Selamlar!Upuzun bir ara sonrası sevgi dolu bir bölümle geldim. Olaylar yavaş yavaş yerine oturuyor ve benim finalime azıcık kaldı diyebilirim. Tamam, o kadar da az değil ama az kaldı işte. Bu bölümü daha fazla bekletmemek adına iki parçaya ayırıyorum ve ikinci parta hemen şimdi başlıyorum. Siz okurken ve güzeller güzeli yorumlarınızı benden esirgemezken-umuyorum ki- ben de bölümü bu hafta içinde tamamlayacak ve ikinci partı ekleyeceğim.
"Bir ufka vardık ki artık.
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık.
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak..."
(Ahmed Arif)
Hayatımın belirli dönemlerinde kimlik çatışması yaşadığımı inkar edemezdim. Başımı yastığa koyduğumda, ya da başımı yastıktan kaldırdığımda, gözlerimi dünyaya araladığımda ya da dünyaya kapattığımda kısaca başlangıç ve bitişlerde duraksayıp kendimi sorguladığım milyonlarca zaman dilimi vardı. Anlam veremediğim bir şekilde bedenimin bana yabancı geldiği bu günlerde, ruhumu saran bu ikinci deriden kurtulmak için neredeyse çırpınırdım.
Ben kimdim?
Koskocaman Dünya'ydım.
Peki ya o kimdi?
Benim bir parçamdı.
Benim engin suları aşan adamımdı.
Kendimi bildim bileli olan tutkulu kalmıştım. Kendimi bildim bileli, ona karşı önü alınmaz bir bağ ile bağlanmıştım. Ama bazen öyle zamanlar geliyordu ki bu bağ bile bana yabancılık çektiriyor, onun kim olduğunu kendimle tartışırken buluyordum. Ben, diyordum. Bu adama neden böyle tutuklu kaldım?
Neden bu kadar acıyı sırtlandım? Neden annemi kaybettim? Neden hala yaşıyorum? Tanrı'nın benimle olan sorunu ne? Binlerce neden sözcüğü zihnime üşüşürken, neden diye sormaya devam ediyordum. Benim hatam buydu işte. Sonuçtan çok soruya odaklanmış ve zamanla yüreğimin izini kaybetmiştim.
Şimdi buradaydım.
Karşımda sevdiğim adam, kadehine doldurduğu rakıyla bana bakıyor, gözlerinin içi gülümsüyor ve kadehini bana doğru kaldırıyordu. "Sana," diye fısıldıyordu. "Güzelliğine bu bardak."
Gözlerim dolarken, daldığım hayal aleminden sıyrıldım ve kendi bardağıma rakıyı doldururken, "Sana," diye fısıldadım. "Denizlerin evladına bu bardak."
Yıllanmış bir ruhu silkeleyip tozlarını üzerinden atmak belki kolaydır. Peki ya, sadece tozlanmış bir canlıdan ibaretsek? Güzelleşmediysek, acımız geçmediyse fakat sadece tozlanmışsak o zaman ne olacaktı? Atlas Alaskar, bir şaraptı. Gün geçtikçe yıllanıyor, güzelleşiyordu fakat ben onun karşısında sadece tozlanan bir biblodan ibarettim. Saçlarıma aklar düşüyordu gün geçtikçe benim. Oysa ben, onun kollarında oldukça pırıl pırıl olmak isterdim. Bu zihnim, diye düşündüm. Dünyanın en iyi planlanmış intihar vakasını bile zorlardı.
"Bugün havuzda," diye fısıldadı rakısından bir yudum alıp. Bardağı masaya sertçe vurdu. Hafif çakırkeyifti ve kirpikleri göz çukurlarına düştü düşecekti. Ama dudaklarına yerleştirdiği o bal gülümsemesi, ah o gülümsemesi bir türlü gitmiyordu. "Kollarımın arasında küçük bir kuş gibi çırpındığında tüm özgürlüğün avuçlarımın içindeydi, ve ben o an tüm tutsaklığımla sana tutuklu kaldığımı fark ettim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKYÜZÜ KADAR MAVİ
Teen Fiction"Bir adam sevdim. Ve sonsuz bir melankolinin koynuna düşüverdim." Okyanus Kadar Mavi adlı kitabın devamıdır.