Bizimkisi bir aşk hikayesi değildi.
Aşktı bizimkisi, gerisi hikâyeydi.
Can Yücel1. Kâbus
Sezen Aksu-Küçüğüm
Benim bir hikâyem vardı. Birini içimi ısıtırcasına sevdiğim.
Benim bir hikâyem vardı. Birinin beni ateşlere atarcasına sevdiği.
Onu sevmek sorun değildi. Sorun, hayatıydı. Hayatımızdı. Kimine göre mutlu sonla biten kimine göre acıklı bir sonu olan bir hikâyemiz vardı bizim. Doğduğumuz an yazılan kader bizi alaşağı etmekle kalmamış, yaşarken ölen iki bedene çevirmişti. Ruhları alınmış iki ceset gibi.
Aslında gülüyordum, konuşuyordum, nefes alıp veriyordum. Ama yaşadığıma ait belirtileri kendimde göremiyordum. İnsanlar iyi olduğumu sansınlar diye gülümsüyor, bir hayat belirtisi vermek için konuşuyor ve sadece ciğerlerim işlevini yerine getirmek için nefes alıyordu. Verdiğim nefes her an canımdan parçalar götürüyordu, kimse görmüyordu.
İnsan hiç göğüs kafesini parçalamak ister miydi? Ben çok istemiştim. Göğüs kafesimi parçalayıp kalbimi sökmek ve ona vermek. Sırf o yaşasın diye, o okyanuslar bana sıcacık baksın diye bu kalbi onun ellerine vermeyi öyle çok istedim ki.
Şimdi size burada ne anlatıyorum diye düşünüyorsunuz değil mi? Bir insanın nasıl canından olduğunu ama nasıl hayatta kaldığını anlatıyorum. Ben size hayatta ki varlıklarını kaybeden bir kızın nasıl ayağa kalkmaya çalıştığını anlatıyorum.
Ölü bir kızın yıllar sonra dirilip nasıl kadın olduğunu hiç merak ettiniz mi? Ben yaşarken gördüm.
~🌺~
Koşuyordum.
Durmadan koşuyordum, bacaklarımı hissetmiyordum. Buraya nasıl geldiğimi, öncesine ya da sonrasına dair herhangi bir olayı hatırlamıyordum. Sadece arkama bakıyor ve o kadar hızlı koşuyordum ki bacaklarımda ki tüm kasların acısını hissediyordum. Göğüs kafesim patlayacakmış gibi inip kalkıyordu.
Durdum. Artık durmalıydım. Arkamdan gelen kimse yoktu. Sakinleşmeli ve neler olduğunu hatırlamalıydım ama kahretsin ki hiçbir şey hatırlamıyordum.
Ellerimi dizlerime yaslayıp derin derin soluklar almaya başladım. En azından biraz olsun nefeslerim düzene girmeli, nabzımın yavaşlamasını sağlamalıydım.
Kendime gelmeye başladığım zaman yavaş adımlarla yürümeye başladım. Burası neresiydi böyle? Sık sık evlerin dizili olduğu binalara bakarken kendimi o kadar küçük ve kimsesiz hissettim ki sanki her an bir bina ayaklanıp üstüme yıkılacak gibiydi. Hiçbir apartmanın ışığı yanmıyordu. Öyle sessiz, öyle ıssızdı ki burada ölsem kimse duymaz, bilmez, görmezdi. Duyduğum tek şey ayağımın altındaki karların ezilme sesleriydi.
Artık iyice üşümeye başlamıştım ve üstümde sadece bembeyaz uzun bir gecelik, ayaklarımda iste sadece kalın pembe çoraplarım vardı. Ayaklarım sırılsıklam olmuş bir vaziyetteydi. Yürürken adeta ayaklarıma dikenler batıyordu. Uzun geceliğimin karlara sürten tarafı ise su içinde kalmıştı ve bu iki etken yürümemi oldukça zorlaştırıyordu.
Donmak üzereydim. Artık yürüyecek hâlim kalmadığı sırada arkamda oluşan bembeyaz bir ışın varlığı önümde kocaman bir gölge oluşturmuştu. Ve kendi gölgesinden korkan ben bile o kadar bitkin bir haldeydim ki hareket edemedim ve dizlerimin üzerine düştüm. Ellerim karların arasına gömülmüştü ve acı soğuk artık tüm bedenimi ele geçirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AMBER KUŞU
Teen Fiction"Sanırım benim kalbim bir zamanlar Mekke gibiydi. Beş yaşıma kadar, çocukken. Günahsızken. O zamanları hatırlamasam da sanki huzurluymuşum gibi hissediyorum. Masumluğumun tadını çıkartmaya çalıştığım zamanlarda Mekke'min Kâbe-i Muazzama'sında tavaf...