Bir zamanlar ailesiyle yaşayan küçücük bir kız çocuğu vardı. Babası her gece yatmadan önce ona masallar anlatır, annesi ise ılık sütünü çabuk büyümek istiyorsa içmesi gerektiğini söylerdi. Öyle gecelerden birinde dış kapı büyük bir hiddetle çalındı. Baba kapıyı açmaya gittiğinde anneyle küçük kızı tartışma sesleri duydu. Bunun üzerine anne de içeri gitti ve bir daha da geri dönmedi. Küçük kız korkuyla çarpan kalp atışları eşliğinde odadan çıktığında annesiyle babasını kanlar içinde yerde yatarken buldu. Mutlu aile tablosu böylece bozulmuştu. Olay yerine polisler geldiğinde, cesetlerin başında duran simsiyah gölgeyi sadece bu küçük kız görüyordu.
Yeşil kapı, Abel'in her zaman yaptığı gibi kendiliğinden açılmadı. Önce birkaç vuruş sesi duyuldu. Ardından her sıradan insanın yaptığı gibi Abel kapıyı açmaya gitti. İçeri giren adam tıpkı Abel'i ilk gördüğüm günkü haline benziyordu. Simsiyah uzun pelerinin kapüşonu adamın yüzünü gizliyordu. Anlaşılan bu insanlar -ya da her neyseler- kimliklerini belli etmekten pek hoşlanmıyorlardı. Hal böyle olunca bana da meraktan çıldırmak kalıyordu.
"Hoşgeldiniz efendim."
İlk gördüğüm andan beri dimdik duran, en son anda yüzünü gösterme lütfunda bulunan sert,asil Abel içeri giren bu esrarengiz adam karşısında el pençe divan duruyordu. Başını saygıyla öne eğmişti. Pürüzsüz yüzünde korkak bir ifade vardı ki bu hiçte hayra alamet değildi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sadece pencerenin kenarında durmuş, öylece onları izliyordum. Birden gelen adamın vücudu bana döndü ve sanki Abel'i duymamış gibi yanından geçerek bana doğru yürüdü. Buraya geldiğimden beri ilk kez korkuyu hissediyordum.
"Alina."
Öyle gür,öyle tok bir sesi vardı ki korkum biraz daha harmanlanmıştı. Cevap veremedim. Sadece yere bakıyordum. Pelerinin altından uzattığı buz gibi ellerini çenemin altında birleştirdi.
"Yüzüme bak."
Tehditkar ve alaycı. Gittikçe dizlerimin bağı çözülüyordu. Nerdesin Erim? Şu anda yanımda olmasını,elimi tutup beni sakinleştirmesini o kadar çok isterdim ki! İsteksizce başımı kaldırdım. Kocaman siyah bir perde gibi kapatıyordu yüzünü kapüşon.
"Şimdi ellerini belime dola. Sakın gözlerini kapatma. Sadece sıkı tutun ve bana güven."
İtaatkar bir köle gibi dediğini yaptım fakat gözlerimi neden açık tutmam gerektiğini anlayamamıştım. Çok geçmeden cevabını aldım elbette. Adamın kolları beni sımsıkı kavradığında etrafımızda bir hareketlilik oluşmaya başladı. Önce minik bir esinti yerini koca bir hortuma bıraktı ve biz şu anda o hortumun içindeydik. Bizim dışımızdaki her şey dönüyordu. Bense gözlerim açık bir şekilde hala onun yüzüne bakıyordum. Mide bulantısı eşliğinde durduğumuzda, adamın elleri hala belimdeydi. Kendimi geri çekip ilerlemeye başladım. Nereye gelmiştik böyle? Dünya'nın hiçbir yerinde bu kadar çok güllere sahip bahçe olamazdı. Yaz yeni geliyor gibiydi. Henüz üzerine basılmamış çimenler kuru ve yemyeşildi. Ağaçların kiracısı kuşlar büyük bir neşeyle ötüşüyorlardı.
"Burası neresi?"
Adam sorumun cevabını vermeden elimden tuttu. Beni götürmesine izin verdim çünkü buradaki güzellikleri keşfetmek istiyordum. Yürüdük,yürüdük... En sonunda büyük bir bahçe kapısından geçerek, iki yanı çiçeklerden yapılmış bir koridora girdik. Koridorun sonunda birbiri ardına sıralanan merdivenler, üzerinde harikülade bir evi taşıyordu. Hep hayalini kurduğum gibiydi. Ve buranın rüyamda bana yemek hazırlayan genç adamı gördüğüm ev olduğundan adım gibi emindim. İlerledik. Merdivenleri çıktıktan sonra adam,küçük bir el hareketiyle kapıyı açtı. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilmiyordum. İçeri girdik.
Önce ferah bir giriş karşıladı bizi. Sonra kocaman bir salona girdik. İçerideki televizyon, çeşitli bilgisayarlar, koltuklar ve diğer bütün eşyalarda modern dokunuşlar vardı. Üstelik günümüz teknolojilerini burda görmek şaşkınlığımı bir kat daha arttırmıştı. Farklı bir boyuttayız sanıyordum. Yere kadar uzanan bahçe kapısı bembeyaz perdelerle çevrilmişti. Ve kapının ardındaki bahçede,yeşil çimenlerin üzerine özenle yerleştirilmiş sandalyeler görünüyordu. Salondan gözüken mutfak yine kusursuzdu. Alt kattaki turumuzu bitirdikten sonra el ele üst kata çıktık. Burası da bembeyaz eşyalardan oluşan modern tarzlara ev sahipliği yapıyordu ve birçok oda vardı. Ama O beni bir tanesine götürdü. Kapıyı ardına kadar açtı ve beklemediğim bir manevrayla tek hamlede beni kucağına alarak içeri girdik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH VE KADER
FantasíaBembeyaz elbiseler içinde mutluluktan uçuyorum. Kalbim bir kelebeğin kanatları gibi sanki. Tanıdık bu sonsuz yeşil vadi her zamanki gibiydi. Sıcak ve huzurlu. Fakat bir değişiklik vardı. Bu kez parlak çimenler bembeyaz bir masayı misafir ediyordu ü...