4-Siyah yıldızlar

22.3K 833 105
                                    

Uzatılan çatalla gözlerimdeki perdeler kalktı. Barkın salata dolu çatalı ağzıma sokuşturuyordu. "Karga kadarsın." dedi ve ardından ekmek sokuşturdu. İpek in dediği şeyle lokmam boğazımda kaldı.

"ABİ SEN ÇOCUK İÇİN Mİ YENGEMİ BU KADAR BESLİYORSUN?"

Bir çocuk sahibi olmak. Babasının aynasını her zaman yanında taşımak gibi. Ne kadar sinirlenirsen sinirlen sevmeye mahkum olmak ,nefret edememek,karşılıksız merhamet beslemek, aşk kırıntılarının tek tanesini düşürmeden kalabalığın ortasına sermek gibi. Barkın ı sürekli yanımda taşımayı bırak Ediz in tanesi olmayan bir meyveyi gözüm görür müydü benim? Ya çekeceğim vicdan azabı? Kalbim durulmamışken dev dalgaların hakim olduğu içimde çocuğumu boğulmadan sevebilir miydim? Babasının başkası olduğunu hayal ederken bir hayal kırıklığı değilde bir gurur tablosu verebilir miydim hayata? Bencil desinler ne derse desinler yaralarım kanarken tuzumu kendim yapamaazdım. Bir çocuk annesi olamazdım. O ağlarken ben zihin dünyamdan çıkamazdım. Hiç bir zaman yeterli olamazdım ona. Kim isterdi ki annesinin kalbinde bir adam dolaşırken o adamı bilmeden yaşamayı? En önemlisi her çocuk seven bir anne ,sahiplenen bir baba isterdi. İçim Ediz derken dışım Barkın diyemezdim.

"İpek saçmalama!" diye kükreyen Barkın irkilmeme neden olmuştu. "Kızacak ne var?" diyen İpek e öfkelenemiyordum bile. "Sen iyice azıttın. Yemeğini ye!" dedi ve bana bakmadan yemeğine döndü. Onun bana bağlanmamasına o kadar memnun oluyordum ki başka türlü olsa ben sağ çıkamayacaktım. Allah tan güçlü bir adamdı ve etrafındaki tek kadın ben olmayacaktım.

İpek yemeğini yedikten sonra bize veda etti ve arabaya binip mutsuzca uzaklaştı. Bağırması hoş olmamıştı ama böylelikle içimdeki çatışmayı sonlandırmıştı. "İpek bazen gevezeleşiyor." dedi yine sinirle. "Önemli değil." dedim ve omzumdaki ceketi düzelttim. Arabaya doğru yürürken önden gitmesi bana daha çok alan bırakıyordu. Bazen öyle bir yerde öyle bir aleme dalıyordum ki alanıma biri girdiğinde beynim sekteye uğruyordu. Barkın mesafeyi korurken hep böyle olmasını umdum.

"Ceketimin sağ cebinden bir sigara çıkarır mısın?" dediğinde sağ cebine elimi daldırdım ve çıkan paketten bir sigara çıkarıp ona uzattım. Çakmağıda çıkarınca yaktı ve bana geri uzattı. "Rahatsız olur musun?" dediğinde "Hayır." dedim. Aslında oluyordum. Hiç kullanmamıştım ve içilen ortamlardan uzak dururdum. Köyde insanlar parasızlıktan tütün sarar içerlerdi. Tütün ün ağır kokusunun yanında Barkın ın sigarası güzel bile kokuyor diyebilirdim. Paketi cebine koyarken yazıyı okudum. -Parliament- yazıyordu. Sigaralardan anlamazdım. Önüme ne getirsen pis zehir der geçerdim.

"Halan ve kızları için hediye bakalım önce. Onun elini öpmemiz gerek." dediğinde kafamı kaldırdım. Gerçekten bir tarafı alaturka iken bazı konularda da çok duyarsızdı. Ona belli bir ad ve sınıf veremiyordum. Daha tanıyalı yirmi dört saat olmamıştı ama sanki yıllardır tanıyormuşum gibiydi. Yanında saat geçmiyor gibiydi. Bazen işkence gibi gelse de sokakta işittiğim laflardan daha iyi hissediyordum ve Ediz e ulaşacak olmayı bilmek onun peşinden ayrılmamam için bir işaret gibiydi. Onunla İstanbul a gidecek olmak rüyalarımdan bile öte bir şeydi. Sanki İstanbul a gidersem kaldığım yerden devam edecekmişim gibiydi. Ediz ona makarna yapmam için ellerimi öpecekmiş gibi. Ayakkabılarıyla evde gezdiği için kızacakmışım gibi. Çoraplarını basket atacakmış gibi. Gibiler çok fazla değil mi şu yaşamda?

Arabada hafifçe bir keman sesi yükseldiğinde içim yavaş yavaş sancımaya başladı. O kadar değişik bir tonu vardı ki yaşamımı gözden geçirmeye başlamıştım. Okuldan tut buraya kadar. Bazı yerlerde hoyratlığı,ettiğimiz kavgaları,zaman zaman durulması,gün sonundaki yorgun bakışlarımızı,kimi zaman duygu iniş çıkışlarımızı gözlerimin önüne getiriyordu. "Bu parçanın adı ne?" dedim birden. Gözyaşlarımı silmekle uğraşmıyordum bile. "Siyah yıldızlar. Sen ağlıyor musun?" dediğinde ona belkide ilk defa gülümsemek istedim. "Teşekkür ederim bana bu müziği dinlettiğin için." dedim ve gülümsedim. Oysa sinirlendi. Arabayı kenara çekip bana döndü. "Seninle anlaşalım. Ağlama artık ve beni gaddarlaştırma. Kocan olduğumu unutma! O adamı yanımda anma!" dediğinde geri çekildim. Bağırdığında ondan aşırı derecede çekiniyordum. "Özür dilerim." dediğimde bağırması daha da şiddetlendi. "Aksi halde.." dedi ve durdu. Sinirini kontrol etmeye çalışıyor gibiydi. "Üzerine basıp geçerim ve yıkıntıların umrumda olmaz. " dediğinde soğuk yüzü içimi ürpertti. "Tamam." dedim ve yüzümü önüme eğip kapamaya çalıştım. "Benim yanımda ağlamayacaksın! O adamın düşüncesini bile sezmeyeceğim. Ne sanıyorsun sen beni? Peygamber sabrım mı varmış gibi gözüküyor? Benim tepemi attırma kızım. Çok kafam kızarsa gerçekten karım yaparım seni. İsteyip istememen önemli değil!" dediğinde ellerim buz kesmişti. İstemeden dokunulmak. Dün gece bu kabusu yeniden atlatmışken bir daha ihtimaller arasına girmesi kuş gibi uçan kanadımı ansızın kırmıştı ve bundan sonra bakıcımın yarama bakacağı kadar hayatta vardım.

Halama zümrüt yeşili elbise alırken yanımda dikilen adamı unutamıyordum. Normalde önünden geçerken bile tedbir alınacak mağaza da şuan gereğinden fazla ilgi görmek insanların ne kadar cüzdan meraklısı olduğunun göstergesiydi. Benim bugün cüzdanım yanımda bana yabancı olan Barkın dı. Bendeydi aptallık. Daha birkaç saat önce tanıdığım adamın uyku sersemliği ile verdiği sözlere kendimi kaptırmıştım. Doğruydu. Peygamber değildi ve ben karısı olmayı kabul etmiştim. Dizi çekmiyorduk ki burada yazara göre bana sahip olsun. Paşa gönlü ne zaman isterse bir böcek gibi ezecekti beni. Halam ve Ediz için ben bunu da kabul edebilecek miydim? İstanbul a gidene kadar dokunmasa yetecekti belkide. Eğer Ediz in parçalarına tutunursam beni defalarca da kullansa da gönlümde dert edinmeyi başaramayacaktı ama şuan elimde tutunacak bir şeyim yoktu.

Kızlara da birer elbise ve ayakkabı aldığımda sadece halama şal almak kalmıştı. "Şallarınız nerede acaba?" dediğimde kadın bana gülümsedi. Aslında bana değil yanımdaki adamaydı tavırları. "Onlar diğer katımızda. Buyurun." dediğinde ben peşine düşmeye hazırlanırken kolumdan tutulmamla yanlış ne yaptım acaba diye düşünmek istemedim. "Efendim?" dedim uysalca. "Önce bunu dene." dediğinde elindeki dar kesim kırmızı elbiseye baktım. Günlük bir elbiseydi ama çok soylu bir havası vardı. İçindeki ben ne kadarsam ucuzum diye bağırırsam bağırayım benim bile sesimi kesecek kumaşa sahipti. Elime aldım ve kabine doğru ilerledim.

Üzerimde elbise ile çıktığımda tezgahtar kız hala kur yapıyordu ve Barkın muhattap olmuyordu. Beni görünce elini uzattı. Tereddüt etsem de tuttum. Beni aynaya çekeledi ve aynada ikimiz bakışmaya başladık. Çok farklıydık. Ben başka adama aittim ve öyle de bir duruşum vardı. Sanki bedeni bu adamın yanındaymış ama gözlerinin feri başka masala kilitlenmiş gibi. Boş bakıyordum. Onun gözlerini tanımlamam gerekirse erkekçe arzu ve hırs vardı. Bana iğrenerek bakmasının yanı sıra gözlerindeki sahip olma hırsı tamamen bencillikti. Bana karşı beğenisi veya hissi yoktu. Ona kul köle olmadığım için hunharca alt üst etme isteği gözlerinden okunuyordu. En azından ben ne gördüğümü biliyordum. Belimi sarıp beni kendine çevirince soluğumu ve gözyaşlarımı tuttum. Ona ürkekçe bakıyordum çünkü içimde öleceğini bilen bir ceylan son nefeslerini veriyordu. Kesik kesik nefes,tam nefes ve son.

"Bu kalsın üzerinde.Alıyoruz." dediğinde alanımı yok ettiği için paniğe kapıldım. Ya o alanı delip beni şekilsiz olan bu dünyaya devam etmeye zorlarsa? Şekilsiz diyorum çünkü gün geçtikçe insanlar daha kaygan hale getirip şeklini eritiyorlar duyguların. Birsen sayesinde atıldığım bu maceradan acaba kendim ve kırık kalbim sağlam çıkacak mıydık? Ne garip değil mi? Tuz tanesi şeklinde yığınlaşmış ruhumun tek parçasının kaybolmasına tahammülüm yoktu. Bir kavanoz tuzun içinden bir tanesi kaybolsa anlamazdınız ama yemin ederim ki ben ruhumdan tek tanesinin alındığını daha uzatıldığı anda farkediyordum. Aynanın karşısındaki bu hırslı adam elini uzatmıyordu bana emrediyordu. Zekiceydi. İnsan kendini infaz edemezdi. Bahaneler türetirdi ve bende türetecektim eğer böyle bir şey başıma gelirse.

Halamlara ve kızlara ben seçmiştim elbiselerini ve enişteme de Barkın seçmişti. Akrabalarım içinde ailemle konuşacaktı. Bazı akrabalarımız Nusaybin deydi. Onlara da otobüs yollanacaktı. Benim için orada önemli olan amcamın oğlu Abay ve kızları Berfin ve Berçin di. Bana o olaydan sonra sırtını dönmeyen ender insanlardı. Abay beni iki kere görmeye gelmişti. Benden üç yaş büyüktü ve okumamasına rağmen zihni çok berrak ve yüreği merhametliydi. Babamların gaddarlığı onun yanından bile geçmiyordu. Bana orayı gitmemi teklif etmişti ama Abay merhametli olduğu kadar korumacıydı da. Benim yüzümden katil olmasını istemediğim için kabul etmemiştim. Düğüne gelecek olması beni kaygılandırıyordu. Bu olayı çok didikleyecekti. Ruhumun ne kadar kapalı olduğunu biliyordu. Beni gerçek anlamda tanıyan birisi olması beni korkutuyordu.

"Düğüne Nusaybin deki akrabalarımı çağırmasak bir şey olur mu?" dediğimde bana neden der gibi kaşını kaldırdı. Direk doğruyu söyleyecektim. Ona değer vermiyordum ki ne düşüneceğini umursayayım. "Amcamın oğlu Abay bu evliliğe inanmaz ve her şeyi sorgular." dediğimde bana inanmamış gibi baktı. "Benim korkum yok. Sen dün gece herkesin gözü önünde benim karım diye ilan edildin. Bir piçten mi korkacağım?" dediğinde Abay a ettiği laf ağırıma gitmişti. "O piç değil!" dediğimde yüzüme baktı ve dişlerini sıktı. Dile getirdiği cümle ile halkın gözünden farklı bakmadığını bilmek bu defa beklediğim bir şeydi ama her zaman ki sızıdan biraz farklıydı.

"ONADA MI VERDİN?"


KİRLİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin