Ece
Saat öğleni geçerken uyanmış ve kendimi direkt duşa atmıştım. Hava o kadar güzeldi ki sonrasında hemen giyinmemiş, sarılı olduğum havluyla kendimi yatağa atmıştım. Telefonumu elime aldığımda, birkaç saat önce Deniz'in bizi kahvaltıya çağırdığı bir mesaj atmış olduğunu gördüm ama sanırım onlara yetişmek için baya bir geç kalmıştık. Yine de Donnie'ye yeni uyandığımızı ve şimdi Michael'ın duşta olduğunu bildiren bir cevap attım.
Sıcak hava sayesinde saçlarımın kendiliğinden kurumaya başlayarak doğal dalgalarını almaya başladıklarını hissedebiliyordum. Üstelik ellerim ve ayaklarım da aylar sonra ilk defa buz gibi değillerdi ve bu durumdan çok mutluydum.
Yatakta keyifle yuvarlanıp internette gezindiğim beş-on dakikanın sonunda banyo kapısının açıldığını duyarak o tarafa döndüm.
Michael, oldukça cıbıl ve ellerini önüne siper etmiş bir şekilde badi badi yürüyerek kapıdan çıkmıştı. Üzerinden damlayan sular ve kafasına yapışmış ıslak saçlarıyla çok komik görünüyordu. Ayrıca yüzündeki huysuz ifade de karşımdaki ıslak kedi tablosunu tamamlamıştı.
"N'apıyorsun?" diye sordum bu şapşal haline kıkırdayarak. Ama aldığım tek cevap, daha da asılan bir surat olmuştu. Beni bu haliyle baştan çıkarmaya falan çalışıyorduysa, seksi ifadesi üzerinde biraz daha çalışmalıydı çünkü daha çok huysuz ve yaşlı bir kediye benziyordu.
Alnından çatık kaşlarına doğru bir damla su akarken sonunda yüzündeki ifadeyi anlamlandırabilmiştim.
"Ayy," dedim oturur pozisyona gelerek. Banyoda ne kadar havlu bulduysam üstüme geçirmiştim; birini üstüme, birini de kafama sarmıştım. Anlaşılan Michael'a kurulanması için hiçbir olanak bırakmamıştım. "Koskoca odada sadece iki tane mi havlu varmış." diye dudaklarımı büküp, kesinlikle hatamı kubullenmedim tabii.
"ÜÇÜNCÜYÜ DE YERE KOYMUŞSUN!"
Dudağımı suçlu suçlu ısırıp hemen kafamdakini çıkardım. "Bunu vereyim mi?"
"O havluyu istemiyorum!"
"Havlumun nesi varmış?!" diye çıkıştım alıngan bir şekilde. Hemen sonrasında ise tek kaşımı kaldırarak yamuk bir sırıtış attım. "Dün gece böyle demiyordun ama."
Ona muzipçe takılmama karşılık gözlerini devirerek arkasını döndü, sırıtıyor olduğunu görebiliyordum. Açıktaki minik poposu kapının ardında kaybolmadan hemen önce, hınzırlıklarıma devam ederek, onu takdir eden bir ses çıkardım ve kıkırtısını duyarak sevindirik oldum.
Üzerime çiçek desenli mini lacivert elbisemi geçirdiğim sırada halimden inanılmaz memnundum. Bacaklarım uzun zamandır ilk defa serbestlerdi, omuzlarım güneşi hissetmeye hazırlardı... Sandaletlerimin bileğini bağlamaya çalıştığım sırada Michael da giyinmiş ve saçları kupkuru bir şekilde çıkagelmişti.
Ona ters ters bakıp kendi kendime Türkçe bir şekilde söylenmeye başladım. "Tutturdu havlu da havlu. Sanki ihtiyacı var. Bi' tutam saçını kurutmak için niye havlu istiyorsun ki?"
"Ece."
"Üflesem kuruya- Ne?"
"Siktir git."
Bir an için kaşlarımı havaya kaldırarak ona bakakaldım ve sonra gülmeye başladım.
"Sen götsün."
"Sensin be göt!" diye çıkıştım ona gülmeye devam ederek. Sonra da sanki gayet kayıtsızca, "Kim öğretiyor sana böyle şeyleri anlamıyorum." dedim, ayağa kalkıp bavuluma yürüyerek. Göt, kesinlikle benden öğrendiği bir kelimeydi ama bunu bir cümlede kullanabilmesi tamamen kendi marifetiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds of Australia
FanfictionAyaklarımın altında uzanan sonsuz okyanusu görene kadar Avustralya'ya gidiyor olduğuma inanamamıştım.