İlk

109 9 13
                                    

- Ne o? Kıskandın mı?

Yüzündeyse her zamanki o kocaman gülümsemesi vardı.

- Kıskanmam gereken bir durum mu var?

- Bilmem. Sanki Alex'in beynine saldırıp tüm hücrelerini paramparça edecek gibi bakıyordun.

Hadi canım. Abartıyordu. Ben hiç kimseyi kıskanmam. 

- Yoo, sevdim. Çok tatlı bir kadın.

Aslında adından başka onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

- Güzel. Zaten bir bakana saldırıp Scalyla görevinin elinden alınmasıyla tüm dünyada yıllar sürecek iyi- kötü savaşının sebebi olmak istemezsin diye düşündüm.

Vay canına. Scalylalığı benden alabilir miydiler? Alsalar fena olmazdı hani ama yıllar sürecek savaş diyor. O devam etti.

- Hala ne kadar önemli olduğunun farkında değilsin, değil mi?

Bundan o kadar emin değildim. Tüm bunlar bana kocaman bir saçmalık gibi geliyordu. Kendimi fantastik bir filmde gibi hissetmem de durumun ciddiyetini algılamamı engelliyordu.

- Ne yapmam gerekiyor, bilmiyorum.

- Biliyorsun. Bu senin kanında var. Sadece içindeki gücü dışarı çıkarmalısın. Sence bu kadar sürede Tyler kadar iyi bir psişiğin zihin savunmasını aşmak sıradan bir şey mi?

O sırada derste yoktu ama biliyordu. Kim anlatmış olabilirdi? Muhtelemen Alaric... Alaric amcam...

- Farkındayım Oliver. Yaptıklarımın da yapabileceklerimin de farkındayım. Ama bilmiyorum... O tuhaf tipli, saçma sapan bir amaç için mücadele eden ve haklı olduklarını sanan insanlar karşısında n'aparım bilmiyorum. Başaramazsam n'aparım onu da bilmiyorum. 3 hafta kadar önce hayatımı değiştiren şeyler öğrendim ve bildiğin gibi öğrenmeye devam ediyorum. Hangi amaç uğruna savaş vereceğimi bile benimseyememişken içimdeki gücü bulmamı istiyorsun.

İçinde bulunduğum sitem duygusu yüzünden sesim biraz fazla çıkmış olabilirdi. Ama bu haksız olduğum anlamına gelmezdi. Başını öne eğmiş birkaç dakika beklememe rağmen cevap bile vermemişti.Sen. Bana. Cevap. Vermeyeceksin. Ha. Sinirlendiğimde, üzüldüğümde, canım yandığında, korktuğumda verdiğim tepki gibi kısık sesli bir kahkaha attım. Ardından hiçbir cevap beklemeyip kendimi merdivenlere attım. Odaya girmeyecektim. Angie içerideydi ve ona açıklama yapacak durumda değildim. Koridorun sonundaki odayı düşündüm, Matt'in kum torbası, birkaç minder ve müzik seti dışında hiçbir şey olmayan odayı... Oraya pek giren olmazdı. Evde yalnız kalabileceğim belki tek yer. Daha fazla uzatmadan girdim içeri. Tahmin ettiğim gibi boştu. Yere kadar uzanan pencerenin önündeki mindere oturdum. Pencere bahçeyi görüyordu. Bahçede Frank ve Tyler duruyordu. Frank heyecanla bir şeyler anlatıyor. Tyler ise bıkkınlıkla dinliyordu. Bunu farketmemek için kör olmak gerekirdi. Bir psişik olan Frank bunun nasıl anlamıyordu? Belki de anlamak istemiyordu. Kahrolası baş ağrısı... Ne zaman bir şeye sinirlensem, nabzımı beynimin içinde hissedecek kadar zonklardı kafamın içi. Geçen gün yine bu ağrıyla kıvranırken ağrı kesicim Sad but True olmuştu. Denemekten zarar çıkmaz diye düşünerek müzik setine bir göz attım. Birkaç parça geçtikten sonra Sad but True'nun introsunu duydum. James Hetfield... Bu adamın sesinde duyduğum huzuru  başka bir şeyde bulamıyorum. Mindere yeniden yerleşip dizlerimi katlayıp göğsüme kadar çektim. Sonra kafamı eğerek dizlerimin arasına yerleştirdim. Ve göz kapaklarımın kapanmasına izin verdim

...............

 Uyandığımda kendimi yattığım pozisyondan çok farklı olarak üç mindere sırt üstü uzanarak yatar halde buldum. Kafamın altında bir yastık, üzerimde de bir  battaniye vardı. Çalan parça da değişmişti. Uyku sersemi de olsam Jimmy Hendrix - Vodoo Child'ı tanıyabilirdim. Nihayet göz kapaklarımı araladığımda karşımda bir insan silüeti gördüm. Görüntü netleşince ayak ucumda duran Matt'i farkettim. Yerimde doğrulup yüzüne ifadesizce baktım. Gülümseyerek konuştu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 17, 2013 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Aslında Olmayan ŞeylerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin