Sanki ellerimi uzattığım da mutluluğu değil de yok oluşumu tutuyordum. Neden her geçen gün işler daha da çok karışıyordu ? Neden her gün biraz daha bedenim uçuruma yaklaşıyordu ? Bu sadece basit bir migren hastalığı değildi hissediyordum ama bu hastalığa bir isim veremiyordum .
Dün gece babamın evine geldiğim de korumalara taksinin ücretini ödemeleri söyleyip villanın kapısına doğru ilerliyordum ki bir yağmur damlasının gökyüzünün eşsiz güzelliğinden yerin soğuk zeminine düşmesi gibi ben de yere yığılmıştım.
Gözlerimi açtığım da bir hastane odasın da kolum da serum başım da babam ve doktoru görmüştüm. Bana ne olduğunu sormak istesem bile bunu soracak gücü dahi kendimde bulamamış tekrar gözlerimi kapatmıştım.
Bilincim tam olarak sabah saatlerin de yerine geldiğinde bu sefer hastane de değil de babamın evindeki odamdaydım. Şimdiyse babamın karşımda bana dün gece neler olduğunu anlatmasını dinliyordum.
'' Dedim ya kızım yağmurun altın da fazla kaldığın için ateşin çıkmış '' derken gözlerini benden kaçırıyordu. Bu gerçekçi bir neden olabilirdi ama bu kadar basit bir şey olduğuna inanmıyordum.
'' Baba Amerika'da hastalığım için tam olarak ne dediler ? '' diye sorduğum da babamın bu aniden gelen sorum karşısında ki şaşkınlığını anlayabiliyordum.
'' Migren Kavin sadece migren ! '' diye bağırınca zaten yıpranmış olan sinirlerim artık daha fazla bu konuyu uzatmamam konusun da bana psikolojik baskı yapmaya başlamıştı.
'' Bana yalan söylemeyeceğini biliyorum baba '' derken babama bakmak yerine battaniyemin desenlerini incelemeyi tercih ettim. Babamın uzaklaşan ayak seslerini duyduğum da artık kendi evime gitmem gerektiğinin farkındaydım. Zaten her zaman böyle değil miydi. Babamla tartışırdık ve ben kendi hayatıma geri dönerdim.
Üzerimde ki eşofmandan başka kıyafetim olmadığı için mecburen bu kıyafetlerle evime gitmek zorundaydım ama asıl sorun bu değilde evimin anahtarları ve cep telefonumun kafeteryada olmasıydı.
Hadi bakalım Kavin yüzleşme zamanı ...
Babamın bütün ısrarlarına karşı çıkarak ve zorla elime taksi parası diye iki yüz lira tutuşturmasına itiraz edemeyerek evden çıkıp babamın önceden çağırdığı taksiye bindiğim de kafeteryanın adresini verdim.
Kısa sayılabilecek bir süre sonra taksiden indiğim de kafeteryaya girecek cesareti kendimde toparlamaya çalışıyordum. Gerçekten dün gece burada neler olmuştu böyle ?
Hadi kızım yapabilirsin
Hiç istemesem de mecburen kafeteryanın içerisine girmeyi başarmıştım. İçeride birkaç tane müşteri vardı ve Emre ortalıklarda gözükmüyordu. Adımlarımı mutfağa doğru yönlendirdiğim de ben mutfağa girmeden Emre'nin mutfaktan çıkması bir oldu.
Gözlerimiz buluştuğunda elinde ki siparişleri kenara bırakarak bileğimden tuttu ve beni mutfağa doğru çekti.
'' Neredeydin ? '' dediğin de sesinin soğukluğundan ürpermiştim.
'' Eşyalarımı almaya geldim ve istifa ediyorum '' diyerek bileğimi Emre'nin parmaklarından kurtardığım gibi eşyalarımın nerede olduğunu aramaya başladım.
'' Benden gitmene izin vereceğimi mi düşünüyorsun ufaklık '' dediğin de mutfak tezgahına yaslanmış ve kollarını birbirine bağlamıştı.
'' İzin istediğimi sanmıyorum ve eşyalarım nerede ? '' dediğim de hiçbir ses çıkarmamış ve benim eşyalarımı aramamı izliyordu. Hadi ama sakladın mı dostum !
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PANZEHİR
Romance''Cesur sevgilim benim '' diye fısıldayan Emre'ye baktığım da çaresizliğini görmek ürpermeme neden oldu. Hıçkırıklarımı durdurmaya çalışarak kendime bir kaç saniye tanıdım ve '' Cesur değilim '' dedim . Gerçekten de cesur değildim ki ben . '' Hayır...