4. BÖLÜM "Aşkın Katli"

595 78 104
                                    

Medya'da kimin olduğunu tahmin ediyorsunuzdur. *sırıtır* Size bölümden önce söylemek istediğim tek bir şey var. O da, bu bölümü, yanınıza bir fincan kahve alıp, damağınızda kalan o acı tat eşliğinde okumanız.

Sayın üşenen okuyucularım, sizleri de görmek çok güç değil. Ancak ben tavsiyemi yaptım, deneyip denememek sizde, hadi bakalım, son kısımlar pek içime sinmese de, herkese keyifli okumalar dilerim!

"Yaşadığımız hayat, bir tiyatro sahnesinden ibaretti. Rolümüzü oynayıp çekiliyorduk sahneden. Ne yönetmenler engel olabiliyordu çekip gitmemize, ne de bir hiçmiş gibi geride bıraktıklarımız."

Maria Perez, iki gün sonra.

Karamsarlık ve kirli hissiyatlarla dolu bir zihinde, önceden, ince ince işlenmiş bir tuzak misali düşlenen hayaller, ve mutluluğu süre getiren o umutlar gün geçtikçe çoğalmakta, aynı zihnin derinlerinde yaşamakta olan, eski ancak kıymetli bir aşkı zaman zaman yerle yeksan etmekteydi. Kalbin kabul etmek istemediğine mantık sahip oluyor, ancak daha fazlasına; kuvvetli bir aşkın katline zinhar teşebbüs edemiyordu. Lakin aynı aşkın acısı hem kalpte, hem de mantıkta hüküm sürmeye devam edebiliyordu.

Bu nasıl bir adalet, diye söylendi durdu. Nefes alıp vermekten bile aciz olan bir adam hiçbir şey hissedemezken, geride bıraktığı bir avuç kalp, kendisiyle buluşana dek harcanıp gidiyordu. Canlıların adalet diye tanımladıkları şey, dünyadaki mal mülkten ibaretti belki de.

Gecenin serin ve huzurlu saatleri, telaşlı bir hanımefendi gibi ilerliyordu adeta. Daha birkaç dakika evvel mürekkebinin kağıtta oluk oluk lekeler bıraktığı kalemini ince ve uzun parmakları arasına alırken, şimdi saatin gece yarısını geçiyor, Maria'ya düşlediği kelimeleri gözlerinin önüne sermesi gerektiğini hatırlatıyordu. Diğer günlerin aksine bu gece Joseph'le birlikle kiraladıkları evde kalmamış, genç adamın tüm ısrarlarına rağmen birkaç gün ailesinin yanında kalmak istediğini söyleyip durmuştu ancak Joseph, onun bu tavrına karşılık ne kızmış, ne küsmüş, ne de aklına kötü bir düşünce yerleştirmişti, zira Maria'yı olması gerektiğinden daha fazla tanıyor, yalnız kalmak istediğini düşünerek daha fazla üzerine düşmüyordu.

Fakat Joseph Allen bu kez fazlasıyla yanlış düşünceler içerisindeydi. Çünkü Maria Perez bu geceyi ne kendine, ne ona, ne de ailesine ayıracaktı. Bu, küçük pencereden sıyrılan inatçı bir rüzgarın odasını doldurarak yavaşça saçlarından süzüldüğü yegane saatleri ruhunun eski sahibine, Henry'ye adayacaktı ancak bundan Joseph'in haberi olursa neler olabileceğini tahmin dahi etmek istemiyordu. Çünkü o da biliyordu ki, her insanın bir sınırı vardı ve Joseph, onun yanında kalıp, her halükarda kendisine destek olarak sınırlarını büyük ölçüde zorluyordu.

Harfleri birleştirmek onun için kolaydı. Cümleleri de öyle. Ancak ruhundan koparıp beslediği ve hemen ardından bir aracıyla önündeki loş ışığın aydınlattığı kağıda döktürdüğü o cümleleri bir araya getirmek onun için nefes alıp vermek kadar zordu. Evet, Maria için nefes almak bir mücadeleydi artık. Ve bu mücadeleyi kazanabilmek için kabul etse de, etmese de birine ihtiyaç duyacaktı.

Göz altlarında biriken ağırlık, asi rüzgarın yüzüne çarpmasıyla bir kelebek kanadı gibi hızla açılıp kapanan göz kapaklarını daha da tetikliyor, onu iflah olmaz bir uykunun derin mecralarına sürüklemeye çalışıyordu. Rüzgardan ne kadar rahatsız olursa olsun bir kez dahi kalkıp pencereyi kapatmayı düşünmemişti Maria, zira bu uykunun kol gezdiği saatlerde onu dimdik ayakta tutabilecek tek şey, sert ve merhametsiz bir esintiden başkası değildi.

Küçük başını, narin ancak korkak bakışları eşliğinde geriye çevirdi ve kendisi için ailesi tarafından hazırlanan odasına baktı. Köşkün alt ve üst katındaki ışıklar tamamen kapalıydı ve bulunduğu ortamı aydınlatan tek şey, karşısında duran masanın önündeki büyük fenerdi. Odanın sol tarafında küçük fakat alımlı bir yatak duruyordu ve üzerinde ise Maria'nın beş yahut altılı yaşlarından kalma birkaç oyuncağı göze batıyordu. Genç kadın, yatağın üzerinde öylece ona bakan, masasındaki fenerin ışığının yettiğince renklerinin belli olduğu birkaç oyuncak deniz kızını görünce dişlerini birbirine bastırdı. Bunlar ona büyükbabasının hediyesiydi ve onların yeri kesinlikle basit bir yatağın üstü olamazdı. Hem Maria onları başka bir yere saklamıştı. Şimdi küçük deniz kızları yatağın üzerinden onu izliyorsa bu, oyuncaklara başkalarının da dokunduğunun göstergesiydi. Bu... İşte bu Maria'yı delirtmişti. Paylaşmayı sevmediği şeylere başkalarının dokunması, onu öfkenin katılığıyla bezenmiş, uçsuz bucaksız bir boşluğa fırlatıp atıvermişti sanki. Paylaşmak ona göre değildi ve bu saatten sonra elinde tuttuğu hiçbir şeye başkalarının dokunmasına izin vermeyecekti.

ÖLÜME KURULU SAATLER (Gerçeğin Masalı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin