BÖLÜM 2: YAĞMURA HASRET TOPRAK

78 19 0
                                    

Bütün geceyi tekrar kendime anımsatarak keyifle içtiğim sigaranın izmaritine ulaşmıştım. İzmariti komodinin üstünde söndürmem benim için sıkıntı değildi. Bu ev benimdi ve canımın istediği gibi kirletebilir, tavana kafalar asıp; istersem de duvarları renkli gözlerle süslerdim. Bu benim tercihim benim zevkim olmakla birlikte kimse bunu yargılayamazdı. Odamda bu kadar beden olmasına rağmen yalnızdım çünkü hiç biri benimle konuşamazdı; hepsi ruhun terkettiği bedenlerdi. O an karar vermistim; tekrar yalnız kaldığımı hisseder ve yeniden eğlenmek istersem bu defa eğlendiğim adamı birkaç gün ölümden uzak tutacak ve yalnızlığımı perdeleyecektim.


Sıska bedenimin üzerinden henüz uyanmamın verdiği sersemlikle güçsüz kalmış kollarımla attım çarşafı. O patlıcan burunu taşırken fazla yorulmuş olmalıyım ki kollarım hala ağrıyordu. Yatakta doğruldum, ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Hala yatağıma vuran güneş gözümü alıyordu, anlamsız bir sinirle küfürler homurdandım güneşe. Çıplak ayaklarımın üzerinde durmak üzere ayağa kalktım, doğuştan kızıl olan ve uzun kalmasını hep sevdiğim saçlarımın ne kadar karışmış olduğunu fark ederek elimi saçlarımın arasına attım, kaşırmış edasıyla yüzüme düşen saçlarımı arkaya savurdum. Ayaklarımı sürüyerek banyoya doğru ilerledim. Sabahları bir duştan daha etkili bi rahatlama yöntemi daha olamazdı. Toprak'ın ihtiyaç duyduğu yine suydu. Beni besleyecek gerçek bir suyum yoktu oysa; nefret ettiğim, genç kızları beceren acı çekmelerinin her saniyesinden zevk aldığım pezevenkler hariç.

*
Duştan çıktığımda gözüme babamın duvarda asılı olan fotoğrafı çarptı. Çerçevesi de içindeki fotoğraf kadar yıpranmıştı. Yenilemem gerektiğini hafızama not ettim. Dün derisini yüzdüğüm şu herif cebinde servet taşıyormuş resmen, bu aptallardan bulduğum paralar olmasa çalışmak zorunda kalırdım eminim. İyiki şöyle aptal, kadın düşkünü adamlar var.


Babamın resminin yanına doğru yavaş adımlarla ilerledim. Dikkatlice bakınca nasıl da özlediğimi farkettim. Ne kadar nefret etse de babasından, hayatı boyunca yalnız kalmış bir kız yine de sonsuzluğa uğurladığı babasını özlüyor işte.


Hayal meyal hatırladığım kadarıyla vücuduma jiletle veya neşterle farklı çizikler atardı acıyacağını umursamadan. Sonra da bunları yapan o değilmiş gibi;
"Korkma güzelim, hemen bitecek sadece biraz sabretmen lazım. Bitince istediğin şekerden alacağım sana.". Ne kadar basitti onun için kızının canını yakmak. Onun içi acımadıkça benim canım yanmıyordu çünkü ben oyun oynadığımızı sanan hatta benim için sonunda şeker ödülünün olduğu için çok iyi olduğumu düşünen aptal bir kız çocuğuydum. Yeni yeni farkına varıyorum. Oysa babamı suçlayamam, gerçekten başkasının acısı, sana muhtaç olması, yardım etmeni isteyen gözlerle bakması sana iyi hissettiriyordu. Bir de babam bu işten para kazanıyordu. Ufak bir kızın bedenine, herkesin anlamayacağı fakat bilinç altına işleyecek şeyler kazıyordu jiletle ve hatta kendi imzası bile varmış. Tabi bunu herkes bilmezmiş, uzun uzadıya yapılan araştırmalar ve didik didik edilen geçmiş sayesinde öğrenmeyi başarmıştım bunları.


Bugün ise çok değerli babacığımın yine hayal meyal hatırladığım ölüm yıl dönümüydü. Bunu kendimle başbaşa sarhoş olana kadar içerek kutlardım hep. Yalnız kalışımın yıldönümüydü aslında bu, karanlık dünyamın aralandığı kapıyı tıklatan babamın ölümüydü. Annem gibi bir kabusla yıllarca yalnız kalmak: bedenim hala dünyadayken sanki ruhum karanlığa çoktan gömülmüştü.

*

Spor ayakkabılarımı bir çırpıda ayağıma geçirip kapıyı çektim. Arkamı döner dönmez bir kaç adım attıktan sonra iki üç basamağı zıplayarak indim. Zıplarken savrulan saçlarımı hep sevmiştim ve o sabah yine mükemmellerdi. Hızlı adımlarla markete ulaşıp hemen eve dönmek istiyordum. Genelde sabahları evden dışarı çıkmazdım; gece çıkar sonra da bulduğum ucuz adamlardan biriyle eve gelirdim. O gecelerden sonra da birkaç gün evden çıkmazdım ama bugün hayatımın en berbat günüydü. Birkaç defa tam bu gün ölmeyi denesem de her defasında beceremedim. Ben zaten karanlıktım daha ne kadar karanlığa bürünebilirdim ki ve ben zaten Toprak'ım nasıl toprağa gömülürüm ki. Bu gece yine deneyecektim. Belki babam tutardı bu kez ellerimden, yardım ederdi paçavra hayatımdan kurtulmama.


Bunları düşünürken çoktan varmıştım markete. Markete her girdiğimde sanki tüm gözler bana çevriliyordu. Haklılardı biraz da. Ben olsam da; turuncu, birbirine karışmış, bazı yerleri düz bazı yerleri ise kıvırcık beline kadar uzanan saçları olan, ojelerinin yarısı çıkmış, göz altları mosmor ve ayaklarını sürüyerek yürüyen bir genç kız görsem bakmaktan geri kalmazdım. Ama etrafımdaki insanların bana bakışları beni rahatsız etmiyor aksine farklı bir insan olduğum için beni mutlu ediyordu.
İçki reyonuna doğru sürüdüm yürürken bana karşı çıkan ayaklarımı iterek. Elimdeki tekerlekli alışveriş sepetine elime geçen, gözüme güzel gelen içkileri doldurdum. İçkilerin tamamlandığını düşündüğümde ise çerez aramaya koyuldum. Çerezleri de tamamlayıp sepeti doldurduktan sonra kasaya ilerleyip aldıklarımı ödeyip çıktım. Kollarım ağır poşetleri taşırken bana çok zorluk çıkarıyordu. Ağrısına aldırış etmeden eve kadar yavaş yavaş yürüdüm. Kapıya ulaştığımda poşetleri elimden atmak istesem de şişelerin kırılabileceğini düşünerek yere bıraktım ve kilidi açtım. Tekrar yerden poşetleri alıp içeri girdim.


Bugün kendimi ölüme en yakın hissettigim gündü ve ölmek için harika bir gün olduğunu düşünüyorum. Ruhum diğer günlere oranla daha siyah, saçlarım toprağı arzularcasına turuncuydu ve ayaklarım sonsuza kadar hareket etmek istemiyormuş gibi güçsüzler. Karanlığı severdim. Kusurlarım, hatalarım, hareketlerim görülmezdi ve bu aptal dünyanın aksine fısıltım bile kolayca duyulabilirdi.

Ağır olduğunu hissettiren içki ve çerezlerle dolu poşeti neredeyse sürüyerek salona taşıdım. Beni öldürene dek içecek içkim olduğu için hemen içmeye başlamak istedim. Mutfağa gidip kendime kadehe nazaran daha büyük olan bir bardak aldım. Tekrar ayaklarımın ilerlemesine yardımcı olarak salona geldim. İçmeye vakit kaybetmeden başladım. Ölümün yolundaki taşlarımı nasıl döşeyeceğimi düşünmeye başladım. Kendimi asmak çok klişe bir işti, bileklerimi kesmek ise acı verirdi ama pişman olup kurtulma ihtimalim de vardı. Kendime bir düzenek hazırlamaya karar verdim. Küçük tüpü alıp demir, üst tarafı üçgen şekilde fakat içi boş ve ayakları olan bir zımbırtının üzerine koydum, altına da mum yerleştirdim. İçkilerim bittiğinde kafam da ölüme en yakın olduğunda mumu yakacaktım. Patlamayla pişman olsam da geri dönüş olmayacağını düşünmüştüm.



IZDIRAP KOKAN KADINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin