"Leip Suzanne, Mektebinizde Leoni adında genç bir hanım vardı. Hatırladınız mı? Kızıl, kabarık saçları, çillerinin altına gizlenmiş bembeyaz ciltli biriydi. Son zamanları onun bir sözü cereyan ediyor zihnimde. Kalbi hassas olana, dünyanın ağır geldiğini söylemişti bir dersinizde. Bazıları bu söze takılmış, uzun uzun düşüncelere dalmıştı. inanın bu sözün dersinizdeki hanımları neden bu kadar etkilediğine, şaşıp kalmıştım. Duygusuz olduğumu bile düşünmüştüm o vakitlerde. İtiraf etmeliyim ki, beni o zamanlar etkilemeyen bu söz cümbüşü, şu aralara beni o kadar iyi anlatıyor ki, bilmezsiniz.Duygularımı sakınan biri olmam tamamen kalbimin hassasiyetinden kaynaklandığını, şu günlerde daha iyi anlamama vesile olmuştu. Ben ki, kimsenin beni kimsenin kıramayacağını, üzemeyeceğini sanırdım. Ama bu kez beni ezip geçiyorlar. Dünya tam anlamıyla ağır geliyor bana. Kendimi kanıtlamak isteyişime kızıyorum. Beni üzebildiklerini ise kabullenemiyorum bir türlü.
Hani siz, ne söylediğinizden çok, hangi üslup ile söylediğiniz önemlidir, deyip durursunuz ya. Bu çok doğru, Liep Suzanne! Etrafımda beni kıran o kadar kötü üslup dolanıp duruyor ki, adeta hançerleniyorum. İster istemez değişiyorum. Değişmek zorunda bırakıyorlar beni. Sevdiğim, savunduğum şeyler, olmak istediğim benliğim adeta iki taşın arasında sıkışıp kalıyor. Göz göre göre sarf ediliyorum.
Bu denli sarf edilişimin kırgınlığını yaşıyor olup, kalıyorum. Günler ise benden sessizce eksiliyor. Her şeyi çok ciddiye alıyorum. Sanki ölümsüzmüşüm gibi..""Ellerinize sağlık, efendim. Her şey harikulade!" Diyerek tok sesiyle sessizliği bozu Salih bey. İri omuzlarından aşağı inen, kollarını masanın üzerine yerleştirip, dirseklerini dayadı. Vakur biriydi. Adeta baba figürüyle boyanmıştı. Dudaklarının üzerinde kalemle çizilmişçesine bıyığı, hemen hizasından aşağı inerek yayılan sakalı, ciddi tavrı saygı uyandırıyordu. Kalın kaşlı, sert mizaçta, bakışı ise olduğundan ürkekti. Görünenin aksine, çekingen benliği vardı. Gözlerinin altından belirgin çukurları, yanlarına taşan ince çizgiler ve hali tavrıyla adeta yaşından olgun bir kişilik ortaya koyuyordu. Her baktığımda iki renk arasından kaldığım gözleri gezdi masada. Ellerini kenetleyerek baktı etrafa. Yemek faslını erken bitirmenin ziyafetini yaşıyor gibiydi. Gözleri kısa bir süre daha etrafta gezdikten hemen sonra, çekinerek bende gezmişti. Sesini işitir işitmez, merakla baktığımda fark etmiştim.
"Afiyet olsun, oğlum. Beğenmene pekala çok sevindim." Diyerek, halam sağındaki mendili nazikçe dokundurdu dudaklarına. "Şimdi, Mihrimah kızım bize bir kahve yapar, afiyetle içeriz. Sohbetimize salonda devam edelim, istersen." Diyerek ayaklanıp yol gösterdi.
Ali dakikalarca, hepimizin aksine önündeki yemekten yemek yerine karıştırıp durmuş, uzun uzun düşüncelere boğmuştu kendisini. Arada, gözleri masada geziyor, Salih Beyin bakışlarını üzerimde yakaladığında, gür ve kuru bir öksürük yayılıyordu boğazlarından. Benim ile göz göze geldiğinde ise, benliğinden yayılan üzüntü dalgasını dağıtmak için hileye başvururcasına başka bir uğraş buluyordu. Bir kaşık bile ağzına koymadığı yemekleri istiyor, tabağına az bir şey alıyordu. Daha çok suyla doyurmuştu midesini. Halamın ayaklanışının ardından, düşüncelerden sıyrılıp ayaklandığında, dudaklarını kemirerek süzdü etrafı.
"Tabi Halacım." Diyerek önümdeki tabağı alıp ayaklandım. "Nasıl içersiniz, kahvenizi?" Diyerek Salih beyde buluştu gözlerim.
"Bol şekerli.." diyerek Ali cevaplamıştı sorumu. Sessizliği bastıran sesi, herkesi şaşırtmıştı. Her birimizin şaşkın gözleri üzerinde gezdiğinde, benim kendisine değil de, Salih beye sorduğumu anlamıştı. Ortamı toparlamak ister gibi, yanı başındaki Salih beyin omuzuna elini koyarak tekrar konuştu. "Bol şekerli içerisiniz değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN MATEMİ
Ficção HistóricaTarih 1930 Daha lise öğrencisi iken, dayılarının yanlarına gelmesi ile zamanını, halasının kızı besime, daysının oğlu Ali ve ablası Nesrin ile geçirir Mihrimah. Yıllar acele eder. Oyun oynar gibi oynar onlarla. Mihrimah gün geçtikçe büyür, genç bi...