatlarken, sakince Neslihan'ın karşısına geçip oturdum. Volkan da Onun yanındaydı. Endişelerini gidermek için bazı bölümleri silerek, markette bir kaza yaşadığımı anlattım. 

"AL" KİTAP OLDUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin