"Nereye gittiğimizi söyleyecek misin artık?"
Sabah uyanır uyanmaz Tae Hyung tarafından arabaya sürüklenmeye başlamıştım. Hatta uyanmamıştım bile, Soo Joo hala uyumaya devam ederken tatlı uykumdan uyandırmıştı beni ve şu an yola çıktığımızdan beri nereye gittiğimizi beşinci kez soruyordum. Hepsinde cevap aynıydı; hiçbir şey söylemeden şarkı söylemeye devam ediyordu.
"Berbat bir sesin var Tae Hyung."
Bir şeyler söylemek için ağzını açtığı sırada vazgeçip, gülerek başını salladı.
"Menajer Kim şirkete döndüğümüzde bizi öldürecek. Bir de onun arabasını aldın."
Asıl beni endişelendiren kişi menajer Kim değildi, eğer şirketten izinsiz çıktığım başkanın kulağına giderse, vereceği cezaları düşünemiyordum bile.
Başımı ellerimin arasına alıp dağılmış saçlarımı geri attım.
"Senin yüzünden programlarımı aksatıp duruyorum."
"Bir kere de susamaz mısın?"
Camdan dışarıya bakmaya başladım. Nereye gittiğimizi bilmesem de, bir kerelik 'başkan ne der?' düşüncesinden sıyrılmam şu anki psikolojim için çok iyi olabilirdi. Yine de bu korkmamam için yeterli bir sebep olmuyordu. Şirkete döndüğümüzde başkan bozuk olan psikolojimi mahvetmekten hiç çekinmeyecekti çünkü.
"Maskeni ve gözlüğünü taksan iyi edersin Joo Hyun-sshi."
Yüzündeki sırıtma bir an benim de gülümsememe sebep olurken, "Yah, benimle resmi konuşma." dedim. Bu sefer daha büyük bir gülümseme sunmuştu bana.
Sonunda Tae Hyung arabayı durdurup indiğinde ben de onu takip ettim. Üzerimde hala sarı pijamlarımın olduğunu ancak arabadan indiğimde anlayabilmiştim. Tabii ki, bu aptal üzerimi değiştirmem için bile fırsat tanımamıştı ki.
"Böyle hiçbir yere gelmem!"
Arabaya geri dönmek için kapıyı açmaya çalışsam da kapı çoktan kilitlenmişti. Tae Hyung elimi kendi eline kenetleyip karşımızdaki alış veriş merkezine doğru hızla yürümeye başladığında ona karşı koymadan, yalnızca başımı öne eğmek ve saçlarımı yüzüme doğru atmakla yetindim. Sarı pijamalarım, yüzümün yarısını kaplayan maske ve gözlüklerimle yeterince dikkat çekiyordum zaten, bir de bağırarak tanınma oranımı arttırmak istemiyordum.
Alışveriş merkezine girdiğimizde önümüzde gördüğüm ilk kabine attım kendimi. "Burya geldiğimize göre bana kıyafet almayı düşünüyorsun değil mi?"
Çoktan kabinin önünden ayrıldığını sessizlikten anlamıştım. Cidden, apar topar beni bu saçmalığa sürüklediğini varsayarsam, gerçekten önemli bir şey olmalıydı, aksi halde onu öldürürdüm.
20 daikalık bekleyişimi Tae Hyung'un sesi bozdu. Geri döndüğü için şükretmeliydim.
"Bunları giymek zorundasın, parasını çoktan ödedim."
Kabinin kapısını açıp hızla elindeki kıyafetleri aldım. Üzetinde beyaz yazıları olan siyah kapüşonlu gayet güzel olsa da, üzerime bir beden büyük gelmişti.
Tamamen üzerimi giyinene kadar ne aldığına dikkatli bakamadım. Sonunda giyinebildiğimde aynadaki görüntüm hiç de fena sayılmazdı, eğer yüzüm tamamen maskeyle kaplanmamış olsaydı tabi...