Durmadan koşuyordum; aşka ulaşmak için, son nefesimi vermeden önce nefessiz kalana kadar koşuyordum. Kim bilir bu defa bir ormandan mı çıkacaktı aciz bedenim, yoksa ıssız bir sokakta yardımsever insancıklar mı kurtaracaktı beni. Sadece sevdiğim adama odaklanmış durmadan koşuyordum , sis çökmüş karanlık sokaklarda. Yorgunluğunu hiçe saymıştım bacaklarımın, iyileşmeye yüz tutmuş ayak tabanlarım sızlamaya başlamıştı bile. Ufak görünen o kesikler tüm bedenimi kaplayan ağrılara dönüşüyordu. Bir an durursam eğer yakalayacakmış gibi dört duvara hapseden tımarhanenin elleri beni. Bacaklarıma koşmaları için komut vermiş, geri kalan hiçbir şeyi umursamıyordum. Sokakları, cılız ışıklarıyla aydınlatan sokak lambaları; Mavi' nin koca yüreğine vuran sevgimin ışığını andırıyordu. Koskoca gece, toz tanesi kadar ışıkla aydınlanır mı hiç! Peki siyaha bürünmüş bir kalp içinde olmayan sevgiyle eskiye döner mi? Meğer sevince ne çok değişiyor insan. Asla yapmam dediği hataların baş rolüne yerleşiveriyor, ibretle baktığı aşıklardan sadece biri oluveriyor. Aşk ne çok şey öğretiyormuş meğer. Sadakati öğretiyor en başta, sabrı öğretiyor özlemeyi getirerek ve hatta kulluğu öğretiyor Tanrı'ya kulluğa şirk koşarcasına. Tüm bunların sonunda ne mi oluyor? Cevabı en iyi sen biliyorsun; "Elde var sıfır." . Gidiyor... Nerede olduğunu bilmediğin karanlıklarda kalıyorsun. Elini, bir sokaktan geçerken, köşe başından döndüğünde çıkıp tutacak ümidiyle yaşıyorsun. Her gece başını yastığa koyduğunda, gün doğduğunda uyanacağım ve uyandığımda karşımda o olacak ümidiyle uyuyorsun. En lanet şey ise sen tüm bunları düşünürken onun da seni düşünüp düşünmediğini bilmiyorsun. Gelse yanına, gelmesi şöyle dursun, çıksa karşına " Seviyorum seni. Daha fazla uzatmayalım bu saçmalığı. " deyip kollarını boynuna sarasın gelir ama o gelmez. O gelmedi, gelmeyecek öyleyse ben gidiyorum. Bulacağım seni Mavi. Canım pahasına da olsa, sadece ayak tabanlarım değil tüm bedenim parçalansa ve hatta benden geriye sadece ruhum kalsa yine de vazgeçmeyeceğim.
Ne zamandır koştuğumu bilmeden yol katediyorum. Koşmaya devam ederken arkama çevirip başımı baktım, nerede olduğumu bilmesem de hastaneden uzakta olduğuma ikna olmuştum. Birkaç araba geçiyordu sokaktan bir de işten döndüğünü düşündüğüm insanlar. İki araba sığacak büyüklükte bir yol vardı üzerinde durduğum, çok lüks olmamasıyla birlikte dip dibe yapılmış bir çok apartman vardı. Kimileri beyazdı fakat bacasından çıkan duman grinin siyaha çalan tonlarından, tıpkı içimdeki siyahın dışa yansımayışına benziyordu.
Durduğumda bacaklarım titriyordu, pek de aldırış etmedim yorgunluğa. Ciğerlerim biraz daha koşsam patlayacaktı sanki, vücudum dinlenmem için beni zorlar gibiydi. Bedenim acil nikotin ihtiyacına alarm veriyordu. Çorabıma sıkıştırdığım paketi çıkardığımda iyice şeklinin bozulduğunu farkettim fakat kimin umurundaydı ki. Dumanıyla sevişmek için ateşle kavuşturdum sigaramı, içime çektim. Duman ciğerlerimle buluşunca beynime verilen mutluluk sinyallerinden ciğerlerimde bayram olduğunu anladım. Ciğerlerimden dönerken dudaklarıma dokunan duman Mavi'ye ulaşmak için gökyüzüne doğru ilerledi. Sigaramın dumanı dudaklarımın tadını sana taşısın, ağız dolusu duman gökyüzü dolusu sis olarak değsin dudaklarına.
Neredesin Mavi? Nereden bulacağım seni bu koca şehirde bu kadar küçükken. Seni, ormanda aramam mı gerekiyordu bilemiyorum. Koca ağaçlar gölgeleyip saklarsa seni benden kokundan tanırım varlığını, eğer sen kaçıyorsan benden yapabileceklerim sevginle beraber tükenmiş demektir. Eve gidemezdim, adresimi bileceklerini tahmin ediyordum. Eğer eve gidersem yakalanma olasılığım vardı. Birilerine sormam lazımdı, yakınlarda olmalıydı orman. Beni bir otobanda buldularsa demek ki otobana ulaşırsam ormana da ulaşacaktım.
Dudaklarımdan ayırdığım sigaramı öldürmek üzere asfalt yola attım, ciğerlerimin sızlamasından veda edişini anlamıştım. Sevdiğine veda ederken içi sızlardı insanın, ciğerlerimden özür diledim; sigaramı onlardan ayırdığım için. Neredeyse yerle aynı hizada olan kaldırımdan ayağa kalktım. Biraz dinlendikten sonra ayaklarımın sızısını daha fazla hissetmiştim. Sendeleyerek bir adımda kaldırıma çıktım. Gecenin gölgelediği kaldırım pek de büyük değildi, en fazla iki kişi sığardı, kocaman benliğimde küçük ve bir o kadar aciz bedenim için fazlasıyla büyüktü. Düz ilerleyemediğimin farkındalığıyla hızlı adımlar atıyordum. Geceye karışmış serin rüzgar yüzüme vuruyordu. Burnumdan nefesimle birlikte gelen ağrı az sonra başımı saracak gibi hissediyordum. Üşüsem de yürümeye devam ettim. Geri dönme seçeneğim yoktu, sadece ilerlemem gerekiyordu, Mavi'ye ilerlemem. Durmadan yürürsem doğru yere varacağımı biliyordum.
Karanlık sokağın sona ermesiyle otobana geldiğimi görebiliyordum. Bugün Tanrı'nın melekleri benimleydi. Hastaneden kolayca kaçmış, şimdi ise aramama bile gerek kalmadan otobanı bulmuştum. Karanlıktan pek seçemesem de otobanın karşı tarafında ağaçlar görüyordum. O orman olmasını umarak otobana doğru hızla ilerledim. Adımlarım hızlandıkça kalp ritmim buna eşlik ediyordu. Yine heyecanlanmış ve yine Mavi'nin sevgisine kavuşma ümidimle beraber atıyordum adımlarımı. Sona çok az kalmıştı, hissediyordum. Otobana geçebilmek için kenardaki demir engeli aşmam gerekiyordu sadece ve bu aşacağım en basit engeldi. Asfalt sona ermiş on adımlık bir mesafe kalmıştı otobana. Adımlarımı toprağa değdirirken birinin bana seslendiğini duydum, sanki içimde kocaman bir boşluk açmıştı bu sesleniş. Beni bulmuşlardı o tımarhanenin görevli zebanileri. Geri dönmeyi asla istemezdim. Orada olmak yalnız beni değil hayallerimi de dört duvar arasına hapsediyordu. Mavi'ye ulaşamazdım oradayken. Koşmayı düşündüm fakat koşacak halim yoktu. Bir kabulleniş gerekti bana ve son bir kabullenişle arkamı dönmeliydim. Arkamı dönmek istemedim fakat ikinci kez 'Toprak! ' deyişini duydum. Sesi öyle sağlam çıkıyordu ki, bu sese ruhumu bile esir edebilirdim. Ama Mavi'ye ulaşmak için beni yerimde saydıracak her şeyden kaçmam gerekiyordu. Dikildiğim yerden yavaşça geri döndüm. Döndüğümde gördüğüm adam sesin sahibi olamazdı. Üstü başı toz toprak içinde olan bu adamın sakalları ve beresinden neredeyse yüzü görünmüyordu. Yaşlı olduğunu düşündürecek kadar beyaz vardı sakallarında. Pantolonu onu sıcak tutamayacak kadar yırtık ve kirliydi. Üzerindeki kazak da bir hayli eskimiş olsa da hırkasının onu sıcak tutabileceğine ikna ediyordum kendimi. Niye onu gördüğümde korkmak yerine yüreğim burkulmuştu ?
'' Toprak. '' dedi tekrar, yüzünde güven verici bir gülümseme vardı. Bir adım yaklaştım ona, korkumu o gece ormanda bırakmıştım. Korkmak her şeyden mahrum bırakırdı insanı. Korkmak aptallıktı.
'' Sen ... '' dedim, beresinin altında ışıldayan gözlerine bakarak, '' Nereden biliyorsun adımı ? '' .
Soruma gülümseyerek cevap verdi. Gözlerimin içine bakarken tozlu elleriyle bir şey uzatıyordu bana. Gözlerinin etkisinden kurtulup eline baktım, bana doğru uzanmış kolunun sonunda yumruk yaptığı eli vardı. Tanımadığım bu adam bana ne verecek olabilirdi ki ? Bazen en zor durumlarda, ihtiyacın olduğu an çıkagelir bazı melekler. Bu adamın da o meleklerden olmasını ümit ediyordum.
Avucunu aralarken koca bir kayanın hareket edişinin sesi çalınıyordu kulaklarıma. Sesinin tonu kadar güçlüydü bedeni, yaşadığı zorlukları dile getiriyordu. Belli ki yaşadıklarını başkasının yaşamasını istemiyordu. Avucunda kocaman bir anahtar vardı. Elleri kadar tozluydu anahtar. Şaşkınlığımla dans eden merakım kelimeleri döküyordu ağzımdan.
" Ne için bu ? "
Sıcacık gülümsemesi gecenin soğuğunu buğulandırıyordu. Sakallarının ardından konuştu;
" Mavi'yi bulduktan sonra dinlenmeniz ve onun yaralarını iyileştireceğin zaman diliminde kalacak bir yere ihtiyacınız olacak. "
Siyahıma dokunan yeşilleri vardı bu adamın. Her kelimesi tebessümümü büyütüyor, her bakışımda baharın gelişini hissediyordum.
" Onu bulacağım değil mi ? "
Toprağa karışmış adam, işaret parmağını yolun karşısına uzattı.
" Orada ! Ümidini yitirme Toprak. Ve acele et, sana ihtiyacı var. "
İşaret ettiği elini ellerime doğru hareket ettirdi. Avuçlarımı açtım, anahtarı bıraktı; tertemiz, zorluk görmemiş ellerime. Anahtarı avucumda hissettiğimde sımsıkı kapattım parmaklarımı. Gözlerimi kapatıp bir an Mavi'yi hayal ettim, ona kavuştuğumu... Teşekkür etmek için başımı kaldırdığımda toprağa karışmış adam yoktu. Sağa sola baktım fakat çoktan gitmişti. Ulaştıracağına emin olduğum geceye fısıldadım;
" Teşekkür ederim, siyahıma ümit çalan adam. "
Yüzümü otobana döndüm, ilerlemeden önce anahtarı sağlam bir yerlere koymam gerektiğine karar verdim. Boynumdaki uzun ipli muskamı çıkardım, ipe geçirip ipi tekrar bağladım ve boynuma geçirdim. Tişörtümün içine attıktan sonra devam etmeye tamamen hazır olduğuma karar verdim. Adımlarım bu defa daha emin ve daha güçlüydü. Hızla otobana ayak bastım. Pek araba yoktu. Bunu fırsat bilerek koşarak karşıya geçtim. Karanlığın içine daldım. Siyahın karanlığa karışması siyahı ürkütmezdi. Asıl karanlık ne kadar siyahtı ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IZDIRAP KOKAN KADIN
General FictionKanlı ellerime kalbini böyle cesurca emanet etmesi endişelendiriyordu beni. Evet. İlk kez bir adam için endişeleniyordum hem de ona zarar verebilme ihtimalimi düşünerek. Başkasının acılarıyla beslenen bir kadına nasıl güvenilir? Aşk mı bu saçmalığın...