Bölüm-13

81 8 1
                                    

Sophia "İste bu da hikayenin geri kalanıydı" dedi.Bende ellerimi birleştirip o iblisin ne kadar güçlü olabileceğini düşünmeye başladım.

Kesinlikle insan değil bunu biliyorum, Excalibur ve Kral Arthur'un gücüne denk biri...Korkuyorum...

Sophia ellerimden tutup "Merak etme onu yeneceksin çünkü ben senin onu yeneceğine inanıyorum" dedi sonlarına doğru gülümseyerek. Nedense yanaklarım kızardı ellerimden tutunca ama ona belli etmemeye çalışarak "Sağol,Sophia" dedim.

"Ne zaman sırtını kollayacak birini ararsan ben buradayım" dedi,bende "O zaman bende seni tamamen korurum hiçbir zarar gelmesin diye" deyince koltuktan kalkıp "Ben kendime biraz su doldurmaya gidiyorum" dedi ve mutfağa doğru yöneldi.Bende elime kumandayı alıp televizyonu açtım.

Televizyondaki dizilerden birini açıp bakınırken "İnsanlari artık bu kare kutucuklara mı hapsediyorsunuz?" diye sordu Sophia televizyonun ekranına dokunarak "Sakın bana hiç televizyon görmedim deme?" dedim "Demek bu küçük büyülü hapishane kutularına televizyon diyorsunuz..." dedi televizyonu kaldırmaya çalışarak "İlk olarak televizyonlar hapishane falan değildir ayrıca televizyonu bırakmazsan kırılacak ve bunlar çok pahalı" deyince televizyonu yerine bıraktı "Sana kolyedeyken zamanımızla ilgili şeyler gösterilmedi mi?" diye sordum o da kafasını yanlara doğru salladı "En son hatırladığım şey Arthur'un son savaşı ondan sonrası bulanık ve sonra bir baktım ki seni yatağında uyurken yanında ayakta dururken buldum kendimi" "Anladım.Gel benimle,sana bilmediğin ne varsa göstereceğim" dedim ve onu kolundan tutup sürüklemeye başladım.

Ona evde bilmediği ne varsa gösterdim.Telefonu anlattıktan sonra bana kocaman gözlerle baktı sanki yüzü "Bende telefon istiyorum" der gibiydi.Telefonumu ona verip "Savaş bitine kadar ortak kullanabiliriz sonra savaş bitince de sanada bir telefon alırız" dedim kocaman bir gülümsemeyle,Sophia başını eğip "Peki" dedi.Ardından ona evin geri kalanını gösterdim.Daha sonra Sophia "Ed,gel bana dışarıyı da göster.Şehri görmek istiyorum" dedi kesinlikle teklifini geri çeviremeyeceğim yüz ifadesiyle.Bende "Olur,hadi gidelim" dedim ve birlikte çıktık.

Şehri görür görmez bayılıyordu.Onu düşmeden tutup "Ne oldu?" dedim "Yüksek...Binalar çok yüksek" dedi eliyle gökdelenleri gösterirken sonra bende kendimi tutamayıp gülmeye başladım.

Sophia utanmış bir yüzle "Ne var? Bu kadar komik olan nedir?" dedi,bende "Ne çeşit bir insan gökdelen görünce bu kadar şaşırır ki?" deyince bana yanıt vermeyip bana sırtını döndü.

Şakayı bitirmenin zamanı gelmişti artık.Ona "Özür dilerim, Sophia. Tamam şakayı biraz fazla uzattım" dedikten sonra bana dönüp "Seni affediyorum" dedi ve gülümsedi ardından onu kolundan tuttuğum gibi onunla dolaştık.Bir ara mola vermek için sinemaya girdik.Seçimi ona bıraktım o da içinde aksiyon ve romantizm olan bir film seçti.Savaş sahnelerini aşırı dikkatli bir şekilde izledi romantizm sahnelerinin birinde ona bakınca yüzünün kızardığını gördüm.Aslında bende onunlayken nedense daha gariptim.

Filmden sonra beraber hamburger yedik.İlk ısırıkta "Bu şey...Çok güzel" dedi ve patatesleriyle beraber hepsini bir anda yedi.Karnımızı doyurduktan sonra bir kafede bir şeyler içtik. Içeceklerimizi içerken "Filmi beğendin mi?" diye sordum o da kafasını öne doğru sallayıp "Evet,bu sinema denilen şey benim zamanımda da olsaymış çeşke" dedi ve kahvesinden bir yudum aldı. Bende "Savaş sahneleri baya kaliteliydi,değil mi?" diye sordum "Evet,sahte olmalarına rağmen iyi savaştılar diyebilirim" "Peki romantizm sahneleri nasıldı?" deyince "Yorum yok" dedi "Hadi ama yapma böyle bu zamanda filmler hakkında konuşurken böyle şeylerin sorulması normaldir" dedim o da "Onlarda ç-çok ustaca y-yapılmış sanki g-gerçekten birbirlerine a-a-aşık gibilerdi" dedi kekeleyerek ardından dayanamayıp kahkahayı bastım.

Sophia kırmızıya dönen yanaklarıyla "Ne var bunda gülünecek?" dedi bende "Hiiç ama filmi beğenmene sevindim" dedim gülümseyerek.
Sophia bir şeyler düşünüyormuş gibi başını eğdi.Birkaç saniye sonra "Ed?" dedi bende "Efendim?" dedim kahvemden bir yudum daha alarak "Sen daha önce bir kıza aşık oldun mu?" diye sorunca içtiğim kahve boğazımda kaldı ve öksürmeye başladım.Aslında aşık olma değilde hayranlık duyduğum bir kız vardı bir zamanlar ama aşık değildim.

Öksürmem bitince "Hayır,daha önceden hiç aşık olmadım" "Sorumu cevapladığın için sağol" "Önemli değil. Ne zaman istersen benim hakkımda bana soru sorabilirsin.Başka var mı?" "Şimdilik başka sorum yok" deyip kahvesinden bir yudum daha aldı...

Akşam olunca eve döndük.Kapıdan girerken "Evet...Yolculuğumuz burada son buluyor" dedim ardından bana gülüp "O da ne öyle...Sadece bu zamana özel bir söz mü?" dedi gülerek.O gülünce nedense bir garip oldum ama önemli değildi.Ama yinede onun elmas beyazı parıltılı gülüşüne (Yzr:Burada biraz saçmaladım, farkındayım) bakmaktan kendimi alamadım.Sarışın,eğlenceli, komik,insanlara değer veren ve Savaşa gelince de çoklu güçlü bir kız. Sanırım ona bakmam bile ona hayran olmama bile yetiyordu.Hatta belki de ona...

Yanaklarımın kızardığını görünce elini alnıma koyup  "Ed,biraz dışarda kaldın diye hasta olmadın değil mi?" dedi "Birşeyim yok merak etme" dedim ve üstümdeki kapşonluyu çıkardım.

Ardından birlikte içeriye geçtik ve elime kumandayı alıp televizyonu açtım.

Sunucu "Evet,sayın seyirciler, aldığımız bilgilere göre şu anda şehrin %40'ı kara bulutlarla kaplanmış durumda.Olay yerinde bulunan sunucunuz olan ben size ara ara gerekli bilgileri vereceğim" dedi ve başka bir haberi gösterdiler.Sophia "Bu kara bulutlar onun planının başlangıcı olmalı" dedi bende şaşırmış bir yüzle "Başlangıcı mı?" "Evet,bizde de böyle olmuştu.İlk önce kara bulutlar gelip her kaplıyor sonra yağmurlar yağmaya başlıyor ardından heryer sisle kaplanıyor ve son olarakta ölümcül şimşekler çakmaya başlıyor" "Peki ne kadar vaktimiz var?" "Ölümcül şimşeklere bugünü saymazsak yaklaşık 5 gün" "Demek 5 gün..." "Ama bizim elimizde bir koz var" "Neymiş?" Kendisini gösterek "Tabii ki de ben..." dedi ve devam etti "Onlar benim burada olduğumu bilmiyorlar" "Haklısın bunu kullanarak onları yenebiliriz" "Ama onların bölgesine geçene kadar yardım edebilirim sonrasında beni fark edecekleri için ona göre önlem alacaklardır" "Dert ettiğin şey bu muydu?" dedim ve biraz duraksayıp "Seni farketseler bile umrumda değil. Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim.Daha önce söylediğim gibi,seni koruyacağım Sophia" dedim sonlarına doğru kızararak.Başını eğerek "O zaman sana güveniyorum Ed" dedi.Başını kaldırınca birkaç gülümsedi sonra bende gülümsedim.

Ardından televizyondan gelen sunucunun sesi ortamımızı mahvetti. Sunucu "Şu anki araştırmalara göre kara bulutların kaplandığı yerler yavaşça ölmeye başlıyor.Aklınıza ne geliyorsa hepsi şu anda ölüyor. Su,toprak ve canlı...Ne varsa hepsi..." dedi ve ekranda havadan çekim yaptıkları bir alan belirdi.Ardından sunucu tekrar belirip "Bilim adamlarının tahminlerine göre yaklaşık 5 gün sonra hem biz büyücülerin hemde normal insanların dünyası tamamen öldüreceğini tahmin ediyorlar.Şu anda başbakana ulaşmaya çalı..." sözünü bitiremeden ekranda kara bir tahta oturmuş olan Morgarath göründü.

Morgarath "İyi akşamlar televizyon başındaki zavallı insanlar. Benim adım Morgarath" dedi ve yanında yüzüne poşet geçirilmiş biri belirdi.Morgarath tahtan kalkıp adamın yüzünü açtı.Sandalyedeki adam Başbakan idi.

Morgarath "Sanırım az önce bu adama ulaşmaya çalışıyordunuz ama şu anda kendisi biraz meşgul" dedi ve elinde küçük bir bıçak belirdi.Bıçağı adamın boğazına dayayıp "Ben bu dünyanın imparatoru olan Morgarath, siz kölelerime emrediyorum ki bana itaat edeceksiniz yoksa sonunuz..." derken başbakanın boğazını kesti ve devam etti "...İşte böyle olur" dedi adamın kopmuş boğazından gelen kan yüzüne fışkırırken.

Sonra kamerayı tutup "Ve eğer beni durdurmaya çalışırsan Edward Wilson,senin ölümün daha yavaş ama daha acı verici olur" dedi ve ekranda tekrar sunucu belirdi...










Kral'ın Kılıcı(Taslak)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin