2.Bölüm

35.5K 1.2K 67
                                    

Yekta'yla karşılaştığı günün üzerinden tam 1 hafta geçmişti.1 haftada 3 kilo vermişti. Ne uyuyabiliyordu ne de ağzına bir lokma giriyordu. Kendini ev halkından soyutlamıştı. İçinde kendisiyle büyük bir mücadelesi vardı. Kazansa da bir şey değişmeyecekti, kaybetse de.. Ama içindeki gürültü uyurken bile dinmiyordu. Rüyaları Yekta yüzünden kabusa dönüşmüştü.7 yıl önce bu şehirden gitmişti. Sevgilisini, ailesini, arkadaşlarını da bırakıp gitmişti. Hayalleri vardı. Doktor olup hayat kurtarmak istiyordu. Eğer bu konakta kalsaydı ya kuma gidecekti ya da erkenden evlenecekti. Ama onun istediği hayat bu değildi. Ailesi onu gittiği gün silmişti. Zamanla Bukre de onları silmişti. Kendi başına bir aile olmuştu. Bir ay öncesine kadar ailesindeki kimseyi aklına getirmiyordu. Fakat bir ay önce annesi onu arayıp, babasının onu affettiğini ve Mardin'e dönmesini istediklerini söyleyince, ailesini özlediğini hissetmişti. Ve bir de, sevdasını...Bunun uğrunda yollara düşmüştü.

Genç kadın daldığı düşüncelerden sıyrılıp odasındaki büyük camdan ayaklarının altına serilen Mardin'i izlemeye başlamıştı. Bu şehir insanı içine hapsediyordu. Bu şehrin her bir köşesi onun için bambaşka anlamlar taşıyordu. Çok eskiden, yakalanma korkusunun tatlı hissiyle el ele gezmişti Yekta'yla. Öpmüştü, sarılmıştı ve hiçbir zaman hayallerinden çıkarmamıştı. Herkesten daha çok bu adamı sevmişti. Çünkü onu ne annesi ne babası ne de çevresindeki insanlar anlamıştı. Onu anlayan, dinleyen, onu çok seven bir tek Yekta'sı vardı. Ne büyük ısrarla kaybetmişti genç adamı. Başına buyruk, dik başlı tavrından taviz vermemek için ayağının ucundaki mutluluğu ezip geçmişti.

Belki o hataları yapmasaydı her şey daha farklı olabilirdi.Belki Yekta gibi ona aşkla bakan ama o güzel gözlerinin altında muzurluk yatan, gülümseyince yanaklarını kocaman gamzeleri kaplayan, upuzun kirpikleriyle ona hayat enerjisi veren yakışıklı bir oğlu olabilirdi..Belki de annesi gibi hırçın, başına buyruk ve bir o kadar da çıt kırıldım, lüle saçlı dünya güzeli bir kızları olurdu.

Ama bazı şeyler nasipten öteye gidemiyordu. Onların nasiplerinde, alın yazılarında bambaşka insanlar vardı. Kader, hayalleri bir bu iki gencin hayatlarını ayrı ayrı yazmıştı.

Duvardaki saate bakınca yemek saatinin geldiğini görüp ayaklarını sürüye sürüye odasından çıkmıştı. Evde ölüm sessizliği vardı. Duyulan çatal bıçak gürültüsünden dahası değildi. Sanki evde kız çocuğu doğmuştu da ağızlar mühürlenmişti. Mehmet kızına açıklaması gereken durum için konuşmaya nerden başlaması gerektiğine karar verememişti. Suyunu yudumladıktan sonra boğazını temizlemişti.

-Mardin'i biliyorsun..Her an her şey olabilir, hele de ağa kızıysan.

Mehmet mimiklerini oynatmadan, donuk bir şekilde konuşmaya devam etmişti.

-Biz zamanında Karabey'lerden büyük bir borç aldık ve şirketimizin durumu iyiye gitmediği için aldığımız borç faiziyle ikiye katlandı.Ödeyecek gibi de değiliz.

Bukre babasının gözlerinin içine bakmaya başlamıştı.Bir an için babasının ondan para istediğini düşünüp tüm iyi niyetiyle bir teklifte bulunmuştu.

-Buraya gelmeden önce özel bir hastanede çalıştım.Biriktirdiğim param var..El birliğiyle öderiz borcumuzu.

Mehmet elini sertçe masaya vurmuştu.

-Senin parana ihtiyacım yok ! Karabey'ler bu borcu zaten silecek.Sende bunun karşılığında kuma gideceksin.

Bukre'nin başından aşağı kaynar sular dökülmüştü.Babasının onu neden affettiğini şimdi daha iyi anlıyordu.Daha doğrusu, neden affetmiş gibi davrandığını şimdi daha iyi anlıyordu.

Ne hayallerle geldiği baba evinde nelerle karşılaşıyordu.Aşkından olmuştu, hayallerinden olmuştu, şimdi de geleceğinden olacaktı.Babasının elini öpmeye eğilmişti.Babası elini çekmişti.Bir umutla sevdiği adama sığınmıştı.Eline taktığı alyansla cevabını vermişti.Şimdi de onunla konuşmayan annesinin içten içe onayladığı bu iş için, sığıntı haline geldiği koskoca konaktan doğurganlığı yüzünden yapacağı bir evlilik için gidecekti.

-Kendi kendime hep sordum.Bunca yıldan sonra neden dedim? Neden beni affetti? Ben nasıl bu kadar aptal olabildim? Nasıl size inandım? Parama ihtiyacın yok ama kadınlığıma mı ihtiyacın var, baba?

Baba kelimesine özellikle vurgu yapmıştı genç kadın.Babasının ağzını bıçak açmazken, annesi huzursuzca yerinde kıpırdanarak "Konu kapandı Bukre." demişti.

-Senelerdir yapmadığın evlatlık vazifeni yerine getirebilmen için sana güzel bir fırsat. Bize bu şekilde kendini affettirirsin.

-Nasıl kızınıza bunu yakıştırırsınız ? Kim bilir hangi pislik karısına bu eziyeti çektirecek ve sizde bu pisliğe beni eş edeceksiniz ? Ayıp değil mi bu yapılan? Nasıl böyle bir şeye müsaade edersiniz? 

Mehmet kızıyla göz teması kurmamak için yüzünü dönmemişti.

-Yakıştıramayacağım bir şey yok. Senin kaderinde de bu yazıyormuş. Mecbur boyun eğeceksin. Bu akşam baban olarak son görevimi yapacağım. Sonrasında da babanı öldü bil.

Bukre sinirle ayağa kalkarken, masayı da tuttuğu gibi ters çevirmişti. Avluda büyük bir gürültü koptuğunda herkes merakla Mehmet Ağa'nın vereceği tepkiyi beklemeye başlamıştı.

-Ben zamanında bu konaktan okumak için kaçıp gitsem bile gerçeğimden kaçmadım. Ben babamın kızıydım. Ailesi için yaşayan o koskoca Mehmet Ağa'nın kızı...Bu geceyi beklemene gerek bile yok çünkü benim babam az önce öldü. Kusura bakma Mehmet Ağa, benim o eve ancak cenazemi gönderirsin.

Bukre koşarak konaktan çıkmıştı. Birazdan peşinden koşacak en az 10 tane ırgat vardı. Hızla tavlaya girmişti. Ama atını hazırlamak için yeteri kadar zamanı yoktu. Büyük ihtimalle ata bindiği an kapılar açılacak, atın üstünden indirilecekti. Biraz ilerisinde kalan büyük yalağın arkasına saklanıp o an için nefes almayı bile bırakmıştı. Tahmin ettiğinden daha erken ahırı basmışlardı. Bukre elini ağzına götürüp buğulu gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Tek duası içeriyi didik didik incelememeleriydi.

-Çok uzaklaşmış olamaz ! Anlaşılan ahıra saklanmak aklına bile gelmemiş.

Genç kadının gözleri parlayarak açılmıştı. Burada yarım saat bekledikten sonra etraf durulduğu an atıyla gidebileceği en uzak yere gidecekti. Sonra İstanbul'daki arkadaşlarından birini arayıp onu kurtarmasını isteyecekti. Asla evli bir adamın ikinci gelini olmayacaktı. Gençliğini bu zırvalık için harcayamazdı.

Tavlada sesler kesilmişti. Kendisini riske atmamak için olduğu yerden uzunca bir süre kalkmamıştı. Yarım saat erkendi. Hava karardığı zaman çıkacaktı. Bir daha böyle bir riske girmesine kimse izin vermeyecekti. Konağa götürüldüğü an kuma olarak başka bir konağa gönderilirdi. Bu fırsatı iyi değerlendirmesi gerekiyordu. Durdu, düşündü. Yekta'ya sığınabilir miydi? Onu İstanbul'a götürmesini istese genç adam elini uzatır mıydı? Çünkü bu koskoca şehirde ondan başka babasına haber uçurmayacak kimsesi yoktu.

Hava kararmıştı. Ortalık iyice sessizleşince sessiz adımlarla tavladan çıkmıştı. Her köşe başında bir adam olacağını iyi ki tahmin etmişti. Yoksa atıyla hemen fark edilirdi. Duvar dibinden tutuna tutuna ilerlemişti. Yekta'nın eviyle arasındaki uzaklık 15 dakikaydı ve 7 tane köşe başını geçmek zorundaydı. Hepsinde aynı numara işler miydi bilmiyordu ama zorda kalırsa mecburen koşmaya başlayacaktı. Ya da yolunu yarım saat uzatıp 7 adamdan gizlenmek zorunda kalmayacaktı. Yolunu uzatmayı tercih etmişti. Yol çok ıssızdı ama korkunun ecele faydası yoktu. Ya yarım saat çekecekti ya da bir ömür.

Ayakları taşlı yollar yüzünden çok ağrımıştı. Yol boyunca ağlamıştı. Ne hayallerle gelmişti, ne duruma düşmüştü. Yol boyunca sevdiği adamın vereceği tepkiyi düşünmüştü. Zamanında onu terk edip giden bu kadının yardım isteğine el uzatacak mıydı? Yoksa onu geri mi çevirecekti?
Yekta onu geri çevirmekle kalmayıp konağa götürürse genç kadın ömrünün geri kalanında hem bir yürek yangınıyla yaşayacaktı hem de istemediği bir adama evlat vermek zorunda kalacaktı.

Ama onun tanıdığı Yekta yapmazdı.Sahip çıkardı.Ya da Bukre can havliyle böyle olmasını umuyordu.

Konağın önüne geldiğinde, düşüncelerinin ne kadar ağır olduğunu ve onu nasıl da çok sersemleştirdiğini fark etmişti. Ayaklarında daha fazla adım atacak derman kalmamıştı. Başı dönmeye başlamıştı. Kapıya kalan son gücüyle vurmuştu. Kapıyı kimse açmamıştı. Daha sert vurduktan sonra beklemeye devam edeceği esnada, kulaklarında babasının sağ kolu Mustafa'nın sesi yankılanmıştı.

-Bukre ! Senin bu konağın önünde ne işin var ?

ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin