"Onu bir daha bırakmam mümkün değil."Gece boyunca bu cümle kafamda yankılanmıştı. Doğru düzgün uyuyamamıştım ve gözlerim kapanmak için beni zorlarken uykunun tatlı kollarına zor da olsa direnmeye devam ediyordum.
Soo Joo ile konuşmaları aklıma geldikçe delirecekmiş gibi hissetmemin normal olduğunu düşünmekten başka yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu.
Saatlerdir Tae Hyung'un yüzünü aklıma getirerek bir şeyler çıkarmaya çalışıyordum, ancak sonuç hep aynıydı; hiçbir şey. Ona dair en ufak bir şey hatırlayamıyordum. Bu konuşmayı duymamış olsaydım onun yalan söylediğini veya bir fan olduğunu düşünürdüm ama Soo Joo'nun söyledikleri aklıma geldikçe bu düşüncelerimin saçmalığını fark ediyordum.
Kapının açılmasıyla istemsiz olarak yerimden kalkmıştım. Gelen kişi tabiki menajer Kim'di, başka kimi bekliyordum ki?
"Provalara hazırlanmalısın."
Bir süre odaya göz gezdirdikten sonra "Soo Joo nerede?" dedi. Cevabını bildiği soruları sorması sebepsiz yere sinirlenmeme neden oluyordu.
"Ben uyanmadan çıktığını biliyorsun."
"Ah.."
Suratında en az benimki kadar yorgun bir ifade vardı, onun da pek uyamadığı belli oluyordu. Aklıma Soo Joo'nun söyledikleri gelince yüzümü kırıştırıp başımı iki yana salladım. Neyi bilebilirdi? O iki aptalın benden sakladıkları şey neydi?
"İyi misin?"
Menajer Kim'in şaşkın bakışları karşısında sadece başımı sallamakla yetindim. Onunla konuşmak istemiyordum.
Odada onu yalnız bırakarak hızlı adımlarla yurttan ayrıldım.
Günlerdir yurtta kalıyorduk ve cidden sıkılmaya başlamıştım. Eve lanet korkum yüzünden gidemiyorum, dışarıya çıkma ihtimalim yoktu bile...Burada resmen tıkılı kalmıştım.
Alt kata indiğimde gitmem gereken yerin pratik odası olduğunu biliyordum, gitmediğim takdirde menajer Kim'den iyi bir azar işiteceğimi ve dansçıları boşuna bekletmiş olacağımı da biliyordum fakat ayaklarım istemsiz olarak vokal odasına yönelmişti. Neden onun yanına gittiğim hakkında bir fikrim yoktu, sadece içimden gelen saçma bir istekti.
Odaya girdiğimde bayan Min Jae ile Soo Joo'nun çalıştıklarını fark etmiştim. Yine oluyordu, onu görür görmez içimde oluşan duygu karışımı tüm benliğimi kapsar hale geliyordu birden. Ve daha kötüsü kendimi ihanet etmiş gibi hissediyordum ona karşı...
Beni fark ettiğinde hocasına "Bir dakika." diyerek yanıma gelmiş, ardından da beraber odadan çıkmıştık.
"Bir şey mi oldu?"
Bana karşı davranışlarında hiçbir tuhaflık yoktu, ne bir nefret, ne de umursamazlık belirtisi... Sadece mutlu görünüyordu. Onun bu ifadesi kendimden daha fazla nefret etmemi sağlıyordu sadece. Bana karşı yaptığı hiçbir şey yoktu. Benden nefret etmediğini kabullenmek istemesem de biliyordum ve bu, canımı yakıyordu.
"H-hiç... Sadece ben, uzun süredir görüşmediğimizi... Fark ettim."
Bir düre duraksayarak yüzüme bakmaya devam ettikten sonra suratında ufak bir gülümseme oluştu.
"Oh, doğru."
Ne diyecektim ki? İşte, ona karşı en büyük problemlerimden biri buydu. Onunla yüz yüze geldiğimde ne konuşmam gerektiğini bilmiyordum.