Bölüm 16

7.5K 263 11
                                    


Bir varmış, bir yokmuş...Tanrının mahlukları tahıl kadar çokmuş... Fazla konuşmak günahmış...*

(Baba ve Piç)

*

Kahvemin köpükleri ben bardağı ağzıma indirip kaldırdıkça farklı şekillere giriyordu. Üzerinde göz göz olan baloncuklara takılıp kaldım. Hava karardığından etraftaki tatlı kalabalığın sesleri yavaş yavaş evlerine dağılıyordu. Çocuklar oyunlarını bırakmak istemiyordu. Evlerden yoğun yemek kokuları yükseliyordu. 

Can sessizce karşımda oturuyor, gözlerini halıda gezdiriyordu. Elindeki kahve kupasını ne kadar öyle tuttu bilemiyordum. "Işığı yakmamı ister misin Can" diye usulca sordum. Başını kaldırıp daldığı düşüncelerden uyandı. "Saat geç oldu ben evime geçeyim" diyerek ayağa kalktı. Yemeğe kalmasını isteyecektim ama üzerine çöken hüzün yüzünden yalnız kalmak isteyebileceğini düşündüm. Sesimi çıkarmadım.

Kapıdan çıkmasına yakın aklıma gelen mumu koşarak içeriden getirdim. "Unutmadan şu mumu al. Ve biliyorsun günahını söyleyeceksin işte. Biraz da dua..." dedim. Can'ın dalgın bakışları içime bir şüphe düşürdü. "Tekrar konuşmak istemiyor musun? Neden üzgün gibi bakıyorsun?" dedim. Sonunda avucumdan mumu çekerek aldı ve tam karşıma dikildi. "Üzgün değilim ve konuşmak da istiyorum. Sadece yoruldum Ekin. Anlıyor musun? Bu hayatı ben seçmedim. Ama birkaç aç gözlü insan yüzünden farklı yerlere sürükleniyoruz." dedi. Derin bir nefes aldım. Ona ne diyebilirdim ki. Çok haklıydı. Deneme tahtası yerine konulmuştu ve sudan öylesine ona da içirmişlerdi. Bunca yıl konuşamamak herkesin kaldırabileceği bir şey değildi. "İçini rahat tut. Her şeyi halledeceğiz" diyerek sevimli bir şekilde mavi gözlerine baktım. Can  başka bir şey söylemeden yanımdan ayrıldı.

Eve geçip domates soslu makarna yaptım. Yanına da meyveli soda açıp televizyon karşısına geçtim. Her zamanki gibi haberlerde bin bir çeşit cinayet olayları vardı. Kanalı değiştirip müzik programı açtım. Kliplerin hepsi birbirine benziyordu. Kendime uygun bir şey bulamamıştım, sürekli kanal değiştiriyordum. Sonunda dayanamayıp televizyonu kapattım. Elimdeki bulaşıkları götürüp makineye dizdim. 

Artık yapacak bir şeyim kalmamıştı. Ne kadar kaçsam da bu mumu yakıp en büyük günahımı anlatacaktım ona. Ama önce duş almam gerekiyordu. Duşta uzun uzun düşünmeye başladım. Suyun düştüğü her yanım hafifçe titreşiyordu. Yaptığım en büyük günah neydi benim? Yavuz'la birlikte olmak mı? Küçükken çaldığım çikolatalar mı? Yoksa arkadaşlarıma söylediğim binlerce yalan mı?

Duştan çıktığımda ıslak ayaklarımla yatak odama geçtim. Altıma gri taytımı, üstüme de mavi tişörtümü geçirdim. Çoraplarımı ve hırkamı giydikten sonra terliklerimi arıyordum ki kapı çaldı. Koşarak kapıya yöneldim. Önce bahçe kapısının ışığını yaktım. Kapıyı açtığımda dışarıda kimse yoktu. Sağa sola bakıp başımdaki saç havlumu tuttum. Tam içeri girecektim ki pas pasın üzerinde yatan boynu kırık güvercine gözüm takıldı. Güvercin gözleri kapalı başı arkaya kadar döndürülmüş bir şekilde öylece yatıyordu. Bir anda ağlamaya başladım. 

Vestiyerden spor ayakkabılarımı alıp giydim. Bahçemde ufak bir çukur kazdıktan sonra ölü güvercini buraya yerleştirdim. Üzerini toprakla kapattıktan sonra ağlayarak dua ettim. Akılları sıra bana göz dağı vermeye çalışıyorlardı. Eğer bu mahalleden gitmezsen senin boynunu da böyle kırarız, demeye getiriyorlardı. Halbuki benim yüreğimde saklı olan çok eski bir anıma dokunduklarından habersizlerdi. Ben eskiden çok kötü bir insandım. Bu mahalleye gelince kendimi düzeltmeye başladım. Burası benim arınma köşem oldu. Can'a yardım etmeliydim. Buradan gidemezdim.

FÜME (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin