(Merhaba sevgili okuyucularım. Ben geldim. Neden paylaşmadığımı belirtmiştim. Umarım bu bölüm hoşunuza gider. İyi okumalar. Seviliyorsunuz...)
"Calanthe! Daha ne kadar orada dikilmeye devam edeceksin?"
Annesinin seslenmesiyle kendine gelen Calanthe, arabaya doğru dönerek yavaşça ilerledi. Eteklerini toplayarak basamağa bastı ama ayağı kayınca düşmesi bir oldu. Bu parkta onun için ters olan bir şeyler vardı. Neden her seferinde düşüyordu?
Annesine baktığında, şaşkınlıktan ve birazda telaştan açılmış gözleriyle karşı karşıya geldi. Falicia ise kendini gülmemek için zor tutuyordu. Calanthe ise bir anda kahkahalara boğuldu. Bunu fırsat bilen Falici'da gülmeye başlamıştı. Breanna ise ikisine de şaşkınlıkla baktı. Calanthe ise hala yerde iki seksen uzanmış bir şekilde gülüyordu.
Etraftaki insanları unutmuştu ama birden aklına gelince hızlıca ayağı fırladı. Üstünü silkip, çeki düzen verdi ve sürücünün yardımıyla arabaya bindi.
"Bu parkta bir şey var Falicia. Her geldiğimde düşüyorum ve..." Calanthe'nin devam etmesine izin vermeden söze atılan Breanna oldu.
"Sen kaç kere düştün burada Calanthe?! Aman Tanrı'm kızıma kesinlikle nazar değdi!"
"Anne bir şey yok! Sakin olur musun?"
Falicia'ya bakıp, iki bayanda gülmeye başladılar. Annesinin surat ifadesi gülünmeyecek gibi değildi. Sanki Calanthe hiç düşemezmiş gibi davranmıyor muydu bu tam da gülünecek bir nedendi. Çocukken koşarlardı ve hep düşüp dizlerini incitirlerdi. Annesi hiçbir zaman buna alışamamıştı. Kızlarının canı onun için değerliydi her zaman.
Calanthe, iki kadını da birbirleriyle yalnız bırakmıştı. Çünkü düşüncelere dalıp gitmişti. İki kadın konuşmaya dalmış, Calanthe'nin halinden bir haberdiler.
Dükün ona olan davranışları hoşuna gidiyordu. Sözleri kendinden geçmesine sebep olmuştu. Aşık olduğunu kabul ettiğinden beri bazı şeyleri itiraf etmesi kolay oluyordu.
Şu an içindeki aşk o kadar saftı ki, ona pamuk şeker gibi tatlı geliyordu. İçindeki heyecan kırıntıları, midesindeki kelebekler hepsi anlatamayacağı kadar yoğundu.
Kelebeklerin ömrü bir gündür derler ama Calanthe'nin içindeki kelebekler ölümsüzlüklerini ilan etmiş gibiydiler. Ölümsüzlüklerini kutluyorlarmış gibi midesinde pır pır ediyorlardı. Kanatlarının kırılmasından, toz olup uçmasından korkmuyormuş gibi çırpıyorlardı. Ne de olsa kozalarından yeni çıkmışlar, bu sevincin mutluluğunu yaşıyorlardı. Aşkını itiraf etmiş bir kadının aşkını kutluyorlardı.
Gelecekte neler olacağını bilmeden, küçük bedenlerinin ikiye ayrılacağını düşünmeden hareket ediyorlardı. Onlar için anı yaşamak bu olsa gerekti. Çünkü aşkın güzelliğinin yanında, kalp kırıklığını daha tatmamışlardı. Tattıklarındaysa, yıkılmamaları için çabalamalılar dimdik durabilmelilerdi. Kanatlarını koruyabilmeleri gerekiyordu ki güçlü durabilsinler.
Calanthe'yi korumaları gerekiyordu. Çünkü Calanthe bir bebek kadar kırılgan bir yapıya sahipti. Nasıl güçlü duracağını bilmeyen, en ufak duygusal bir şeyde ağlayabilen biriydi ama kardeşi kadar sulu göz değildi. O kalbi kırıldığında, üzüldüğünde ağlayan biriydi. Kardeşi ise olur olmadık şeylere bile ağlayabiliyordu.
Konu duygulardı onun için. Duygusuz biri hiçbir zaman olmamıştı ve hep bu yüzden bazen duygularına yenik düşebiliyordu.
İngiltere'ye gelmesi onun için hem mutlu olması gereken bir şeydi, hem de üzülmesi gereken. Çünkü yeni bir aile kurmak için ailesinden ayrılıyordu. Ailesinden ayrılması büyük bir özlemi yanında getiriyordu. Yeni bir aile kurmak istiyorsa buna katlanması gerekiyordu. Ziyaretlerle özlem giderebilirdi, değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ღDüşesim Olur Musun?ღ
Tarihi KurguDikkat çekici güzelliği olan, aradığını Amerika'da bulamadığı için İngiltere'ye gelen Amerikalı bir Leydi olan Calanthe Carter... Aşka inanmayan, adının hakkını veren yakışıklı ama diğer adının hakkını veremeyen tehlikeli bir dük olan Kevin Andrew...