Koluma dokunulmasıyla gözlerimi daldığı yerden kurtardığımda hareket vaktimizin geldiğini anladım. Kulaklığımın tekini yakama sıkıştırdığımda gecenin bu saatinde daha fazla ses istemediğime karar vermiş ve müziğin sesini de biraz kısmıştım. Günün yorgunluğunu bütün kaslarımda hissediyor ama bunu dindirmenin bir yolu olmadığını biliyordum. Yine de sanırım bu katlanabileceğim bir ağrı olacaktı. Zaten beynimde patlayan havai fişekler varken bu heyecanımı hiçbir şey engelleyemezdi.
Gerçi geçtiğimiz birkaç gündür kalbim yaşadıklarını sindiremeyip o kadar yerinde duramamıştı ki, menopozlu teyzeler gibi etrafımdakileri kalp çarpıntısı yaşayıp bayılacağıma ikna etmeye çalışmış ve beni düşmeden tutmaları konusunda onları tembihlemeyi ihmal etmememiştim.
Yani... bayılmamıştım. Ama risk her zaman vardı. Öyle değil mi?
Kapıdan geçip yapay hole girdiğimde son günlerini yaşadığımız kış ayı bütün soğukluğunu iliklerimde hissettirdi. Çektiğim bavulun dik konuma getirerek ceketimin önünü kapattığımda kapüşonumu da yukarı çekmiş ve vücuduma soğuk giren yerleri engellemeye çalışmıştım. Bu sırada öndekileri kaçırmıştım ama onlara yetişirdim, nasıl olsa gittiğimiz yer aynıydı.
Gittiğimiz yer... Gittiğimiz...
Bak, bak yine. Yine bir çarpıntı başladı. Tamam, bu fikre alışamayacaktım ama en azından onunla yaşamayı öğrenmeliydim.
Derin bir nefes aldığımda yeniden yürümeye başladım. Birkaç saniye sonra ise arkamda duyduğum gürültü ile uçağa öncelikli girme şansımızı diğer yolcuların altında ezilerek harcamak istemediğimi fark ederek adımlarımı hızlandırdım.
Son köşeyi döndüğümde beni sanki yapay koridorların yüce başkanıymışım gibi kapıda karşılayan uçuş ekibine en güzel dudak kıvırışımı, ona gülümsemek diyemem, vererek içeri girdim. Nihayet diğerleri de görüş alanıma girdiğinde aralardan koltuklara çarpa çarpa yanlarına ilerledim. Onlar çoktan eşyalarını yukarı tıkıştırdıkları için kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başlamışlardı bile. Onlara aldırmadan yanlarından geçtiğimde kendi oturma yerimin üstünün dolu olduğunu gördüm ve bavulumu biraz geriye koymanın bir sakıncası olmadığını düşündüm. Geriye doğru yürüdüğümde durdum ve bunu nasıl yapacağıma karar vermeye çalıştım. Bavulumla göz göze geldiğimde ise bana sinsice sırıttığını hissedebiliyordum.
Hah. Bunu yapabilirdim. Onu bir hamlede kaldırıp kabin bagajında yerini almasını sağlayabilirdim.
Evet, bu o kadar zor olmamalıydı. Lisedeyken bir ara spor yapmışlığım, takımlarda yer almışlığım vardı sonuçta. Bu atikliğe sahiptim.
Çekme kolunu yerine doğru ittiğimde bavulu hafifçe yatırdım. Sonra hızlı bir hamleyle kucakladım. Evet, her şey yolundaydı. Şimdi onu havalandırıp yerine koymalıydım. Mesafesini ölçmek adına kafamı kaldırdığımda, kabin bagajı hiç bu kadar uzak görünmemişti.
"Siktir." diye mırıldandım. Artık bu işi tamamlamam gerektiğini biliyordum.
Derin bir nefes alarak kollarımı kaldırdım ve bavulu bedenimin üstüne çekmeye çalışırken bir küfür daha savurdum.
Ben önümü dahi göremezken birden kollarımdaki yük hafiflediğinde yanımda birinin durduğunu hissettim.
LUKE! Kahramanım.
Ona kalp gözlerle döndüğümde bana sırıtarak baktığını gördüm.
Aptal.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds of Australia
FanfictionAyaklarımın altında uzanan sonsuz okyanusu görene kadar Avustralya'ya gidiyor olduğuma inanamamıştım.