9- Meylek

336 28 24
                                    

Deniz

Apışıp kaldığım kapı önünde dikilmeyi sürdürürken uykum tamamen açılmış gibi hissediyordum. Aklımdaki bütün fikirler birbiriyle yarışıyordu.

Beni süzen gözlere karşılık ben de bakışlarımı kızın üzerinde gezdirdim. Tasasız dağılan kahve saçları, şaşkınlıkla kırptığı kocaman gözleri, bir askısı omzundan düşen kot şort tulumuyla neredeyse tarzını takdir edeceğim kız hala tek kelime etmemişti. Ayrıca çok güzeldi. Bense muhtemelen 24 küsur saatlik yolculuktan sonra ayakta duran halim, üstü altına bile uymayan pijamalarım ve şişmiş gözlerimle onu süzerken tam bir patates gibi görünüyordum.

Birkaç saniye sonunda bir küfür mırıldandı.

"Oh siktir..."

Onu anlayamadım ama nedense şu anki anlamsız halimiz gülmeme neden olmuştu. Elini alnına hafifçe vurduğunda, kendi vuruşuyla kafası haddinden fazla geriye gitmişti. Yeniden güldüm.

"Uyuyordunuz. Ve ben iki saattir öküz gibi kapıya vuruyorum. Özür dilerim gerçekten-"

"İki saattir burada mısın?"

Mantıklı olmasa da yerinde olduğunu düşündüğüm sorum kendisini tutamamıştı. O da tepkime güldü zaten.

"Yok- yani sanmıyorum- 15 dakika falan anca olmuştur."

Cevap veremedim, çünkü o anda beynimin gerisinde saklı duran birkaç görüntü zihnimde belirmeye başlamıştı.

"Gerçekten üzgünüm. Ben- yani Luke'un burada kaldığını öğrenince soluğu burada aldım ve-" Gözlerini devirdi. "Tebrikler Alex, mükemmel giriş. Yani- Tanrım! Öğlene kadar uyuyacağınızı düşünebilmiş olsaydım..."

O konuşmaya devam ederken kelimelerinde kaybolmuştum. Bütün bedenimi ele geçiren his bana önceki hayatımda onun yapışık ikizim ya da karşı komşumuzun yıllardır arkadaşlığımı sürdürdüğüm kızı olduğunu söylüyor gibiydi.

O ise nefes almadan konuşmaya devam ediyordu. "Ben gerçekten rahatsız edeceğimi düşünmemiştim. Jack'in düğünü için burada toplanmamız aşırı tatlı. Yani bilirsin," Bilir miyim? "O benim en yakın arkadaşımdı ve ben onun evlenebileceğini hiç sanmıyordum."

Alex...

İlk bakışta anlamadığım kahve gözlerinin aslında çok daha açık olduğunu fark ettim. Bal gibiydiler. Konuştukça ağzından çıkan bütün kelimelerle parlıyorlardı. Yanık ten rengiyle bütünleşen saçları, mimikleri, heyecanlı el hareketleri...

"... Benim kuzenimle onun kardeşinin bir grup kurması ise tamamen bizden bağımsız gelişti. Gerçekten bu inanılır gibi değil." Sonra durdu ve göz göze geldik. "Uçtum değil mi?"

Hafifçe kafa salladım. Ve o kıkırdadı.

Sikeyim.

Genetik olarak kıkırtıların benzemesi mümkün müydü?

"Alex..." diye mırıldandım. Az önce kendisine adıyla kızdığını hatırlıyor muydu bilmiyorum ama bunu bilmeme şaşırmış görünmesi sırıtmama sebep oldu.. Fakat ben zaten onun hakkında fazlasını biliyordum, o sadece hatırlamama yardım etmişti. "Seni tanıyorum!"

İkimiz de kıkırdadık ve o ellerini neşeli bir şekilde birbirine çarptı. "Ah! Zaten Bay Hemmings benden sana bahsetmeseydi o daha sanatsal duşunun yarısına gelmeden suyunu keserdim."

Kıkırtılarımız kahkahaya dönüştü.

"Aslında..." dedim utanıp dudağımı ısırarak. "Bana o bahsetmedi." Alex bu sefer bana yeniden şaşkınca bakmaya başladı. "Ben- yani... Senin çekimlerinin en yakın takipçisi olabilirim. Daha çocuklarla çalışmaya başlamadan önce bile paylaştığın her fotoğrafı günlerce takıntılı gibi izlediğimi biliyorum."

5 Seconds of AustraliaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin